menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Batı demokrasilerinde kriz varken Suriye bilmecesi nasıl çözülecek?

16 1
14.01.2025

Diğer

Konuk Yazar

14 Ocak 2025

Demokrasi, eski Yunan uygarlığından insanlığa miras kalan bir yönetim anlayışı. Ancak dünya bugünkü demokrasi değerleriyle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tanıştı. Eski Yunan’da şehir devletleri köleci toplumlardı. Forumlarda serbestçe konuşabilenler, şehir yönetimine katılabilenler köle sahibi imtiyazlı vatandaşlardı. Yunan uygarlığından sonra gelen Roma’da da sınıflar katı şekilde birbirinden ayrılmışlardı. Kölelerin ve vatandaşlık hakkı olmayan paryaların toplumsal işlere katılımı mümkün değildi. Roma’nın meşhur senatosunda siyasi kararlar alabilenler, köle sahibi imtiyazlı bir avuç zengindi.

Roma’dan çok sonra, İtalyan şehir devletlerinde (prenslikler) kralın veya prensin mutlak otoritesini sınırlayan parlamento deneyimleri ile tanışıldı. Parlamento terimi de bu dönemden miras kaldı. Ama bunlar da esas olarak feodal devletlerdi. Aynı dönemlerde İngiltere’de Magna Carta kabul edilerek kralın yetkilerini kısıtlandı. Ama güç uzun süre sadece kralın ve aristokratların (lordlar) tekelinde kaldı.

Bugünkü anlamda bir anayasadan yetki alan ilk cumhuriyetler 18’inci yüzyılın sonlarında gerçekleşen Amerikan ve Fransız devrimleri ile kurulabildi. Yönetimlerin seçmene hesap verdiği Fransa, ABD ve İngiltere, her şeye rağmen Batı’da demokrasilerin erken şafağı olarak kabul edilebilir. Ama bugünkü anlamda demokratik yönetimler için daha iki yüzyıl geçmesi gerekecekti.

İkinci Dünya Savaşı’nda liberal demokrasilerin totaliter rejimler karşısında üstünlük sağladığına inanılır. Savaş sadece liberal demokrasilerle yönetilen ABD ve İngiltere ile Nazi Almanya’sı, faşist İtalya ve militarist Japonya arasında geçseydi, bu tez doğru kabul edilebilirdi. Ama Nazi Almanya’sının yenilgisinde en büyük pay sahiplerinden biri, kendisi de totaliter bir ülke olan Sovyetler Birliği’dir. Savaştan sonra ABD ve SSCB kendi nüfuz alanlarını yaratarak dünyayı ikiye böldüler. O yüzden dünyanın bir bölümünde liberal demokratik rejimler kurulurken, diğer bölümünde sosyalist rejimler kuruldu. Demokrasiler dünyanın yüzölçümü esas alınırsa azınlıkta kaldı. Kamuoyunda dikkatler hep Batı’ya çevrili olduğu için bu gerçek çoğu zaman gözden kaçırılır.

“Demir Perde” Churchill tarafından Avrupa’daki bölünmüşlüğü tanımlamak için kullanılan çarpıcı bir ifadedir. Oysa sadece Avrupa’da değil Asya’da da halklar arasına ideolojik duvarlar örüldü. Demir perde batıda Almanya’nın ortasından geçerken, Askersizleştirilmiş Bölge (DMZ) olarak adlandırılan bir hat benzer şekilde Kore’nin ortasından geçti.

ABD’nin nüfuzu altındaki bölgelerde demokratik rejimler kuruldu. Bunların en başarılıları Batı Almanya ve Japonya’dır. İşin paradoksal yanı bu rejimler tepeden inmişti. Her iki devletin anayasası da ABD tarafından yazılmıştı. Savaşta tümüyle tahrip olan bu iki sanayi ülkesi kısa zamanda ayağa kalkıp eski ekonomik güçlerine kavuştukları gibi, gıpta edilecek demokratik rejimler haline de geldiler. Arkadan beklenmedik şekilde Güney Kore yükselmeye başladı. Bir zamanlar dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan ve tarihinin hiçbir döneminde cumhuriyet ve demokrasi deneyimi yaşamamış olan Güney Kore yarım asır içinde dünyanın en önemli ekonomik ve teknolojik güçlerinden biri haline gelirken (dünyanın 10 veya 11’inci büyük ekonomisi), bir yandan da birinci sınıf bir demokrasi (dünya sıralamasında 15’inci) inşa etti.

Oysa Türkiye Kore’den çok daha önce yola çıkmıştı. İlk ağır sanayi atılımlarını otuzlu yıllarda başlatmış, çok partili demokratik deneyime 1950’de başlamıştı. 1952 yılında Güney Kore halkını savunmak için Amerika’nın yanında savaşırken NATO’ya üye olmuştu. Ama Türkiye Atatürk’ün hayallerini süsleyen muasır uygarlık seviyesine (aydınlanma, kalkınma ve demokrasi) ulaşmayı bir türlü beceremedi. İlk anayasasını 1876’da kabul eden, meşrutiyeti 1908’de, cumhuriyeti 1923’te ilan eden, meşrutiyet sonrası yaşanan kısa ve sorunlu dönem hariç tutulacak olursa, çok partili rejime 1950’de geçen Türkiye’nin 2025’te bulunduğu yer belli. Ülkede hâlâ demokrasi yok. Hâlâ hukuk devleti değiliz. Vatandaşlarımız hâlâ çağdaş hak ve özgürlüklerden yararlanamıyorlar. Hâlâ sanayi devrimini gerçekleştiremedik. Bu alanlarda kazanılan mevzilerin bir kısmı da kaybedildi. Türkiye’de endişe verici bir geriye gidiş var.

Demokratik rejimler orta gelir seviyesini aşan müreffeh ülkelerde kök salıyor. Belki bu yüzden, belki de bir doğu toplumu olarak özgür bir sistemde yaşamayı içimize sindiremediğimizden dolayı, demokrasi olamadık. Ama bizi diğer doğu toplumlarından ayrılan önemli bir yanımız var. Onlar Batı kültürünü ve değerlerini reddederken, biz cumhuriyetin........

© T24