menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Ve yalnızca yazmak istiyorum, içimden geçen her şeyi”

19 3
12.01.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

12 Ocak 2025

Selim İleri, “Bazen suç işlediğimi düşündüm yazı yazarken. Yani niye bunları yazıyorum, neye yarıyor diye…” demişti, Sanat Kritik’te, kendisiyle söyleşen Irmak Zileli’ye. Her yazar zaman zaman kelimelerinin, cümlelerinin kendi içinde doldurulamaz uçurumlar açtığını düşünür. Bin bir emekle oluşturulmuş o cümleler kopan bir tesbihin taneleri gibi dağılır, ışıltısını yitirir ve olmasa da olur hissi gelip yazarın göğsüne çöreklenir. Oysa gerçek öyle değildir; o kelimeler, o cümleler okura ulaştığında bambaşka anlamlarla büyür; boşlukları doldurup onarır, tıpkı suya atılan taş gibi dalga dalga yayılır ve okurun zihnine, duyarlılığına karışır. Yazmak, başka bir bağlamda, evet suçtur; insanın ruhunun derinliklerine ışıldaklar yöneltmek, en karanlık köşelerine ayna tutmak, kendinin bile çoğu kez ürkerek bakmak istemediği mahremiyetine izinsiz girmektir, yazmak. Büyük yazarlar bu suçu işlerler.

Selim İleri’yi, kimi zaman yazmakla suç işlediği sanısına kapılan o duyarlı kalemi, hayatımızın “kırık deniz kabukları”nı “hayal ve ıstırap” içinde toplayan yazarını yitirdik. Kederin ve acının damarı edebiyatımızda derinse onu en çok kazanlardan biri Selim İleri’ydi. Kelimelerin içinde gizlenen hüznü en iyi hissedenlerden biriydi; bu hissedişle cümle cümle ördüğü hikâyeler ve romanlar aracılığıyla hepimizin kalbinde ve zihninde eşsiz yazınsal tatlar bırakmayı bilmişti. İleri, kendine yolculuk yapan ve bundan yapıtlar üreten bir yazardı, ruhunun tenha köşelerinde yaşayan mahrem duyguları, hayatını biçimlendiren iç yankılarını okuruna cömertçe sunan bir yazardı: “Sevmekle başlayan her şey sonunda acıya dönüşecek, sonunda kirli, savruk, paramparça eriyip dağılmış, öylece, artık bir daha onarılmamak üzere bırakıp gittiğimiz o kadar çok sevgi, o kadar çok aşk, arkadaşlık… Yine uğultuyla esiyor rüzgâr, yine akşamüzeri, yine rüzgârdan da kötü sessizlik çığlığı. Ben bir başıma bu satırları yazıyorum; yarın da!”

Yarın… Onun yapıtlarında umutsuzluğu sevgiyle, kederi aşkla sarmalayan bir yarın oldu hep. Artık onarılmamak üzere… dese de “Başka bir yarında, gerçekten ‘yarın’ diyebileceğimiz o günde, başka bir hayatta onarabilir miydik?” Onarmak sevgiyi büyütmektir ama yarın bambaşka bir şeye de dönüşebilir o duygu: İnsanı insan yapan tek şey belki de sevmekti ve çoğu kez, sevmek karşılıksız kaldığında bir karasevda romanı olup çıkıyordu hayat. O karasevda romanları, sonra çapraşık, çıldırtıcı, ölümcül aşklar. Yıllar yılı hepsini bir rüya gibi duyumsadım.”

Eray Ak ve Sibel Oral’ın K24 için yaptıkları söyleşide yaşamını bir benzetmeyle şöyle betimlemişti: “Bir fanusun içindeyim, doğru, fakat........

© T24