Turancılık ve ümmetçilik Anayasa’yla uyumsuzdur
Diğer
13 Ağustos 2025
PKK, 11 Temmuz'da Irak'ın Süleymaniye kentinde silah bıraktı
Kürt sorununun çözümü için “Terörsüz Türkiye” projesini öne süren iktidar bloğu, aslında yeni reçeteler ortaya koymuyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi meseleyi ümmetçi bir bakışla ele alırken, Milliyetçi Hareket Partisi uzun vadede Turancı bir yönelim izliyor. Her iki siyasi aktör de Kafkaslar ya da Ortadoğu’da etkisini büyütecek bir Türkiye hedefini yayılmacı bir perspektifle açıkça ya da dolaylı biçimde dile getiriyor.
Geçmişte bu tür ümmetçi veya Turancı iddialar, “uç” sayılır ve tehlikeli görülüp “aşırı sağ” olarak tanımlanırdı. Zira Turancılık, Türkiye’nin sınırlarının ötesindeki Türkler adına; ümmetçilik ise tüm Müslümanlar adına, ülkenin kendi sınırları ve gerçekleriyle bağdaşmayan, maceracı ve istikrarsızlığa açık bir siyasal proje dayatma arzusunu içeriyordu.
Dış politikada da bu tutumlar, Anayasa’nın başlangıç bölümündeki “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinden sapma olarak değerlendirilirdi.
Ancak uzun süreli iktidar sürecinin ardından bu söylemler giderek normalleşti. Yeni normalin tanımı ayrı bir tartışma konusu. Buna karşılık, bu akımların Anayasa’nın 2’nci maddesinde yer alan “Atatürk milliyetçiliği” ilkesiyle bağdaşmadığını söylemek mümkün.
İlerleyen satırlarda bu uyumsuzluğun ardındaki sebepleri açacağım.
Mustafa Kemal Atatürk hem Nutuk’ta hem de farklı beyanatlarında ümmetçilik ve Turancılık akımlarına açıkça karşı çıkmıştır.
Bu konudaki en net verilerden biri, The Saturday Evening Post isimli derginin yazarı Isaac F. Marcosson’un 1923’te Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı ve 20 Ekim 1923’te yayımladığı mülakattır.
Paşa, o mülakatta şöyle demiştir:
“Pan-İslamizm, din birliğine dayanan bir federasyon demekti. Pan-Turanizm ise ırka dayalı, aynı tür bir çaba ve ihtiras birliğini temsil ediyordu. Her ikisi de yanlıştı. Pan-İslamizm düşüncesi, yüzyıllar önce Viyana kapılarında, Türklerin Avrupa’da ulaştıkları en kuzey noktada sona erdi. Pan-Turanizm de Doğu bozkırlarında yok olup gitti. Bu hareketlerin ikisi de yanlıştı; çünkü güç ve yayılmacılık anlamına gelen fetih düşüncesine dayanıyorlardı. Uzun yıllar boyunca yayılmacılık Avrupa’ya egemen oldu. Ancak yayılmacılık, ölüme mahkûmdur. Bunun yanıtını Almanya’nın, Avusturya’nın, Rusya’nın ve geçmişteki Türkiye’nin yıkılışında bulabilirsiniz. Demokrasi, insan soyunun umududur. Bir Türkün ve savaş için yetişmiş benim gibi bir askerin böyle konuşması size garip gelebilir. Oysa yeni Türkiye’nin temelindeki düşünce tam olarak budur. Biz zor kullanmak, fetih istemiyoruz. Yalnız bırakılmamızı ve kendi ekonomik ve siyasal kaderimizi kendimizin belirlemesine izin verilmesini istiyoruz. Yeni Türk demokrasisinin bütün yapısı bunun üzerine kuruludur.”
Atatürk’ün bu yaklaşımı, Nutuk’a da yansıtılmıştır. Nutuk’tan (günümüz Türkçesine uyarlayarak) aktarırsak, Paşa şöyle demiştir:
“Çeşitli milletleri ortak ve genel bir unvan altında toplamak ve bu farklı unsurları aynı hukuk ve koşullar altında bulundurarak güçlü bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasi düşüncedir fakat aldatıcıdır. Hatta hiçbir sınır tanımadan dünyadaki tüm Türkleri bile tek bir devlet hâlinde birleştirmek, ulaşılması olanaksız bir hedeftir. Bu, asırların ve yüzyıllarca yaşamış toplumların çok acı ve kanlı olaylarla ortaya koyduğu bir gerçektir.
Panislamizm ve Panturanizm siyasetinin başarılı olduğuna ve dünyada uygulanabildiğiyle tarihte karşılaşılmamaktadır. Irk farkı gözetmeksizin tüm insanlığı kapsayan, dünyaya egemen bir devlet kurma hırslarının sonuçları da tarihte yazılıdır. İstilacı olma hevesleri konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü özel duygu ve bağlarını unutturup onları tam bir kardeşlik ve eşitlik içinde birleştirerek insani bir devlet kurmak teorisinin de kendine özgü şartları vardır.
Bizim açık ve uygulanabilir bulduğumuz siyasi anlayış ‘ulusal siyaset’tir. Dünyanın bugünkü genel şartları ve yüzyılların zihinlerde ve karakterlerde biriktirdiği gerçekler karşısında hayalperest olmak kadar büyük bir hata olamaz. Tarih böyle der; ilim, akıl ve mantık da bunu gösterir.
Ulusumuzun güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için devletin tamamen ulusal bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin iç teşkilatımıza tamamen uygun ve dayanıklı olması gerekir. Ulusal siyaset dediğimde kastettiğim anlam şudur: Ulusal sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı korumak, ulusun ve ülkenin gerçek mutluluğu ve refahı için çalışmak. Rastgele ve sonu gelmez amaçlar peşinde ulusu oyalamamak ve zarara uğratmamak. Uygar dünyadan ise uygar ve insani tutum ile karşılıklı dostluk beklemek.”
Atatürk,........
© T24
