menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Eski Türkiye-Yeni Türkiye: Bir insan hakları Meksika dizisi

14 7
01.04.2025

Diğer

01 Nisan 2025

Memleket polisi yine gençlerle haşır neşir. Tokat, yumruk olsun, uçan tekme olsun, işte o an elinde ne varsa coptu, kasktı girişiyor gençlere. Biber gazı ve katkılı TOMA suyu da eksik olmuyor tabii. Bu yetmiyor, anayasada yazan haklarını kullanan gençler, ters kelepçe, Vatan Emniyet, Esenler Atışalanı Nezarethane, gözaltı gibi mekân ve kavramlarla tanışıyor. İşin ilginç yanı bu durum Meksika dizisi gibi, dönüp dolaşıp tekrarlanıyor. Anlı şanlı abiler, ablalar “Yeni Türkiye” güzellemesi yapıyor ve fakat “Eski Türkiye”nin bu “güzide ananesi” sanki bir milli değer gibi muhafaza ediliyor, geliştiriliyor, uygulama rafine bir şekilde sürüyor. Batı taraflarında dozu azalıp, araya zaman girdiğinde Doğu’da pratik hız kesmeden sürüyor.

Bu ülkede solcu, ilerici olmak, kadın olmak, eşcinsel olmak, Kürt olmak, sorunlu durumlardan. Böyle olup bir de hak aramaya, protesto için sokağa çıkmaya, hele hele itiraz etmeye kalkarsanız, dayağı yersiniz kardeşim duygusu, içselleştirilsin, genlere işlesin isteniyor. Gözdağı ne kadar büyük olursa böyle hınzır düşünceler akla gelmez sanılıyor. Gelirse de Hortum Süleyman gibi kahramanlar çıkar, insanları iz bırakmadan dövme konusunda yeni yöntemler geliştirilir, gereğinde çıplak aramaydı, falakaydı, Filistin askısıydı, aşama aşama doz arttırılır. Haaa tabii cumhurbaşkanı oğlu falansanız Anayasa’nın 34. maddesi sizin için tabii ki geçerlidir: “Herkes önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” ve misal Galata Köprüsü’nde güzel İstanbul’u seyrederek, şair Nadim’i yâd ederek “Bir safa bahşedelim gel şu dili naşada/Gidelim servi revanım yürü sadabada” tadında yürüyüş yaparsınız. Polis abiler, ablalar da ayağınıza taş değmesin diye nezaret ederler.

Kardeşim bu güzel bayram sabahında başka laf mı kalmadı zaten içimiz kararmış, diyorsanız size biraz hüzünlenmenize, biraz gülümsemenize, biraz da düşünmenize yol açacağını umduğum üç hikâye anlatayım eski Türkiye’den. Her ne kadar ben size bunları öykü gibi yazacaksam da olaylar ayniyle vaki olmuş, kişiler tamamen gerçektir. Hafızamdan uçmuş kimi ufak ayrıntılarda, olayların aslını değiştirmeyecek şekilde boşlukları doldurmuş olabilirim.

Hikâye 1:

Genç adam Almanya’da doğmuş, büyümüş, annesiyle babası ayrılınca annesiyle ülkeye avdet etmişlerdir. Almanya da başladığı tıp fakültesine Türkiye de devam etmektedir. Ülkede askeri darbe olmuş, karanlık bulutlar ülke semalarını kaplamıştır. Aradan beş altı sene geçmiş olmasına rağmen karanlık hüküm sürmektedir. Bizim genç, başka bir gerçeklikte doğup büyümüş olduğundan misal okulda silahlı askerler eşliğinde gezip el ele dolaşan gençlere sopasıyla vuran emekli albay tipiyle simgelenen atmosfere yabancıdır hâliyle. Uzun saçlarıyla aklı evdeki gitarında olan genç epeyce ‘apolitiktir.’
Bir gün arkadaşlarında bir hareketlilik sezer. “Hayrola” der “neler oluyor?” “Beyazıt’ta yürüyüş yapacağız, faşist Kenan Evren’i protesto edeceğiz.” “Tamam” der bizim genç “ben de geleyim.” Güzel bir gençlik eylemi olarak algılar durumu. Katılır arkadaşlarının arasına, düşer Beyazıt yollarına, bilmez tabii Beyazıt’ın kanlı tarihini. Neyse ki o gün ölümle sonuçlanacak şekilde kan dökülmez ama polis basar mitingi. Gençleri toplar götürür. İş sorguya geldiğinde tecrübeli olanlar yürüyüşle alakaları olmadığını söyler, kimi Kapalıçarşı’ya nişan yüzüğü bakmaya gelmiştir, bir diğeri Gedikpaşa’da kundura atölyesinde çalışan abisini ziyarete, öbürü Sultanahmet Camisi'ni gezecektir! Sıra bizim gence geldiğinde polisler tipine, giyimine kuşamına bakınca, bunun........

© T24