Yurttaşlık: Varoluşsal bir süreç mi, kökenci kimlik mi? (3)
Diğer
14 Ağustos 2025
Gramsci’nin hegemonya kuramı ile ontogenetik yurttaşlık arasında nasıl bir bağlantı kurulur? Gramsci’ye göre hegemonya, sadece baskı yoluyla değil, aynı zamanda rıza üretimi yoluyla kurulan bir iktidar biçimidir. Bu, devletin üst kurum aygıtlarının yanında, sivil toplumun kültürel kurumları (okul, aile, din, medya, sanat vb.) aracılığıyla işler. Hegemonik iktidar, halkın gündelik yaşamını şekillendiren normları “doğal” ve “evrensel” olarak gösterir. Bu nedenle insanlar baskı altında olduklarının farkına bile varmazlar — çünkü o baskı, kendi kimliklerinin bir parçası haline gelmiştir. Hegemonya, sadece egemenliğin devamını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda egemenliğin “doğal” olduğunu da düşündürür.
Modern ulus-devletlerin yurttaşlık inşa süreçleri, tarihsel olarak bir köken anlatısına yaslanır. Bu anlatı, ortak bir soy, din, dil ya da tarih etrafında birleştirilmiş “millet” fikrini doğurur. Gramsci'nin hegemonya kuramı açısından bakıldığında, bu süreç yalnızca baskı yoluyla değil, daha da önemlisi rıza yoluyla işler.
Filogenetik yurttaşlık hegemonyanın üretim alanı olmaya uygun bir kimlik yapısını barındırır. Filogenezi temelli yurttaşlık anlayışı (yani bir topluluğun “ortak köken”, “soy”, “etnisite” ya da “inanç” temelinde tanımlanması), tam da Gramsci’nin hegemonya tarifine birebir uyan bir yapıdır. Bu koşullarda yurttaşlık, bir kimlik meselesi olmaktan çıkar, bir soy meselesine, bir tarihsel mitolojiye dönüşür. Toplumda “asli yurttaşlar” ve “tali yurttaşlar” ayrımı oluşur. Egemen etnisite ya da kimlik grubunun değerleri tüm toplumun “doğal” değerleri olarak sunulur. Bu şekilde yurttaşlık, eşitlikçi........
© T24
