menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dünden Bugüne ‘Al İşte İstanbul’ (2): Çetin Altan sağ olsaydı eminim mutlu olurdu

19 1
23.12.2025

Diğer

Konuk Yazar

23 Aralık 2025

Fotoğraflar: Mustafa Çakırtaş

Ahmet Rufai Sokak’tan Haliç’e doğru inip, Albayraklar Sokak’tan Unkapanı yönüne doğru yürüyoruz. Az sonra, Çukur dizisinin çekildiği Balat’ın meşhur Lonca Mahallesi’ne ulaşıyoruz. Yol üstünde, üzerinde Yeşilçam kahramanlarının çizili olduğu bir duvar görüyoruz. Duvarda oyuncu olmayan tek kişi Che Guevera. Belli ki duvarı solcu birisi resmetmiş.

Çetin Altan, 55 yıl öncesinin Lonca’sını şöyle anlatıyor:

“İstanbu’lun değişiklik arıyan zenginlerinden bazılarının buralara kadar uzanıp tefli zurnalı raks alemleri tertiplediklerini hep duyardık. Burada da biz yine cümbür cemaat çocuklar karşıladı. Hemen hemen bütün evlerin kapıları pencereleri açıktı. Her birinin önünde dizi dizi kadınlar kızlar oturuyorlardı. Rengarenk orta kırat binaların arasına çamaşırlar asılmıştı. Koyu renkli yağız bir delikanlı çıplak bir eşeğe binmiş koşturuyordu. Loncalılar süpürge yapıp satmakta, eski toplamakta mahirdiler.

Mahallerinde bir de neşeli gevrek bir halleri vardı ki insanın hepsiyle hoşbeş edesi geliyordu. Bazan aralarında kavga da eder:

- Senin kocan sana ne aldı, benimki bunu aldı, diye başlıyan ve kocaların mahrem başarılarını dahi bütün teferruatıyla dile getiren söz yarışmalarına girerlermiş.”

Günlerden salı ve Balat’ın pazarı. Ustaların gezisinin üstünden 55 yıl geçmesine rağmen, değişmeyen tek mekân bu açık pazar herhalde. Pazarın içinden geçerek meşhur Toparlak Kahve’ye geliyoruz. İstanbul’un en eski kahvehanelerinden biri. Adını mekânın yuvarlak yapısından almış. Duvarlarında, eski gazetelerden kesilmiş futbolcu ve güreşçi fotoğrafları var. Ortaklarından biri eski milli güreşçi Necdet Uçar’mış.

Necdet Bey, kahvehaneye haftada bir gün gelebiliyormuş. Şimdilerde 90’lı yaşlarında olmalı. Biz bu bilgileri kahvehanenin işletmecisinden alırken diğer masalarda oturanlar da bize katılıyor ve sıcak çay eşliğinde bir güzel sohbet ediyoruz.

Yenikapı sahili, Çetin Altan’ın anlattığı dönemden bu yana en fazla değişim gösteren yerlerden biri. Sahilin, Yenikapı’dan Bakırköy’e kadar olan bölümünde deniz doldurularak geniş bir alan yaratılmış. Aksaray’dan Yenikapı’ya döner dönmez, şehirlerarası vapurların yanaştığı büyük bir iskele yapılmış. Bakırköy istikametine doğru ilerlediğimizde parklar ve meşhur miting alanıyla karşılaşıyoruz.

Çetin Usta Yenikapı sahilini şöyle anlatıyor:

“Özellikle pazar günleri sahil yoluna akın eden insanlar artık onlarla ilgili değildirler. Yenikapı'nın molozlu kırlarında aileler piknik yapıyor, arabacılar atlarını gezdiriyor, dükkânsız bir otomobil tamircisi motoruyla şasesi çıkartılmış bir taksinin dört kazık üstüne oturmuş karoserini çekiçliyordu. Rıhtım insanlarla kıvıl kıvıldı. Dondurmacılar, ayrancılar, balık kızartanlar, fıstıkçılar, salatalık satanlar kaplamıştı her yeri. Aşağıda sandalla motorlar veriliyordu kiraya. Uzakta demir atmış iri mavnalar duruyordu. Bir adam Birinci Dünya Savaşı'ndan kalmış uzun çift boynuzlu bir topçu dürbünüyle yirmi beş kuruşa bunları seyrettiriyordu meraklılara. Bir ihtiyar kadranlı bir yer baskülü koymuştu önüne. O da adam tartıyordu yirmi beşe. Ayrancı, lastik tekerlekli bir arabanın üstünde iki küçük direğe iki tarafından tutturulmuş beyaz, musluklu bir fıçıda satıyordu ayranı. Aşka geldikçe fıçıyı, musluğunu kapatıp kendi mihveri etrafında fıldır fildır döndürüyordu. Baloncular uskumru dolması satanlar, sakızcılar bağırıp çağırıyorlardı. Çoluklu çocuklu aileler, evlilik hayalleriyle sıcaklaşan, yan mahallelerden çıkma flörtler, rıhtımda, rıhtımın altındaki kayalarda pıtraklaşıyordu.”

Yenikapı sahili zaman içinde çok değişse de kullanım amacı ve şekli temel olarak aynı kalmış. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu alana pek çok tesis kurmuş. Bu tesislerin arasında kafeler ve büfeler de var. Güzel havalarda, çevre halkı buraya akın ediyor. Yeşille ve ağaçla buluşabilecekleri belki de tek mekân burası. Yasak olmasına rağmen çimlerin üstüne kilimler serilip, piknik çantaları açılıyor. Mangal yakanları görmek hala mümkün. Bayramlarda ve hafta sonlarında seyyar satıcılar da alanda yerini alıyor.

Belediye ekiplerinin tüm çabalarına rağmen piknikçiler engellenemiyor. Mustafa ile vardığımız sonuç, piknik yapmak, doğa ile buluşmak bir insan hakkıdır ve çevreye zarar vermemek koşuluyla piknik yapanlara müdahale edilmemeli. Toplu ulaşımla gidebilecekleri yakında bir yer yok ki…

Bir sonraki durağımız olan Samatya’ya ulaşmak için, eski tren yoluna paralel yürüyoruz. Marmaray projesi tamamlanınca bu hat iptal edilmiş. Oysa Halkalı’dan Sirkeci’ye uzanan ve yıllarca hizmet vermiş bu hattın da seferlerine devam etmesi daha iyi olmaz mıydı? Artık bu hattın istasyonları birer atıl binaya dönüşmüş. Hat boyunca inşaat makineleri çalışıyor fakat ne yaptıklarını pek anlayamıyoruz.

Yolumuza ana cadde yerine, eski tren istasyonuna paralel devam etmeyi tercih ediyoruz. Çetin Altan kitabında, Ahırkapı ile Kumkapı arasında, surların arasına gizlenmiş koca bir fabrika gördüğünden bahsetmiş. Bu güzergâhta benzer bir yapıya rastlamadık........

© T24