menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

At nalının gizemli tarihi

15 2
02.03.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

02 Mart 2025

Biliyorsunuz, binlerce yıldan çok yakın yıllara kadar ticaretten savaşlara, yolculuklardan tarıma kadar çok alanda yararlandığımız at başta olmak üzere tüm binek hayvanları sayesinde insan günlük hayatını zenginleştirmiş, işlerini kolaylaştırmış, üretimini arttırmış, yolculuklarla çevresini tanıma yolunda kültürünü zenginleştirirken yaşamına konfor katmış.

Atların ilk kez nerede ve ne zaman evcilleştirildiği konusunda yapılan araştırmalar aralıksız devam ediyor. Bu konuda farklı görüşler ve evcilleşme sürecini 10 Bin yıl önceye götüren kaynaklar olsa da son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar 6000 yıl öncesini işaret etmekte! Fransa’daki Paul Sabatier Üniversitesi’nde antik DNA’lar üzerinde yapılan kapsamlı araştırmada atların yaklaşık 6200 yıl önce Kuzey Kafkasya bölgesinde evcilleştirildiği, MÖ 2200 civarında da Orta Avrasya’nın bozkırlarında, Volga ve Don nehirleri civarında atların insanlarla birlikte yaşadığı sonucuna varılmış.

Aynı konuda Cambridge Üniversitesi bilim insanlarınca yapılan bir araştırmada da atların 6000 yıl önce Ukrayna otlakları, Güneybatı Rusya ve Batı Kazakistan’da evcilleştirildiğini anlatan yayın yapılmış.

Uzmanlara göre atlar esaret altında kolayca çiftleşip üreyemedikleri için bu yıllarda yabani kısraklar, evcilleştirilmiş at sürülerinin arasına katılıyormuş.

Fosil kalıntıları üstünde yapılan çalışmalar göstermiş ki erken yıllarda evcilleştirilen at soyları çok uzun süre binicisinin ağırlığını destekleyemeyecek kadar küçükmüş. Evcilleştirildikten sonra yaklaşık 5000 yıl boyunca göçebe kabileler tarafından günlük yaşamda eti- sütü ve gücü için kullanılan at türleri melezleme yoluyla değişim geçirmiş, cinsleri değişmiş; boyu ve ayak açıklığı artmış.

Atın bilinen ilk ikonografisi MÖ 2100 yıllarına ait bir Babil gravüründe görülmüş ve at o yıllarda “Doğu eşeği” olarak anılıyormuş.

MÖ 1900'lü yıllarda Antik Mısır'a ulaştığı düşünülen at sonraki yıllarda Kuzey Afrika’ya yayılmış; bu kültürlerde ata “bereket”, bir tür “kutsal değer” ve yararlı iş gücünden dolayı “erdem” atfedilmiş.

İskandinav mitolojisindeki büyülü ve mistik bir rol kazanan atların varlığını arkeolojik veriler de desteklemiş, MÖ 1500 civarında Kuzey Avrupa'da atların varlığı kanıtlanmış. O yıllarda kazılan mezara ölüyle birlikte atı da diri diri gömülüyormuş.

MÖ 800'Lü yıllara gelindiğinde binek hayvanlarının sırtına kuşakla tutturulmuş, keçeden yapılmış basit bir dikdörtgen örtü şeklinde “eğer” takılmış.

MÖ 200'de Çinliler eğer tasarımını değiştirerek daha kullanışlı hale getirmişler. Aynı yıllarda Hindistan’da biniciler çıplak ayakla bindiği için üzengisi olmayan eyerler icat edilmiş. Bunlar eğere bağlı olarak atın iki yanına asılı iki çemberden oluşan şekildeymiş; çemberi tutacak şekilde kalın ipliklerle dikilen üzengilere yalnızca her iki ayağın başparmakları sokuluyormuş. Bu sistem çift taraflı bir sıkıştırma oluşturduğu için binicinin altından kayma olasılı yokmuş.

Eğer takmak binicinin at üstündeki konforunu ve hakimiyetini sağlamış ama atın koşturulması sonrasında toynaklarında ortaya çıkan acı ve sürtünmeyle oluşan yıpranma uzun süre koşmasını engelliyormuş. Görülmüş ki, doğal hayatta atlar nalsız olarak yaşıyor görünseler de yavaş bir tempoda hareket ediyor, koşmaya zorlandıklarında aşınan ayak tabanları yüzünden kolay av oluyorlarmış. Bu sorun çok uzun yüzyıllar boyunca zihinleri kurcalamış olmalı ki insan beslediği atlarla uzun mesafe seyahat edebilmeyi çok eski yıllardan beri düşünmüş ve hem zayıf olan toynaklarını koruyacak hem de uzun mesafeli verim alacak şekilde çözüm yolları aramaya başlamış.

Eğerle MS 400 yılında karşılaşan Romalılar “sella” adını vermişler ve yoğun olarak günlük yaşamda kullanmışlar.

Sırada atın dişleri arasındaki boşluğa takıldığında binicinin doğrudan baskı uygulamasını sağlayarak hakimiyetini kuran, gerektiğinde durduran “gem” varmış; evcilleştirilen, daha doğrusu köleleştirilen hayvanlara hükmetmeyi sağlayacak tasarımlar yavaş yavaş gelişiyormuş.

Nalın keşfi insan aklının en işlevsel tasarımlarından biri olarak iş gücünden yararlanılan hayvanlardan maksimum verim alınmasını sağlamış; zaman süreci içinde katır, eşek, öküz gibi hayvanlar için uygulanmış.

At nalının ortaya çıkmasından yüzlerce yıl önce Asya'da deriden ve bitkilerden örülen patik şeklindeki toynak kılıfı genellikle tedavi amaçlı kullanılmış; bu ilkel at ayakkabısı yaralı toynaklara koruma sağlamasının yanında olası yaralanmalara karşı koruma sağlıyormuş.

Aynı yüzyıldan günümüze ulaşan tıbbi içerikli bir Çin kaynakta at bakımıyla ilgili bölüm içinde atların tırnaklarının üç ayda bir kesilmesi ve kenarlarının düzeltilmesi sağlık verilmiş. Sağlıklı tırnaklar için susam yağı, balmumu ve bitkilerden yapılmış merhemler önerilmiş. Ayaklara deri sarmanın aşınmayı azaltacağı, tabanı koruyacağı, toynağın temiz ve kuru kalmasını sağlayarak çatlamayı önleyeceği belirtilmiş.

2006 yılında Çin'de yapılan bir arkeolojik kazıda MÖ 400'e tarihlenen deri kayışlarla dikilmiş tek parça deriden oluşan bir tür ata giydirilen ayakkabının bulunması bilinen en eski at toynağını koruma örneklerinden biri olarak kayıtlara geçmiş.

Yunan tarihçi Herodot’un MÖ 5. yüzyılda İskitler hakkındaki gözlemlerinde Ukrayna civarında yaşayan göçebe insanların, atlarının toynaklarını sert zeminden korumak için keçeye sardıklarını anlatmış.

Atların ayaklarının altındaki hassas toynaklarına takılan nal yumuşak zemine iyi tutunmasını sağlamasının yanında sert zeminde sürtünmesini önleyerek hız kazandırmış, at gücünün kullanılmasında müthiş bir verimlilik sağlamış ve belki de insanın en önemli tasarımlarından biri olarak medeniyetin oluşumuna çok önemli katkı sağlamış.

Atlarına değer veren Romalı biniciler kendi ayaklarına bağladıkları sandaletlerden esinlenerek deri ve metal karışımından yaptıkları tasarımı atların toynaklarına takarak deri kayışlarla tutturmuşlar ve terleyen-üşüyen hayvanlarını örtülerle donatmışlar.

İlk çivili nalın mucidi her zaman bir gizem olarak kalsa da........

© T24