menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Volkan Konak ve sahnede 'ani kalp ölümü' üzerine...

41 1
10.04.2025

Diğer

Konuk Yazar

10 Nisan 2025

Volkan Konak

(Bu yazıyı okurken birkaç hatırlatma)

Bu yazıyı sahnede hayatını kaybeden bütün insanlar için yazmaya çalıştım. Planım, genç insanların spor yaparken ölmeleri konusunda yazmaktı ama Volkan Konak’ın hepimizi üzen ölümü ve video görüntüleri üzerinden başlayan tartışmalar, bu konuda görüş bildiren bazı uzmanlar nedeniyle bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bu yazı, özel olarak Volkan Konak’ın sahnedeki ölümünü esas alan bir yazı değil; onun ölümü nedeniyle “ani kalp ölümü” konusunda yazılmış genel bir yazıdır. Ancak yine de yeri geldikçe, Volkan Konak’ı incitmemeye özen göstererek bazı düşüncelerimi paylaşacağım. Sonuç olarak tek mesajı olmayan uzun bir yazı oldu…

Ani ölüm, görünüşte sağlıklı bir insanda beklenmedik ya da beklenmeyen ölümdür. Volkan Konak’ın ölümü de ani ölümdür. Bu kadar tartışılmasının nedeni, yalnızca çok tanınması ve/veya çok sevilmesi değil; hayatını kaybetmiş diğer sanatçıların ölümünden artı ve farklı olarak yaşananların görüntülenmesi ve bu görüntülerin sosyal medyada dolaşması nedeniyle başlayan tartışmalardır.

Bu türden, yani sahnede rastlanılan bu ölümlerde izleyicinin yaşadığının “korku şoku” bir kilisede yaşandı. Otuz beş yaşındaki Barbara Weldens, 19 Temmuz 2017 tarihinde Fransa’nın güney batısındaki Lot bölgesi Gourdon'da düzenlenen Léo Ferré Festivali kapsamında Cordeliers kilisesinde sahnedeydi ve her zamanki gibi çıplak ayaklıydı. Bu güzel kadın, sahneden seyircilerin ayaklarının dibine düştü. Acil servis ekipleri bu düşmeden birkaç dakika sonra müdahale ettiler ama kalp-solunum durması sonucu hayata döndürülemedi. AFP’nin haber takibinde, kalp krizi ile elektrik çarpması arasında gidip gelinen tartışmada son söz otopsiden çıktı; elektrik çarpması sonucu kalp durması. Tartışmalar o kadar uzadı ki, sahnede elektrik kaçağı, hava durumu ve daha bir çok şey tartışıldı. Bu ani genç ölümü ardından elektrik kaçağının asıl neden olarak ortaya konması, yani ölümün bir kaza sonucu olması, insanları “durduk yere öldü” diye düşünmekten uzaklaştırdı. Bunun böyle olması, yaşayanların tesellisiydi.

İnsan, bazen yakın gelecekte ölecek olan bir hasta ile birlikte yaşamak zorunda kalabilir. Bu durumun en önemli sonucu; ne kadar acı olursa olsun, insanın kendini bazı gerçeklere hazırlayabilecek zamanının olmasıdır.

Meyyite karşı son görevlerini yapan, yani cenaze işlemleriyle uğraşan insanların, görece metanetini koruyabildikleri ve bu kadar kederliyken bile daha sakin kalabildiklerine bazen tanık olmuşuzdur. İnsan bedenini saran süreğen/müzmin bir hastalık varken -yani henüz ölüm gerçekleşmemişken- hasta yakınlarının benzer örneklerden edindikleri tecrübeler, eş dost akraba tesellisi, sağlık personelinin açıklamaları, dini inanç sistemleri ve kültürel yapı gibi faktörler, ölüm sonrası yaşanan travmayı dışa vurmayacak düzeyde -ama kederinin şiddetini ve süresini bilemeyeceğimiz- görüntü vermelerinde etkili olabilir. Ve belki de ölümü bekleyen hastaya yapılan en yeni tıbbi tedavinin etkisiyle, onu bazı günler daha iyi, bazı günler daha kötü görerek, bu hastalığı yenebileceği veya yenemeyeceği düşüncesinin tekrarıyla yaşadıkları çalkantılı dönemde ruhsal yorgunluğa girdikleri için ölümü daha sakin karşılayabilirler. İnsanın her gün “ölüm”ün farkında olması ve mutlak çaresizliği, hüzünlü korkunun kederli seremonisi nedeniyle yorgun düşmesine neden olur. İnsan, ölüme alıştırır kendini.

Ölüm gerçekleştikten ve cenaze işleri bittikten sonra yokluğunu kabullenip yas sonrası bir an önce normalleşmeye bizi iten yaşama iç güdüsüdür. Bu refleks de bir nebze sakin davranmamızda etkili olabilir. İnsan, ruhunda biriktirerek fazla yer kaplayan ve her gün ölümü hatırlatan tanıklıkların yükünü attıktan sonra, en sonunda hayata kaldığı yerden devam eder. Ancak bu her zaman başarılamaz. Yani, insan ne kadar dindar veya ne kadar bilimsel referansları esas alırsa alsın, ölüm gerçekliğini, en iyi başka bir insanın ölümüyle yeniden hatırlar ve mümkün olduğunca bu travmatik süreci uzun yaşamama eğilimindedir. Ölümü bilen ve yine de ölmeyecekmiş gibi davranan yalnızca insandır. Diğer canlılar, ölümlü bir canlı olsalar da geleceklerini öngöremezler.

Bir insanın ölümünü, yine insan yorumlar. Ancak, ölüm olayı gerçekleştikten sonra ölümü yorumlayan bu insanın, iyi niyetli görünen ve meyyitin hayattayken kendisi hakkında yapılacak bu yorumlara tutumunu hiç bir zaman bilemeyeceğimiz ve bazen yaşının ileri olması nedeniyle, bazen hastalığının türü nedeniyle, bazen fiziksel yapısı nedeniyle ve bazen de koşulları nedeniyle “Allah herkese böyle bir ölüm nasip etsin” veya “öldü de kurtuldu” veya “çok çekti zavallı, ailesi de perişan oldu” veya “çok yaşlıydı zaten” şeklinde ve meyyitten bağımsız olarak sarf edilen bu sözleri, her ölümün erken olduğunu düşünerek kimsenin söylemeye hakkı yoktur. İnsan, ölen bir insan için ancak ve ancak iyi şeyler dileyebilir. Eğer kaybedilen insanın ardından bir şey söylenmek isteniyorsa “Allah rahmet eylesin” veya “ışıklar içinde uyusun” veya “nur içinde yatsın” gibi dileklerde bulunmaktır. Yakınlarına da “başınız sağ olsun” demek dışında bir şey söylemek meyyite saygısızlıktır. Artık yaşamayan bir insanın yaşamını nasıl ve hangi koşullarda sürdürmesi gerektiğine, ölümü takdir etmeye inanç açısından kimsenin hakkı yoktur. Ayrıca, bilimsel olarak bir insanın yaşadığı sürenin uzun veya kısalığına biz bakmayız. Yapılacak tedaviden yarar görüp görmeyeceğine bilimsel çalışmalar ve etik açıdan karar veririz.

İnsan, mezarlıktan evinin yolunu tutarken, ölümü hatırladığından hayatını yeniden kurgular (mı?) İnsanın, ölümlere tanıklıklarına rağmen, onu yok sayabilme ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam edebilme yeteneği vardır. Bu yeteneği sayesinde; para biriktiriyor, yatırım yapıyor, sevişiyor ve daha iyi bir yaşam için mücadele veriyor, bireysel ve toplumsal ideallerinin peşinde koşabiliyor. Hatta insan “ölenle ölünmüyor” diyerek kendisinin ölüme karşı tavrını net ortaya koyup yok sayıyor… Sonra da doğal yaşam çizgisinde ölüme karşı geliştirdiği bu tuhaf umursamazlık sayesinde yaşamaya devam ediyor.

* * *

Görünürlüğü fazla olan insanların “aniden” ölüm travmaları, aynı zamanda toplumsaldır. Hem ölüm nedeninin ve hem de ölüm şeklinin konuşulması, insanları endişelendirebilir. İnsanların üzülmesi yanında, onları korkutan “acaba benim veya yakınlarımın başına da bu ani ölüm gelir mi?” sorusuna vereceği yanıtın “olabilir”liğidir. Soruyu soran, yanıtı biliyordur. Evet! Böyle bir şey sizin de, benim de başıma gelebilir ama maalesef bunun zamanını bilemeyeceğiz.

Ani ölüm, psikolojik veya maddi hiçbir hazırlık imkânı bırakmaz insana… Çoğu zaman, ölen kişinin son istekleri kendisiyle asla konuşulamadığından her şey oldukça karmaşıktır ve bu da ölümle ilgili formalitelerin yerine getirilmesini zorlaştırır. Şok halindeyken, bir cenaze töreni düzenlemek son derece yürek parçalayıcı olabilir. Müzmin hastalık nedeniyle beklenen ölümlerden farklı olarak, insan için en korkunç olanı ani ölümlerdir. Yaşından bağımsız olarak ani ölümlerin her zaman ruhsal etkileri daha yıkıcı olmuştur. İnsanın aniden meydana gelen ölüm karşısındaki çarpık ve savruk duruşunun nedeni; kabullenmekte zorlandığı ve yaşadığı dehşeti henüz içselleştirebilecek gerekçeleri kendine sunmuş olamamasıdır. (Bu arada çocuk ölümleri konumuz dışındadır.) Bir vaka olarak karşılaştığımız bu durumun kabullenilmezliği, ölümün değişmez mutlaklığını hatırlamamız ve yalnızlık duygusuyla birlikte, travma yoğunluğunu beynimizin henüz algılayacak bir zamana sahip olamamasıdır. Ölüm o kadar bilinmezliktir ki muğlak bile değildir. Böyle bir........

© T24