menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Fırat Devecioğlu, değişimin iki bin yıllık hikâyesini anlattı: Usulüne göre gömülmeyen her şey hortlar

19 9
22.01.2025

Diğer

Konuk Yazar

22 Ocak 2025

Bundan iki yıl önce bir 15 Temmuz sabahı. Keyifle yapılmış bir kahvaltının ardından sohbet eşliğinde annemle mutfağı topluyoruz. Biz kadınlar, tavanın ömrünün uzun olması için bulaşık makinesi yerine elde yıkamayı tercih ederiz. Ben tavayı yıkarken annem anlatmaya devam ediyor. Arkam ona dönük, yüzünü görmüyorum. Bir süre sonra kurduğu cümleleri de anlamıyor “efendim” diyerek tekrar ettiriyorum. “Efendim”, “Anlamadım”, “Efendim” Annem elindeki işi bırakıyor, birbirimizin yüzüne bakıyoruz. “Sen beni duymuyor musun?” diyor. Sanki denizin altından konuşuyor. Onu duyuyor muyum emin değilim. Belki de dudak okudum. Evet dudak okudum. “Duymuyorum” diye bağırıyorum. Galiba ağlamaya başladım.

…Ev halkı panikledi. Onlara göre ciddi bir sorun var. Ben psikolojik olduğunu düşünüyorum. Tüm yıl o kadar çok insan dinledim ve yoruldum ki, yılın ilk izin gününde beynim kendini tüm seslere kapatmış olmalı. -Tüh anneme denk deldi- Geçer! Kolumdan çekiştiriyorlar. Onların içi rahat olsun diye hastaneye gideceğim. Bu saç başla ayıp olur. Saçımızı düzelttiğimiz o şeyi arıyorum. Bulamıyorum.

-Anne o şey nerde? Şey hani kafamı düzeltiyorum o işte! Tamam neyse çıkalım. Peki şeyim nerde? Şey işte! Hani kulağıma koyup konuşuyorum.

Evdeki telaş daha da arttı. Hemen hastaneye gitmek istiyorlar. Ayakkabıları bağlayacak vakit yok, hem dışarıda hava çok sıcak. Ayakkabı gibi olmayan önü açık şeylerimi giymeliyim. Şey işte, ayakkabı gibi olmayan!

Beyin çok ilginç. O iki yaz önce “T” harfimi bir süreliğine kaybettim. Sadece T’ler kayboldu. Tarak, telefon, terlik gibi “T” harfi ile başlayan ne varsa. O sıralar T24 için yazıyor olsaydım muhtemel bir süre için o da kayıp olacaktı.

Pıhtı atıp gidiyor ama hem o hasarı bir nebze onarabilmek -tıbbı terimleri bilmiyorum- hem de ardından gelebilecek yeni bir pıhtıyı engelleyebilmek için acil koduyla inme merkezine yatırdılar. Uyuttular… Uyandım… Uyuttular… Uyandım…

İyileştim.

Aradan çokça aylar geçti.

Bir yolculukta okumak için yanıma aldığım kısa bir kitap beni çarptı: “Lazarus – Tanrı Oyuncağı”

Bu novella ile; uzun uzun uyuduğum, uyandığımda ayağa kalkmamın kesinlikle yasak olduğu hastane yatağına, sonrasınca sıkça gidip gelmek durumunda olduğum o koridorlara döndüm.

FOTOĞRAF

Destek Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluşan “Lazarus – Tanrı Oyuncağı” kitabının yazarı Fırat Devecioğlu’nun zihninde de bu hikâye, aylarca refakatçi olarak kaldığı hastane koridorlarında doğmuş.

Kitap adını tarihsel ve dini bir figür alıyor. Beytanyalı Lazarus, Aziz Lazar ve Dört Günün Lazarı… Yuhanna İncili'nde, ölümünden dört gün sonra İsa'nın mucizesi ile diriltilen kişi.

Bu mucizevi olay, inanç, umut ve yeniden doğuşun güçlü bir sembolü haline gelmiş. Psikolojide, sinemada, edebiyatta… Dostoyevski'nin "Suç ve Ceza" romanında bile, Raskolnikov vicdan azabı çekerken sevgilisi ona Lazarus'u hatırlatır; bu insan ruhunun nasıl dönüşebileceğini simgeler. Lazarus ismi dini anlatıdan hareketle tıpta da yer bulmuş. Beyin ölümü gerçekleşmiş hastalarda daha çok sarılır gibi kolları kaldırıp çapraz şekilde bağlama ile sonuçlanan refleks, Lazarus belirtisi ya da Lazarus refleksi olarak isimlendirilmiş.

Fırat Devecioğlu'nun novellasındaki Lazarus da bu tarihi figürle bağlantılı bir yeniden doğuş öyküsü sunuyor. Ancak bu çok daha karanlık ve içsel bir dönüşüm... Kitaptaki Lazarus, dışarıda unutulmuş, hastane koridorlarında kendini anlamlandırma mücadelesi içinde bir karakter. Devecioğlu, modern Lazarus'u, hastalık ve yalnızlık gibi zorlu, evrensel temalar üzerinden işleyerek, tarihi figürün sembolize ettiği umut ve dönüşüm temasını güncel çerçevede ele almış.

Kitabı okurken yaşanmışlıklarım yüzünden çoğu zaman nöroloji servisinde yatan hastaların yerine koysam da kendimi, kimi zaman Lazarus oldum. Hastane koridorları, hasta odalarında kimsesiz, sessiz bekleyen hastalar… Devecioğlu’nun da kendi yaşanmışlıklarında süzülen bu hikayeler, eski bir anlatının gücünü de yanına alarak, modern zaman insanını kendiyle karşı karşıya getiriyor.

Ben kendimle karşı karşıya geldim mi? Çok yerde evet! Kahramanın fotokopi makinesinde başlayan hikayesinden, gece EMAR’ında karşılaştığı küçük çocuğa kadar… ve hikâye üzerinden anlatılmaya çalışılan benlik arayışı ve dönüşümün ötesinde; “Haline her gün şükretmelisin” diyen doktorumu destekler nitelikte, halime her gün daha fazla şükretmemi sağladı.

Çok uzun oldu:) Kesinlikle daha uzun olurdu ama artık sevgili yazarımız Fırat Devecioğlu ile söyleşimize geçelim:

- Lazarus karakteri nasıl doğdu, hangi duygu ve olaylar sizi bu hikâyeyi yazmaya sevk etti?

Hastane koridorlarında doğdu. Bir hastalık nedeniyle üç farklı hastanenin nöroloji kliniklerinde yaşamak zorunda kalmıştım. Hikâyede karşılaştığınız, Lazarus hariç, tüm karakterler gerçek. Orada, başka bir hayatın varlığına şahit oldum. Kendine özgü yaşantısı, rutinleri, iletişim biçimleriyle, dünya içinde başka bir dünya hastane. En çok terk edilen hastalar, nöroloji bölümlerinde oluyor… Bilinçleri olmaması, bu durumda etkili. İnsanlar, onu hatırlamayan kişiler karşısında, daha az sorumluluk hissediyor. Başında refakatçisi olmayan, bilinçsiz kişiler beni derinden etkiledi. Özellikle de yemek saatlerinde, bu hastaların yanı başına bırakılan tabldottaki yemekleri yiyemiyor olmaları en sarsıcı şeydi. Bir gün, sabaha karşı, tomografi için sıraya girmiştik. Cihazından tek başına dışarı çıkan bir çocuk gördüm. Altı yaşlarındaydı. Kimsesi yoktu. Saçları, kaşları dökülmüştü. Öleceğine neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu. Ağır bir hastalıkla mücadele ediyormuş. Lazarus’ un ilk notunu o sırada yazdım, kitabın başlangıcı olduğunu bilmeden.

Hastane koridorlarına baktıkça, oralarda dolaşan bir karakter belirdi zihnimde. Refakatçi kartı sayesinde, terk edilmiş hastaların yanında duran, yeni bir varoluş yaşayan biri. Sonuçta burası bir dünyaydı ve burada dünyaya fırlatılan biri olabilirdi. Aile, âşık olma arzusu, Tanrı, mutlu bir çocukluk hayali gibi eksikliğini hissettikleriyle kucaklaşan Lazarus’u, böylece yazmaya başladım.

- Lazarus karakterinin dönüşümünü nasıl anlatırsınız?

Lazarus karakterinin dönüşümü, ölüme yakın insanların yanında geçirdiği zaman ve yaşadığı olaylarla şekillenir. Hastane koridorlarında yalnız ve terk edilmiş hastalarla karşılaşması, onun insanlık hali ve var oluş üzerine düşünmesine sebep olur. Sevgi ve kabul gördüğü nadir anlar, içsel bir değişim başlatır. Bu dönüşüm süreci, refakatçi kartının verilmesiyle sembolize edilir; bu kart, yeni bir kimlik ve yaşamın kapılarını açar. Lazarus, edilgen ve gözlemci bir pozisyondan, etkin ve karar verici bir role geçiş yapar. Hastanede bir refakatçi olarak başladığı yolculuk, onu kendi iç dünyasıyla ve toplumsal normlarla yüzleşmeye iten bir dönüşüme dönüşür. Bu süreçte, "Tanrı Oyuncağı" ifadesiyle yüzleşmesi, gerçeklik algısını ve kendini algılama biçimini sorgulamasına yol açar, bu da onun dönüşümünün........

© T24