İki şovmen bir sahne: Trump ve Zelenski ya da siyasal bulantı
Diğer
07 Mart 2025
Trump’la Zelenski’nin Beyaz Saray’da, Oval Ofiste, basının, dolayısıyla kamuoyunun gözleri önünde dünya siyaset ve diplomasi tarihinde görülmemiş bir şekilde tartışması, ardından Ukrayna Devlet Başkanının mekânı terk etmesi, derken eskilerin ‘mezellet’ dediği türden bir mektupla, ‘ben yaptım sen yapma’ demesi muhakkak ki, şaşılacak bir şeydir ama sadece şaşırmak isteyenler için. Muhtemelen her iki devlet başkanı da öyle bir ortama girerken böyle bir şeyin olabileceğini bir ihtimal olarak düşünmüştü. Kendilerini tutmadılar, tersine, saldılar ve içinde bulundukları durumun, o kaosun, o arbedenin insanları, yani şaşırmak isteyenleri şaşırtmasını istediler.
Böyle bir muhakemede, hayır, şaşıracak bir şey yok. Yok, çünkü, her iki devlet başkanı da televizyon, gösteri ve eğlence dünyasından geliyor. Her iki devlet başkanı da bizzat ve bilfiil ülkelerinin televizyon ekranlarında en çok izlenen, kendilerine şöhret kazandıran programlar gerçekleştirmiş insanlar olarak buluşmuşlardı. Onların anladığı, katıldığı ve gerçekleştirdiği televizyon, daha doğrusu eğlence programlarının bir tek özelliği var: insanları şaşırtmak! İnsan bir noktadan sonra şaşırmak, aldatılmak, yanıltılmak isteyen bir varlık. Eğer öyle bir nitelik taşımasaydık, ahir zaman peygamberlerinden Yuval Noah Harari, malum ve meşhur kitabı Homo Sapiens’te, insan soyunun devamlılığını sağlayan, o devamlılığı bir topluluk ruhuna dönüştüren asli unsurun ateşin başında toplanıp öykü anlatmak olduğunu söylemezdi.
* * *
Türkçede hak ettiği karşılığı bulamasa bile, daha 1967’de yazdığı Gösteri Toplumu (La société du spectacle) kitabıyla içinde yaşadığımız dünyaya bugün de eskimeyen, en önemli teşhislerden bazılarını koyan, Fransa’da 1968’i hazırlayan en sivri (düşünce) örgütlerinden Situationist International’in parlak ismi, Socialism ou Barbarie (Sosyalizm ya da Barbarlık) grubundan Guy Debord, andığım kitabında kapitalist dünyada, gösterinin her şeyin önüne geçeceğinin ilk sinyalini vermişti.1968 ruhuyla sarılıp sarmalanmış kitabında, içinde yaşadığımız çağda gösterinin egemen sınıfın imgelerinin (images) belirlediği bir toplumsal ilişkiler ağı olduğunu söylüyordu. Gösteri basit bir olgu değildi. Karmaşıktı. Özünde toplumsal etkileşimi ve iletişimi barındırıyordu, ama o iletişimin aracı, hâkim sınıfların imgeleriydi. Gösteri, hâkim sınıfın imgeleriyle gerçekleştirilen bir tür egemenlik kurma sistemiydi. İkincisi, gösteri varsa temsil (representation) vardı. Gösteri bir şeyin temsiliydi ve artık fiili olan ve yaşanmış her şey bir temsile dönüşmüştü, temsilin bir ögesi hatta öznesi haline gelmişti.
Sonunda, su götürmez, tartışma kaldırmaz biçimde böyle bir dünyaya eriştik. Gerçek, yerini temsiline bıraktı. Neredeyse ‘hayatımız gösteri’ dememiz gerek. Sabahtan akşama kadar televizyonların karşısında hayatımızın temsilini izliyoruz. Bir yandan yaşıyoruz ama onun fazla bir önemi yok. Televizyon ekranı yaşadığımızı bize bir ‘vodvil’ olarak yansıttığında ayağımız suya erip gerçeği anlıyoruz, ama anladığımız gerçek değil, gerçeğin kendisi değil, temsili. Televizyonlar kendimize bir parodi içinde bakmamızın aracı. Şu akşamdan sabaha kadar devam eden ‘tartışma meydan savaşlarında’ da ne yazık ki, sanılanın ve iddia edilenin tersine, ’gerçekler ele alınmıyor’ gerçeğin temsile dayalı olarak yeniden üretimini izliyoruz. O da gerçeğin ‘silinmesinden’ başka bir şey değil.
Siyaset de o temsilin bir başka düzlemi. Nasıl yemek veya evlilik veya ‘ben bilmem eşim bilir’ programında gerçeğin kendisini değil, onunla, gerçekle, ilişkisi koparılmış bir temsili izliyorsak, siyaset de bu tertibin bir parçası, onun da gerçekten koparılmış temsiline kendimizi kaptırıyoruz. (Onca........
© T24
