Kürt sorunu ve demokrasi
Diğer
01 Mayıs 2025
Türkiye tuhaf bir ülke. Bir yanda giderek artan baskı, yargı eliyle muhalif sesleri susturmaya yönelen ana muhalefet partisinin belediye başkanlarını, barışçı gösteri yapma hakkını kullanan gençleri, bir partinin Cumhurbaşkanı adayını cezaevine koyan, tam bir otoriter rejim olma yolunda hızla yürüyen bir iktidar ve buna karşı direnen, demokrasi, özgürlük mücadelesi veren, gençlerin önemli bir rol oynadığı halk var. İktidar, halkın çoğunluğunun desteğini yitirmiş, rıza üretmekten vazgeçmiş, baskı, şiddet yoluyla iktidarını sürdürmeye çalışıyor.
Öbür yanda ise “terörsüz Türkiye” sloganı altında yürütülen bir açılım süreci var. Orada başka bir dünya var. Her şey toz pembe. Çağrılar yapılıyor, ziyaretler gerçekleştiriliyor, topluma barış dolu iyimser mesajlar veriliyor. Her ziyaret çok iyi, çok olumlu geçiyor.
Açılım süreci silahların bırakılması gibi dar bir alana sıkışmış. Bunun içinde demokrasi, Kürt sorununa barışçı bir çözüm getirilmesi, bu amaçla bir müzakere sürecinin başlatılması yok. Kürt sorununun çözümü için demokratik bir çerçeve gerekiyor. Ancak demokrasi, hukuk devleti, insan haklarının geçerli olduğu bir Türkiye’de Kürt sorununa kalıcı bir çözüm bulunabilir.
Başka uluslararası örneklerde de görüldüğü gibi, Kürt sorunu gibi kimlik sorunlarının çözümü bir demokratikleşme süreciyle el ele yürütülmekte. Güney Afrika bunun iyi bir örneği. 1990’da iktidardaki Ulusal Parti ile Mandela’nın Afrika Ulusal Kongresi arasındaki görüşmeler aynı zamanda bir demokratikleşme sürecine yol açtı. 1994’te ilk kez demokratik seçimler yapıldı. Bu seçimlerle Afrika Ulusal Kongresi oyların yüzde 62’sini alarak iktidara geldi. Nelson Mandela devlet başkanı seçildi. Arkasından yeni bir demokratik anayasa yapıldı. Geçmişin acılarıyla hesaplaşmak için bir hakikat komisyonu kuruldu. Apartheid sorununun çözümüyle demokratikleşme birbirlerine paralel olarak, birlikte ele alındı.
Bizde ise bunun tam tersi oluyor. Açılım süreciyle demokratikleşme birlikte değil, ters yönde yürüyorlar. Açılım süreci ilerledikçe iktidar baskıyı arttırıyor. Demokrasiden daha fazla uzaklaşıyoruz.
Ters yönde gelişen bu iki süreç birbirinden bağımsız, ayrı kompartımanlarda yürütülüyor. İktidar bloku böyle istiyor ve bunun mümkün olduğuna inanıyor.
Gerçekte her iki süreç de iktidarın, iktidarda kalma, var olma stratejisinin parçaları. Bir yandan Cumhurbaşkanlığı’nın en güçlü adayı saf dışı bırakılırken, öbür yandan Kürt oylarına göz kırpılıyor. Aynı zamanda DEM........
© T24
