Roman olmayan hayatlar: Kürşad Oğuz'la kaçak yazarlar üzerine söyleşi
Diğer
25 Şubat 2025
Evet biliyorum “yazsalar roman olur”! Son on yıldır “yazsalar roman olacak” hayatlara sahip insanlar sadece benim çevremde mi acaba? Bir de dijital platformlara çekilmek şartıyla “hayatları senaryo olacaklar” var. Eminim sizin çevrenizde de bir tane mutlaka vardır. Tamam kabul ediyorum herkesin hayatı bir roman! (Tabii kendine…) Peki o romanı yazmak kolay mı?!
Sahi, kitapları çok satan, o çok meşhur ve muhtemelen çok zengin ve bir o kadar daha muhtemel çok da şaşaalı hayatları ve dahi aşkları olan yazarlar… (Aslında sandığımız gibi değildi…) Onlar nasıl yazdı? Onlar ne yazdı? Gazeteci, yazar Kürşad Oğuz’un bu söyleşimize konu olan Kaçak Yazarlar’da Atilla İlhan’ın “Bir yazar ilk kitabında kendi hayatını yazıyorsa, ona yazar denmez, okumayın” dediğini öğrendim. O muhteşem yazarlar belki kendi hayatlarını yazmasa da hikayelerinin gizli köşelerinde kendi hayatlarından da ipuçları vermişler. İşte Kürşad Oğuz, Kaçak Yazarlar’da bu gizli patikalardaki belli belirsiz izlerden bizi yazarların kendi hayatlarındaki serüvenlere davet ediyor.
Oğuz kitabın önsözünde “Yazarın, entelektüelin doğal olarak bir melankoli içinde yol aldığı; bunun kurtulunması gereken değil, beslenilmesi gereken bir ruh hali olduğu katıldığım bir görüş. Bu bilinç, doğal olarak tüm ömür içine sindirilmiş bir son beklentisini beraberinde getiriyor. Benim sevdiklerim, bu bilince sahip olanlar, böyle yazanlar.”
Medyadaki görevlerinin yanı sıra yıllar içinde çağımızın önemli yazar, filozof ve entelektüelleriyle yaptığı nehir söyleşilerle de tanıdığımız Kürşad Oğuz ile Kaçak Yazarları konuştuk…
Kürşad Bey merhaba, kitabınızda bahsettiğiniz 22 yazarın kitaplarını kendi dillerinden okumuşsunuz. Kaç dil bildiğinizi merak ediyorum? Yazarların eserlerini orijinalinden okumanız onları anlamanıza nasıl bir derinlik katıyor? Çeviriler gerçekten vasat mı?
- Eskiden daha çok olmakla birlikte, evet yazarları kendi dillerinden okumaya da çalışıyorum. Mebzul miktarda Fransızcam, azımsamayacağım İspanyolcam ve bana yeten bir İngilizcem var. Hangisini daha çok seviyorsun derseniz, İspanyolca derim. Elbette yazarları ana dillerinden okumak avantaj. Ama ben Türkçe okumaktan da haz duyuyorum. 1970'lerin sonunda başlayan Türkçe okuma tarihimde çevirilerin giderek daha kötüleştiğini söyleyebilirim. Arada bir, bir kitabın bugünkü çevirisiyle 20-30 yıl önceki çevirisini karşılaştırırım.
Kesinlikle öncekiler daha iyi. Ama bu, giderek yaşlanan bizlerin Türkçe algısıyla bugünkü gençliğin Türkçe algısı arasındaki farktan da kaynaklanıyor olabilir. Maalesef dilimiz kısırlaşıyor. Günlük kullanım ortalama 4-5 bin kelimelerden, bin kelimelere düşmüş durumda. Bunun acısını bireysel olarak da çekiyorum. Öte yandan iyi bir çeviri yapmanın, iyi bir yabancı dile değil iyi bir Türkçe'ye sahip olmakla daha çok ilişkili olduğunu da düşünüyorum.
Atilla İlhan’ın “Bir yazar ilk kitabında kendi hayatını yazıyorsa, ona yazar denmez, okumayın” sözünü kitabınızda alıntılıyorsunuz. Ama biyografik öğelerden beslenen büyük yazarlar da var. Sizce bir yazar, kendi hayatından ne kadar uzak durmalı?
- José Saramago'nun “Bilinmeyen Adanın Öyküsü” adlı bir kitabı var. Orada “Adadan uzaklaşmadan adayı göremezsin” der Saramago. Ben de, kendimizden ne kadar uzaklaşırsak kendimizi o kadar iyi görebileceğimizi, tahlil edebileceğimizi düşünüyorum. Yazar da böyle olmalı. Kendini yazan her yazar kötü yazar değildir elbette. Ama emin olun kendinden ne kadar uzaklaşırsa bize eserini o kadar yaklaştırır. Elbette başkalarının yaşamı çeker bizi; ama hayal ve kurgu iyi bir romanın olmazsa olmazıdır. Ben bir yazarda yaşam değil hayal ararım.
Yaşam arasam zaten biyografiden başka bir şey okumam. Edebiyatta hayatlarımızı zenginleştiren şey yazarların yaşamı değil hayalleridir. Mesela bir dönem Türk romanı Beyoğlu'ndan, İstiklâl Caddesi'nden dışarı çıkmıyordu. Benim kastettiğim bu. Kendi çevresinden çıkamayan, bize kendinden başka bir şey anlatmayan yazarlar ve romanlar... Ve bunu da büyük roman diye sunanlar. Bakın ben kendi hayatımı o kadar değersiz bulmuşum ki; başkalarının hayatını yazmışım :) Şunu da vurgulayayım. Özellikle 90'lardan itibaren ABD'den Avrupa'ya, oradan da Türkiye'ye uzanan kimlik vurgusu ve kimlikçilik, alt kimliklerin alt kimliklerine indikçe, romanı da tadından uzaklaştırdı. Son noktası da yazarların kendi kimliklerini oluşturmak için yazdıkları romanlar oldu. Edebiyat böyle ilerlemez bence...
Yazarların kendi sonlarını hazırladığı fikri, okudukça fark ettiğiniz bir ortaklık mıydı? Dergi yazılarına başlayınca araştırarak mı fark ettiniz?
- Benim ilgilendiğim yazarları yazmaya başladıkça fark ettiğim bir şey bu. Elbette çok somut bir veriden bahsedemem. Ama bildiğim bir şey var, iyi bir yazar olmak bir miktar melankoliyi gerektiriyor. Derdi olan insan melankolik olur ve derdi olan insan iyi yazar. Evet, benim yazarlarımın yazdıkça çoğalan dertleri, onları bir şekilde kendi sonlarına götürmüş. Bunların üçü zaten hayatlarını kendileri sonlandırmış: Romain Gary, Stefan Zweig ve Ernest Hemingway... Jack London'ın ölümü de şaibeli; kendini morfinle öldürmüş olabileceği söyleniyor.
Onu bırakın Jorge Luis Borges bile şöyle yazıyor: "Aslında 84 yıldan beri intihar ediyorum. Ve halen intihar etmediğimi kim garanti edebilir?" Özetle, en hafif tabiriyle benim yazarlarım yaşamı pek umursamamış. Kendilerini bazen alkolün, bazen derin dramların, bazen amansız aşkların pençesine bırakarak kendi sonlarını hazırlamışlar. Bu yolda da bize mükemmel eserler bırakmışlar.
"Yazarlar yazarak bizi zenginleştirirken kendilerini fakirleştiriyor" diyorsunuz. Yazarlar yazdıkça adeta bir kalem gibi tükeniyor görüntüsü uyanıyor. Bu tükeniş, yazarların eserlerinde açıkça hissediliyor mu? Sizce yazarların farkında olmadan kendilerini tüketmesi, onları daha güçlü bir anlatıcı haline mi getiriyor?
- Güzel bir noktaya parmak bastınız. Evet yazdıkça tükeniyor yazarlar; ama eserleri de bir o kadar zenginleşiyor. Kitabımda ele aldığım 22 yazarın büyük çoğunluğu 1850 sonrası 1950 öncesi yaşamışlar. Bu, çoğunun bir ya da iki dünya savaşına tanık olduğu anlamına geliyor. Ülkelerindeki iç savaşlara tanık olanlar da var. Çoğu anne-baba dramı yaşamış, seyahatin hiç de kolay olmadığı dönemlerde farklı ülkeler,........
© T24
