Yetenek mi emek mi?
Diğer
19 Ocak 2025
Çocukken ailem bana küçük bir elektronik org aldı. Nasıl çalınması gerektiği yönünde hiçbir yönlendirme olmadı. Kendi kendime kurcalaya kurcalaya çözdüm. Zamanla kulaktan bilindik ezgileri çalmaya, hatta kendi bestelerimi yapmaya başladım. Sonra özel hoca tutuldu. Bana nota okumayı o öğretti. Verdiği en büyük armağan ise şefkat oldu. Nice çocuk, piyanoda yanlış tuşa basınca bankada güvenlik ihlali yapmışsın gibi tepki veren hocalar yüzünden piyanodan soğumuştur; soğumasa bile öğrenim hayatının devamında beyni korkudan adeta katılaşmış, algısı yavaşlamıştır. Kulakları çınlasın, Meral Hamamioğlu, pamuk gibi bir öğretmendi. Onun sabrı ve şefkati sayesinde müzik öğrenme süreçlerim hep kolay ve akışkan oldu. Meral öğretmenim 1,5-2 yıl sonra aileme “bu çocuğa öğretebileceğim hiçbir şey kalmadı. Konservatuvara gönderin” demiş.
O zamanlar Türkiye’de 4 konservatuvar vardı: biri Ankara (Hacettepe), biri İzmir (Dokuz Eylül), ikisi İstanbul’da (Mimar Sinan ve İstanbul Üniversitesi). Önce Ankara’yı denedim. Sınav dönemi değildi. Ailemin ricası üzerine Ankara Devlet Konservatuvarı’nın birkaç hocası bir araya gelip yeteneğimi sınamayı kabul etti.
O sırada hem notadan Mozart’ın Türk Marşı, Beethoven’ın Für Elise’si gibi eserler çalıyordum; hem de kulaktan ailemin, çevremin sevdiği popüler eserleri çalıyordum. Onlarca sayfa bestelerim vardı. Doğaçlama yapabiliyordum. Bunlara bakacaklar ve bende bir ışık görecekler diye umdum. Öyle olmadı. Odaya girince beni piyanoya oturtmadılar. Piyanoda bir hoca oturuyordu. Bir tuşa bastı. O tuştan çıkan sesi ağzımla vermemi istedi. Daha önce hiç böyle bir şey denememiştim. Alakasız bir ses çıktı ağzımdan. Ortam bir garipti. O güne kadar müzik yapmak benim için hep neşeli, keyifli bir vesile olmuştu; insanlar yaptığım müzikten mutlu olurdu. Şimdiyse mahkeme salonunda yargılanmak üzereymişim gibi ciddi bir hava vardı. O hoca sonra başka bir tuşa bastı, o sesi ağzımla vermemi istedi. Onu da yapamadım. Birkaç kez denedikten sonra “yeterli” dediler, beni dışarı çıkarmak istediler. Bestelerimi getirmiştim. Birini çalmak için izin istedim. İsteksizce “peki” dediler. Başladım. Yarıda kestiler. Beni dışarı çıkardılar ve aileme görüşlerini bildirdiler.
Annemle babam odadan çıktıktan sonra arabaya bindik ve bana içeride konuşulanları anlattılar. Hocalardan bir tanesi ben bestemi çalarken “bu çocuktan harika piyanist olur, eller çok müsait!” demiş. Bir diğeri “Aksine, bu çocuğun elleri mahvolmuş! Piyano çalamaz” demiş. Piyano bir yana, asıl onlar için belirleyici olan kulak sınavının sonucu olmuş: “Tek sesleri doğru verebilseydi çift sesler, sonra akorlar soracaktık; ama bir tek sesi bile ağzıyla doğru veremediğine göre müzik yeteneği yok. Hakan gibi yüzlerce çocuk geliyor bize. Başka bir alana yönelmesi iyi olur” demişler.
Ağladım. Ama “demek ki yeteneksizmişim” diye ağlamadım. Beni okula almadılar diye ağladım. Zira ben kafama koymuştum: müzik okuyacaktım ve müzisyen olacaktım. “Yetenek” diye bir konseptle işim yoktu. Müzikle uğraşmaktan büyük zevk alıyor ve ömrümü bu işe adamak istiyordum.
Sonra öğretmenim beni çalıştırdı, kulağımı ve sesimi eğiterek “kulak sınavı” dedikleri şeye hazırladı. Tek bir sesi ağzımla tekrar edemeyen ben, aynı anda basılan 3, 4, hatta 5 sesli bir akorun seslerini ayırd edip tek tek verebilir hale geldim. Bunun üzerine diğer konservatuvarların sınavlarına girdim.
İzmir’de güzel bir sistem vardı: sınavdan önceki hafta, konservatuvarın hocaları, adayları çalıştırdılar. Bazı yüksek sınıf öğrencileri de sağ olsunlar, yardımcı oldular. Sınav konser salonunda oldu. Hocalar seyirci koltuklarında, karanlıkta oturuyordu. Kaç kişi oldukları, yüzlerinin neye benzediği, bizden ne bekledikleri anlaşılmıyordu. O yaştaki bir çocuk için ürkütücüydü. Işıl ışıl olan sahnede yere çizilmiş oklar vardı. Bir ses o okları takip etmemi istedi. Spotun altına kadar yürüdüm. Orası da ayrı bir mahkeme salonu gibiydi! Yine bir hoca piyanoda sesler basarak beni sınadı. Heyecanlandım. Her zaman yapabildiklerimi yapamadım. Kazanamadım.
Sonra İstanbul. Önce Mimar Sinan’ın sınavına girdim. Mükemmel bir sınav verdim. Öyle ki, hoca hiç bir sorusunu tekrar etmedi. Normalde sınavda bir çocuk çalınan bir sesi doğru veremezse kendisine bir şans daha tanınır, aynı ses tekrar basılır. O gün hiç olmadı. Ancak kazananlar listesinde adım yoktu. Neden, bilmiyorum.
Geriye tek bir okul kalıyordu. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda da çok iyi bir sınav verdim. Aileme “En çok dikkatimizi çeken çocuk Hakan” demişler. Okula kabul edildim.........
© T24
