menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Lübnanlaşmak” nedir?

42 1
22.07.2025

Diğer

22 Temmuz 2025

AKP’nin “Terörsüz Türkiye” söylemine eşlik eden yeni anayasa süreci ve Devlet Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanının iki yardımcısı olsun, bir Kürt, diğeri Alevi olsun” sözleri ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın Osmanlı millet sistemi için övgüleri haklı bir soruyu beraberinde getirdi:

“Lübnanlaşıyor muyuz?”

Bu çok haklı bir soru. Zira Lübnan, din ve siyasetin birbirine girdiği “konfesyonalizm” denilen mezhepçi bir devlet örgütlenmesine dayanıyor. (Türkiye’de “korporatif federalizm” diye kullanılan şey, bir çatı kavram sayılabilir.)

Bu sistemin kökleri 19’uncu yüzyıla kadar gider.

- 1860’larda Dağlık Lübnan’da çatışmaların tırmanması üzerine Avrupalı güçler bölgede “Hristiyan cemaatleri koruma” iddiasıyla bir oran sistemi uygulatmaya başladılar. Nüfusun dinsel ve mezhepsel dağılımına göre siyasal temsil kotaları getirdiler.

- Bu sistem, 1920’de Büyük Lübnan kurulduğunda devam etti ve 1926’da anayasallaştı.

- 1932’de ülkede bir nüfus sayımı yapıldı ve buna göre parlamento ve bakanlık koltukları “altı Hristiyan’a beş Müslüman” düşecek şeklinde dağıtıldı.

- 1943’e gelindiğinde “Millî Misak” denilen bir metin hazırladılar ve önemli mevkiler için mezhepsel kotaları yeniden netleştirdiler.

Buna göre Cumhurbaşkanı “Maruni Hristiyan”, Başbakan “Sünni Müslüman”, Meclis Başkanı ise "Şii Müslüman" olacaktı.

Sistem mezheplerin altını çizdikçe bu statik kimlikler daha da katılaştı. Katılaştıkça grupsal çatışmalar yükseldi. Müslüman nüfusun artışı, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Lübnan’a yerleşmesi, İsrail'in müdahaleleri ve bir dizi ek faktör buna eşlik edince kutuplaşma iç savaşa (1975-1999) döndü. 15 yıl süren bu savaşta en az 120 bin kişi öldü. Devlet tamamen çöktü. Konfesyonist sistemin sürdürülemezliği açıkça görüldü.

Bu süreçten çıkışta 1989 Taif Anlaşması denilen bir metin hazırladılar ve bu çerçevede 1926 Anayasası’nda önemli değişiklikler getirdiler: Maruni cumhurbaşkanının yetkileri azaltıldı, Sünni başbakan ve Şii meclis başkanının yetkileri artırıldı. Meclisteki 6 Hristiyan – 5 Müslüman şeklindeki oran, yüzde 50-yüzde 50 eşitlenecek şekilde değiştirildi. Keza, iki din içinde de mezheplere göre orantılı dağılım ve ülkenin bölgelerinin orantılı temsili güncelleştirildi. Öte yandan mezheplerin veto yetkisi de bu statik durumu iyice pekiştirecek biçimde kabul edildi.

En önemlisi, konfesyonalist sistemin “kaldırılması” bir hedef olarak ilan edildi. Ama bu hedef bir takvime ve kurumsal güvencelere bağlanmadı ve soyut kaldı.

Tabii bunda Anayasa'nın da suçu var.

Zira Anayasa, mezhepçiliği sadece idari yönden örgütlemiyor, sosyal alanda da mezhepçi bir mantığı kurumsallaştırıyor.

Mesela Anayasa’nın din özgürlüğünü tanıyan maddesinde (md. 9) bile “dini çıkarlara saygı” gibi grupsal güvencelere yer verildiğini, her grubun kendi aile hukuku esaslarına tabi kılındığını görüyoruz. Öyle ki aile hukuku, mezheplerin tekelinde olduğu için, karma evlilikler istisnai durumlarda yapılabiliyor (1990’ların sonunda medeni nikah getirme projesi, bahsettiğim veto yetkisiyle din alimlerinin oybirliğiyle reddedildi).

Ülkede millî eğitim yok. Her cemaatin kendi okulunu kurma hakkı (md. 10) var. Bu mezhepsel özerklik, sosyal hizmetlerin organizasyonunda da görülüyor. Yani hizmet almanız biraz da mezhebinizin gücüne ve sizin mezhebinizle kurduğunuz ilişki biçimlerine bağlı kılınıyor.

Bu nedenlerle mezhepçilik toplumsal yapıdan sökülüp atılamıyor.

Sonuç olarak 1990 sonrası Anayasa prensip itibarıyla mezhepçiliği bitirmeye yönelmiş olsa da ülke hâlâ aynı kısır döngü içine takılıp kalmış bulunuyor.

Sistemin sorunları saymakla bitmez.

Lübnan’daki mezhep temelli sistem, çatışmayı önlemek şöyle dursun, toplumu kurumsal........

© T24