menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

S. Frederick Starr'a Göre Orta Asya: Arap İstilalarından Timur'a Uzanan Büyük Kültürel Dönüşüm

11 1
20.11.2025

S. Frederick Starr’a Göre Orta Asya: Arap İstilalarından Timur’a Uzanan Büyük Kültürel Dönüşüm

Starr’ın Kayıp Aydınlanma adlı kitabında Orta Asya yüzyıllar boyunca kendi doğal ritmini koruyan, kültürel birikimini sürdüren ve özgün bir düşünce dünyası geliştiren geniş bir uygarlık alanı olarak belirir. Ceyhun havzasından Fergana’ya, Merv’den Kaşgar’a uzanan geniş sahada yer alan kentler, doğu ile batı, kuzey ile güney arasındaki etkileşimleri yöneten bir merkez oluşturur. Strabon’un Sogdiana ve Baktriya için kullandığı “bin şehir” sözü, bu bölgelerdeki yerleşim yoğunluğunu anlatmak için başvurduğu güçlü bir benzetmedir. Merv’in kilometreler boyunca uzanan su hatları, Belh’in surları, Afrasyab’ın zanaat mahalleleri ve yeraltı su yolları, mühendisliğin kuşaklar boyu işlenerek geliştiğini gösterir. (Afrasyab, Semerkand’ın kuzeydoğu kesiminde yer alan ve MÖ 6. yüzyıldan Moğol istilasına kadar kesintisiz yaşam görmüş antik yerleşim alanıdır. Arkeolojik araştırmalarda ortaya çıkarılan zanaat mahalleleri, seramik atölyeleri, dokuma ve metal işlikleri, bu kentin gelişmiş bir üretim altyapısına sahip olduğunu gösterir. Yeraltı su hatları, drenaj sistemleri ve sulama düzenekleri ise Semerkand’ın en eski dönemlerinden itibaren şehir mühendisliğinin kuşaklar boyunca işlenerek geliştiğini kanıtlar.)

Starr’ın dikkatini çeken temel unsur kent yaşamının olağanüstü bir kültürel çeşitliliği doğal biçimde bir araya getirmesidir. İranî düşünce geleneğinin etik ve akılcı çizgisi, Soğd tüccarlarının geniş ufuklu ticaret sezgisi, Türklerin devlet kurma yeteneği, askerî strateji bilgisi ve örgütleyici pratik zekâsı, Budist çevrelerin düşünsel derinliği ve kavramsal çözümleme yeteneği ve Helenistik mirasın rasyonel teknik yaklaşımı aynı sahada etkileşerek astronomiden matematiğe, tıptan felsefeye ve tarih yazımına kadar uzanan geniş bir üretim alanı oluşturur. Starr’ın anlatısında Türklerin rolü yalnızca askerî güçle sınırlı değildir. Orta Asya’da şehirlerin korunması, ticaret yollarının güvenliği, kamu düzeninin sağlanması ve idarî yapıların işlerliği büyük ölçüde Türk siyasi kültürünün getirdiği hiyerarşik örgütlenme modeliyle mümkün olur. Bu örgütlenme geleneği hem kent ekonomisinin hem entelektüel faaliyetin istikrarlı biçimde gelişmesine katkı sunan belirleyici bir unsur hâline gelir.

Yazarın, Birunî ile İbn Sînâ arasındaki yazışmalara kitabında yer vermesi -Orta Asya bilim geleneğini açıklarken özellikle vurguladığı zihinsel esneklik, çoklu yöntem anlayışı ve farklı düşünce tarzlarının çatışmadan beslenebilmesi- gibi özellikleri en somut biçimde gösterdiği için önemlidir. Starr bu yazışmalara Orta Asya’nın uzun süreli entelektüel dinamizmini görünür kıldığı için kitabında yer verir. Birunî ile İbn Sînâ arasındaki yazışmaların nedeni Orta Asya’nın dağınık ama son derece canlı bilim ortamının bir sonucudur. Her ikisi de genç yaşlarından itibaren ün kazanmış, fakat siyasal dalgalanmalar yüzünden sürekli yer değiştirmek zorunda kalmışlardı. Samanî sarayının dağılmasıyla Buhara’dan ayrılan İbn Sînâ çeşitli şehirlerde hekimlik ve idari görevler üstlenirken; Birunî Hârizm’deki bilim çevresinin Gazneli Mahmud tarafından dağıtılmasının ardından Gazne’ye götürülmüştü. Yazışmaya başlamalarının doğrudan gerekçesi İbn Sînâ’nın Aristoteles fiziğini ve metafiziğini yeniden yorumladığı eserlerinin Hârizm ve Horasan çevrelerine ulaşmasıydı. Birunî bu metinlerde özellikle kozmoloji, zamanın mahiyeti ve gök cisimlerinin yapısı üzerine ileri sürülen görüşlerle ilgilendi. Birunî’nin araştırma anlayışı gözleme, ölçüme ve matematiksel kesinliğe dayanıyordu; İbn Sînâ ise aynı sorunları kavramsal tutarlılık ve metafizik bütünlük içinde çözmeye çalışıyordu. İki yaklaşım arasındaki fark merak uyandıran bir gerilim yarattı. Bunun üzerine Birunî, İbn Sînâ’ya bir dizi soru ve eleştirel değerlendirme içeren bir mektup gönderdi; böylece aralarında mektuplaşma başladı. İbn Sînâ gelen ilk mektuba ayrıntılı ve tartışmacı bir üslupla karşılık verdi. Birunî’nin soruları teorinin sınırlarını zorlayan teknik sorgulamalardı: gök kürelerinin maddesi, dünyanın tabakaları, hareketin nedenleri, oluş ile bozuluşun doğası… İbn Sînâ’nın verdiği cevaplarda zaman zaman sertleşen, zaman zaman açıklığa kavuşturan bir ton görülür. Ardından Birunî ikinci bir mektupla tartışmayı derinleştirdi ve böylece birkaç mektuba yayılan uzun bir entelektüel alışveriş ortaya çıktı.

Abbâsî döneminde Bağdat’ın hızla bir bilim ve düşünce merkezine dönüşmesinin arkasında Horasan ve Maveraünnehir’den yetişen bilginlerin taşıdığı birikim belirleyici bir rol oynar. Bu coğrafyanın eğitim görmüş kadroları, teknik ustalıkları ve çeviri geleneğiyle şekillenmiş entelektüel enerjiyi Bağdat’a taşıdı. Horasan ve Maveraünnehir’in sert coğrafyası ve kurak iklimi, yerleşimleri ayakta tutmak için ileri sulama hatları, karez tünelleri, su depoları ve karmaşık kanal düzenekleri geliştirmeyi zorunlu kıldı. Bu teknik yaratıcılık kent yaşamının sürekliliğini sağlayan temel kültürel bir unsur hâline geldi. Aynı altyapı toplumun zihinsel ritmine de yansıdı: düzenli kayıt tutma alışkanlığı, bürokratik örgütlenme, hesaplamaya dayalı düşünme biçimleri ve bilimsel merak bu maddi zeminden beslendi. Bu zemin teknik alanlarda, edebî ve estetik üretimde de belirgin bir canlılık yarattı. Firdevsî’nin Şehnâme’de kurduğu tarih bilinci, İranî mirası yeniden yorumlayan epik bir çerçeve sunarken; Rumi ve Hayyam’ın şiirleri bireysel deneyimi evrensel bir düzen arayışıyla birleştirdi. Serahs mimarlığındaki taş işçiliği, kemer ve kubbe örgülerindeki ustalık ile minyatür sanatında gelişen ayrıntı duyarlığı, Orta Asya’nın teknik ve estetik sezgisinin farklı yüzlerini yansıtır.
Bu açıdan bakıldığında Bağdat’ın yükselişi Orta Asya’nın uzun süredir biriken teknik, kültürel ve düşünsel birikimin yeni bir merkezde yoğunlaşmasıyla açıklanabilir. Bu birikim Abbâsî coğrafyasına bilgiyi, araştırma yöntemini ve dünyayı anlamlandırma tarzını taşıdı.

Starr’ın özellikle vurguladığı bir başka nokta, entelektüel üretimin taşıyıcılarının çoğunlukla İranî, Soğd, Harezmî, Türk ve karma kökenli topluluklar olmasıdır. Arapça bilim dili olarak kullanılır; ancak araştırma enerjisi çok dilli ve çok katmanlı bir şehir kültüründen beslenir. Bilginlerin saray çevrelerinin himayesine bağlı olarak farklı merkezlere yönelmesi hareketliliği artırmış, dolaşım düşünsel üretimin sürekliliğini sağlamıştır. Yönetici elitin entelektüel destek sağlamayı siyasal bir meşruiyet ve prestij göstergesi olarak görmesi, birçok merkezin canlılığını korumasını mümkün kılmıştır. Orta Asya böylece uzun yüzyıllar boyunca İslam dünyasının ve Avrasya’nın en yoğun düşünce alanlarından biri hâline gelir. Starr’ın yaklaşımı ortaya çıkan mirası tek boyutlu bir “Arap Altın Çağı” anlatısı içinde değil de, şehirleşme kültürü, teknik ustalık, çok dillilik ve entelektüel açıklık üzerinden yorumlar. Belh’in tarım sahaları, Afrasyab’ın zanaat mahalleleri, Kaşgar ile Otrar arasındaki yerleşim zinciri ve Merv’in kesintisiz su yolları, birbirine eklenen kentlerden oluşan özgün bir uygarlığın izlerini taşır.

Entelektüel dünyanın en hassas yönlerinden biri, bilginlerin çoğu zaman saray himayesine bağlı yaşamalarıdır. Himayenin kaybı yer değiştirmeye yol açsa da, hareketlilik bilgiyi bölgeler........

© tarihistan.org