Ormanın Unutulmuş Dili
Ormanın Unutulmuş Dili
İnsan Kendini Ne Zaman Ormandan Ayırdı?
İnsan kendine ormandan ayrı bir dünya kurdu; bu kopuş insan için hiç iyi sonuçlar getirmedi. Çünkü orman insanın ilk aynasıydı. İnsanın hikâyesi ilk kez cennette ağaçların altında başlamıştı ve insan kendisini ilk kez ağaçların altında görmüştü. İnsan, ağaçların derin köklerinde geçmişini, dallarında hayatın olasılıklarını, yapraklarında bu dünyanın geçiciliğini okumuştu.
İnsan aynaya bakmaktan yoruldu, ona ağır geldi. Farklı bir yaşam istiyordu; rahatlık, konfor ve teknolojiyle çevrilmiş bir dünya arayışı içine girdi.
İnsan, kendi doğasını unuttuğu gün toprağın dilini de unuttu. Halbuki Tanrı insanın bedenini topraktan yarattığını söylüyordu.
Orman da Tanrı tarafından yaratılan en kutsal varlıklardan biridir. Ormanın gözle göremediğimiz ama hissettiğimiz bir bilinci olduğunu kimi zaman düşünmez miyiz? Ormanın içindeki her ağacın da insanlar gibi bir hayatının olduğunu, orada yaşayan her canlının varoluşun küçük bir parçası olduğunu biliriz.
Ormanın sesini dinlemek mucizevi bir çağrının sesini işitmeye benzer. Ormanlar yaşamın en gür ve en güzel sesine sahiptir. Biz insanların zihinlerindeki gürültü ormanların sesini bize duyurmuyor; ormanların o Tanrısal sesini kendi gürültülü seslerimizle bastırdık. Belki de o yüzden artık ormanın içine girince huzur değil, yabancılık hissediyoruz. Çünkü bizim onu unuttuğumuz gibi o da bizi unuttu ve bizim ona yabancı olduğumuz gibi o da bize yabancılaştı.
Ormanın birinde derinlerde bir dere akar. Kıvrılarak uzar, durmaksızın. O suyun sesi bize zamanın sürekli akışını anımsatır. Derenin suyu; geçmişi, şimdiyi ve geleceği taşır içinde. Bazen zamanın ormanları unuttuğunu düşünürüm. Zaman, insanlar için akıyordur ve belki de burada duruyordur diye hissederim. Bir ağacın yaprağında zaman donmuş olamaz mı? Ormanın içinden geçen dere de sadece bir hatırlatıcıdır ama ormanın sakinleri için değil; arada kendisini ziyarete gelen insanlar için bir hatırlatıcı.
Zaman gerçekten zihinlerimizde kurduğumuz keskin bir çizgide mi seyrediyordur?
İnsanın kendi varoluşunu yeniden düşünmesi için ormanlar eşsiz bir olanak sunar. Her ağacın gövdesi bir direnişi, her ağacın kökü diğer ağaca bağlanışını anlatır. Ormanın kalbine uzanan ve orada buluşan orman sakinlerinin birbirlerine olan güvenini insanlar da hisseder.
Peki ya insanların kökleri! Onlar artık neye bağlı?
Betonların içine sıkışmış bedenlerimiz; köksüz, yönsüz ve her birimiz suskunuz. Dışımız büyüdü ama derinliğimizi kaybettik.
Ormanın içinde yaşayan geyik pınarlardan su içerken sonsuz bir güvenle suyunu içer. Çünkü bilir; burada güvendedir. Yuvasındadır ve huzur içindedir. Geyik bilir ki orman onu incitmez.
Biz insanlar ne zaman güven duymaktan vazgeçtik?
Ve ne zaman doğaya karşı savaş açtık?
İnsanların derinlerinde büyük bir korku yatıyor. Doğa ise orada her zaman aynasını bize tutuyor ve bize gerçek kimliğimizi göstermeye çalışıyor. Ama biz bunu görmek istemiyoruz. Ormanın sesine kulağımız kapalı, onu duymak da istemiyoruz.
Ormanın birinde bir tilki sessizce bekliyor, kuşlar gölgelerin içinde şarkılar söylüyor. Tüm bu varlıklar birbirine çok bağlı. Bir yaprağın düşüşü, başka bir canlının hayatına dokunuyor. Orman dünyasında, insan dünyasında olduğu gibi ‘ben’ değil, ‘biz’ vardır.
Ama insan tüm bunların dışında kalmayı seçti, kendini bu bütünlüğün dışına koydu. Doğadan üstün değil; ama doğadan ayrı olduğunu sanıyor. Halbuki insan doğanın bir parçasıdır. İşte belki de felaketimizin başladığı yer........
© tarihistan.org
