menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Cazla düşünen, Balkanlarla konuşan müzik filozofu Vasko Atanasovski: Geleneksel müzik bana nasıl boyun eğmemem gerektiğini öğretiyor

14 1
05.05.2025

Diğer

Konuk Yazar

05 Mayıs 2025

Müzik eleştirmenlerine göre o, “Slovenya’nın sunduğu en iyi şey!” “Saksafon taşıyan bir Jim Morrison!”, “Doğu ve Batı arasında enerji ve duyguyla dolu bir köprü” ve hatta “Yeni bir müzikal iklim.”

Sloven besteci, müzisyen Vasko Atanasovski, cazdan klasiğe, rock’tan etnik müziğe uzanan çok katmanlı üretimleriyle uzun yıllardır dünyanın dört bir yanındaki sahnelerde yer alıyor. Onu farklı yapan müziğini düşünceyle, felsefeyle yoğurması. Sahnede doğaçlama müzikle felsefi anlatıları buluşturduğu Arthanatos ve Philo Klang gibi projeleri, onun müziğe, varoluşsal bir alan olarak yaklaştığının kanıtı.

Sanatçının son projesi TRANSBALKANIKA ise, Balkan coğrafyasının çok kültürlü mirasını çağdaş bir anlatıyla bir araya getiren sınır ötesi bir müzik kolektifi. Onun da söylediği gibi: “Yugoslavya’nın dağılması dünyayı köklü biçimde değiştirdi. Sadece siyasi yapı değil, müzik sahnesi de çöktü… Ve sanıyorum bu nostaljik etkileri tamamen yeni bir dünyaya, bambaşka bir dile aktararak kendi müziğimde yeniden dönüştürdüm.”

Şimdi Hıdırellez zamanı! Ve işte bu zamanlar da ülkemize “Balkanlardan soğuk hava kütlesi” yerine sımsıcak müziği gelir. 8 Mayıs’ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nda grubu Vasko Atanasovski TRANSBALKANIKA ile vereceği konseri öncesi Atanasovski ile yazıştık.

Müzikal yolculuk ne zaman ve nasıl başladı?

Vasko Atanasovski: Aslında her şey çok erken başladı—beş yaşındayken keman çalarak. Bir yanda, büyüdüğüm ortamda Yugoslavya’nın güçlü müzik geleneği vardı; ki bu gelenek ben hayata atılmaya çalışırken çöktü. Diğer yanda, daha ilkokuldayken cazla tanıştım; benzer bir müziği kendim yaratma arzusu duydum. Genç yaşlarda, bilindik ve sık kullanılan yollardan sapıp kendi sesimi aramaya başladığım bir yolculuğa çıktım ve bu yol beni bağımsız albümlere ve uluslararası iş birliklerine götürdü.

Kariyerimin farklı dönemleri var fakat bir noktada tiyatro müziğiyle tanıştım ve bir süreliğine albüm yapmayı bırakıp saksafon ve flütle turnelere çıkan bir müzisyene dönüştüm. O dönemde cazdan rock’a, Çingene müziğinden avangarta kadar birçok grupta yer aldım. İşte bu süreçte farklı müzik dillerine hâkim bir icracıya dönüştüm. Ardından yeniden kendi üretimime döndüm; orkestralar ve klasik topluluklar için besteler yapmaya başladım. Vasko Atanasovski Trio kuruldu ve ilk kez vokalist olarak sahneye çıktım. On yıl boyunca dünyanın birçok yerinde konser verdik. Derken birdenbire eski Yugoslavya coğrafyasının kapıları tekrar açıldı ve bu bölgelerde daha sık sahne almaya başladım. Yolculuk hâlâ sürüyor ve bir sonraki durağın neresi olacağını bilmiyorum ama merakla bekliyorum.

Felsefe ile müziği birleştirdiğiniz projeleriniz ilgi çekici. Felsefe doktoru Magdalena Germek ile çalışmanız ve projelerinizden bahseder misiniz?

Vasko Atanasovski: Magdalena Germek’le iş birliğimiz, ölüm ve sanat temalarını merkezine alan Arthanatos adlı felsefi-müzikal tiyatro projesiyle başladı. O, sahnede felsefi bir anlatı sunarken ben de doğaçlama müzikle bu düşünsel akışa eşlik ediyorum. Hâlâ sahnelenen bu proje, beklediğimizin ötesinde ilgi gördü.

Philo Klang ise bu iş birliğinin daha interaktif ve terapötik bir versiyonu gibi. Günümüzün yabancılaşma, tükenmişlik gibi psikolojik sorunlarını felsefi bir çerçevede ele alıyoruz. Ben de bu anlatıya ses manzaralarıyla eşlik ederek izleyicide kişisel bir katarsis yaratmaya çalışıyorum. Bunlar bana müziğin düşünceyle ne kadar derin bağlar kurabileceğini tekrar tekrar gösterdi.

Dijitalleşen bir dünyada, sanatsal üretim süreciniz nasıl değişti? Özellikle internet ve sosyal medyanın, bir sanatçı olarak özgünlüğünüzü koruma çabanız üzerindeki etkileri neler oldu?

Vasko Atanasovski: Yaratıcı fikir, enstrümantal ve bestecilikle ilgili çalışmalarımda daima yol gösterici olmuştur – müzik aracılığıyla yanıtlamaya çalıştığım belirli bir soruyla başlar her şey. Doğru soruları sorabilme yetisinin, özgünlüğün önünü açtığına inanıyorum. Fakat dijital dünya giderek daha fazla, sorular sormadan yanıtlar sunuyor ve bu durum, sanatsal üretimde pasifliği besliyor; tüketim odaklı bir zihniyeti güçlendiriyor. Bu dijital gelişmelere baştan karşı olduğum anlamına gelmiyor elbette. Aksine, ben de internet ve sosyal medyadan faydalanıyorum; bu sayede başka sanatçılarla bağlantı kuruyor, farklı yaratıcı içeriklerle karşılaşıyor ve bir topluluk hissi geliştirme imkânı buluyorum. Ancak tüm bunların işe yarayabilmesi için bilinçli bir şekilde yaklaşmak şart. Teknoloji, doğru kullanıldığında çok güçlü bir araç olabilir; ama sanatçının kendi öznel dünyasını aktif olarak inşa etmesi gerekir – dijital dünyanın öznesine pasifçe teslim olmadan.

Müziğiniz, sık sık kültürlerarası etkileşimlerle şekilleniyor. Peki modern toplumlarda giderek artan bireycilik ve küresel standartlaşma gibi eğilimler bu etkileşimleri nasıl etkiliyor? Sizce Balkan müziği gibi geleneksel bir çerçeveyi modern biçimlerde sunmak bir tür kültürel direniş sayılabilir mi?

Vasko Atanasovski: Modern toplumlarda küresel standardizasyon, ciddi bir sorun ve müzik endüstrisi de bu sürecin güçlenmesinde büyük bir rol oynuyor. Kültürel direniş elbette önemli, ama beni daha çok müzikal başkaldırı yönlendiriyor – çünkü müzikal formun kendisi de standartlaşmaya direnmelidir. İlginçtir, geleneksel müzik bu tek tipleşmeye karşı güçlü bir karşı duruş sunuyor. Saf bir özgünlükten doğan ve ruhun kendini ifade etme ihtiyacından beslenen geleneksel müzik , bana nasıl boyun eğmemem gerektiğini öğretiyor. Ben de kendi yorumum aracılığıyla bu sahici, içten gelen ifade ihtiyacını yaşatmaya çalışıyorum.

Müziğinizi dinlerken “yuva” hissi aldığım parçalarınız oldu. Sizin için “yuva”........

© T24