Bir yazar kendinden ne kadar uzaklaşabilir?
Diğer
09 Şubat 2025
Dostoyevski
Tolstoy'un Anna Karenina'yı yazarken zorunlu kalmadıkça çalışma odasına kimseyi almadığı, yemeğini bile kapının dışına bıraktırdığı anlatılır. Ancak bir süre sonra hiç sesinin çıkmamasından endişe eden yakınları içeri girdiklerinde onu yerde iki büklüm büzülmüş, hüngür hüngür ağlarken bulmuşlar. Neden ağladığı sorulduğunda ise, gözyaşları içinde "Anna Karenina öldü!" yanıtını verdiği rivayet edilir. Orhan Kemal de El Kızı romanını yazarken zaman zaman gözyaşı döktüğünü söylemiştir. Daha yakınlardan, Mahir Ünsal Eriş, Tatil Kitabı adlı romanını yazarken -ki anlattığı coğrafya benim de doğup büyüdüğüm o neşeli coğrafyadır- gün içinde yazdıklarını akşam annesine okuyup onayını aldığını, son bölümü okurken kendisinin gözyaşlarına boğulduğunu söyler, bir söyleşisinde.
Yazarlar kendini mi yazar ya da yazdığıyla tamamen özdeşleşir mi sorusu anlamsız elbette; bunun böyle olmadığını biliyoruz. Ancak yukarıda andığım ve daha da çoğaltılabilecek örnekleri de düşünerek şunu sormaktan kendimi alamıyorum: Bir yazar, yazarken kendinden ne kadar uzaklaşabilir? Hayatına tanıklık ettiğim ya da tanıdığım bir yazarsa bu soru çok daha çarpıcı hale gelir benim için. İz sürerim kendimce. Hiç tanımadığım ama hayatını biraz olsun araştırma, inceleme olanağı bulduğum yazarların yapıtlarını okurken de kendinden ne kadar uzağa gidebildiğini merak ederim.
Dostoyevski, hayatını merak ettiğim, yaşamı ile yazdıkları arasındaki bağı anlamak için hakkında yazılmış türlü kitapları okuduğum ve yukarıdaki sorunun yanıtını aradığım yazarlardan. Bugün onun 144. ölüm yıldönümü. Ne uzun zaman, bir buçuk asra yakın! Ancak yazdıkları hâlâ o kadar taze ki. Henry Miller, bir dönem yasaklanmış kitabı Oğlak Dönencesi'nde "İlk kez Dostoyevski okumaya giriştiğim gece yaşamımın en önemli olayıydı. İlk aşkımdan bile daha önemli bir olay. Bu benim insan ruhuna ilk göz atışımdı ya da Dostoyevski bana ruhunu açan bir adamdı desem daha........
© T24
