Müziğin evrim ağacı
Diğer
16 Şubat 2025
Geçen yazımda başka bir konunun içinde parantez açarak Türkiye'deki "Batıcı-Doğucu" çekişmesine kısaca değinmiştim. Bugün sizleri bu konunun köklerine inmeye davet ediyorum.
Müzik türleri nelerdir? Nasıl meydana gelmişlerdir?
Bundan binlerce yıl önce gelişmiş bir hayvan olan insan, diğer hayvanlardan farklı amaçlara yönelik sesler çıkarmaya başladı. O güne kadar iletişim veya tepki amaçlı kullandığı sesiyle ahenk arayışına çıktı ve bundan zevk almaya başladı. Bunu yapanların sayısı giderek çoğaldı. Zamanla farklı insan grupları arasında zevk için ses çıkaranların tercih ettikleri yöntemler farklılaştı. Kimi kemikleri ve sopaları birbirine vurmayı daha çok sevdi, kimi kamışların içine üflemeyi. Kimi ağır ağır vurmayı/üflemeyi sevdi, kimi hızlı hızlı. Zaman geçtikçe, insan her konuda ilerledikçe müzik sanatında da daha ileri teknikler buldu. Müzik aletleri icad edildi. Müzik dizileri, ritimler, usuller bulundu. Teknikler farklılaştıkça, farklı yörelerin ve farklı dönemlerin tercihlere bağlı farklı stilleri veya türleri oluştu.
Hal böyle olunca, insanlar birbirleriyle iletişim kurarken müzikleri birbirlerinden ayırd etmek için kendi yaptıkları müziğe ve diğerlerininkine farklı adlar verdiler: Rus müziği, Amerikan müziği, Çin müziği... Geleneksel Türk müziği, çağdaş Türk müziği, Rönesans dönemi Alman müziği, klasik dönem İngiliz müziği... Franko-Flaman okulu, 2. Viyana okulu... Swing, Bebop, Hard bop... Pop, Funk, Trash...
Herhangi bir türün oluşum hikayesine mercek tutarsak şöyle bir tabloyla karşılaşırız: Günlerden bir gün, belli bir yörede yaşayan ve belli bir müzik türünün içine doğmuş olan bir müzisyen, o türe yabancı yeni bir şeyler eklemeye başlar. Bu eklenti, çoğu zaman başka bir kültürden ödünç alınmış veya müzisyenin farklı kaynaklardan beslenmesi sonucu doğmuştur. Örneğin yeni bir makam kullanmaya başlar bu müzisyen, var olan bir makama farklı bir şeyler katarak, veya yeni bir usul. Belki daha önce kendi yöresinde kullanılmamış bir ritim veya bir akor? Belki yeni bir müzik aleti icad eder, önceki çalgılardan birini geliştirerek, bu da o yörenin müziğinde teknik olarak daha önce mümkün olmayan bazı müzikal ifade olanaklarını mümkün kılar: örneğin tek telli bir çalgının tellerini artırarak akor çalma imkanı kazandırır. Bu eklenti ne olursa olsun, dinleyenlerden ve meslektaşlardan ilgi görmezse, o müzisyenin özel merakı veya kişisel tarzı olarak kalır. Aksine, bu eklenti diğer müzisyenlerin de hoşuna giderse, onlar da aynı yöntemle müzik yapmaya başlarlar. Aynı şekilde müzik yapanlar çoğaldıkça, bu durum bir geleneğe dönüşür.
Bu bağlamda diyebiliriz ki, her eski gelenek bir zamanlar bir yenilikti. Her yenilik, gelenek olmaya adaydır.
Yenilik geleneğe dönüştükten çok sonra bir müzik türü olarak adı konur. Bu ad, dönemle ve yöreyle sınırlıysa bu müzik türünün neyi içerip neyi içermediğini söyleyebiliriz: İtalyan Baroğu, Alman Romantizmi, 18. yüzyıl Enderun müziği, Bayburt Türküleri, Rumeli Türküleri... İtalyan Baroğunda glissando olmaz, glissando daha geç bir dönemin buluşudur; Rumeli Türküsünde Blues olmaz, Blues başka bir kültürün malzemesidir, diyebiliriz. Ancak bu ad "Türk müziği" veya "klasik Müzik" gibi geniş bir başlıksa, zaman içerisinde evrimini sürdüren, kesin sınırları olmayan bir şeyden bahsediyoruz demektir. İçine zamanla her şey girebilir.
Müzik türleri bir anda gökten inmiş veya yerden bitmiş değildirler. Nasıl yer yüzündeki tüm canlı türleri tek hücreli canlılardan başlayıp, zaman içinde farklı dallara ayrılan bir evrim ağacı boyunca evrimleşmişlerse; dünyadaki tüm müzik türleri de ortak köklerden gelirler ve zaman içinde farklı dallara ayrılarak evrimlerini sürdürürler. Diğer bir deyişle, yer yüzündeki tüm müzik türleri kardeştir! Onlar arasında ayrımcılık yapmak, insanlar arasında ırkçılık yapmak gibidir.
Şunu da eklemek gerekir ki, insan toplulukları arası alışveriş her dönemde devam etmiş ve gelişen müzik türlerini şekillendirmiştir. Dünyanın tüm kültürleri, birbirlerine ulaşabildikleri ölçüde birbirlerinden alıp verdikleriyle şekillenmişlerdir.
"Türk Müziği" dediğimiz şey Anadolu türkülerindeki veya Itrî'nin Neva Kâr'ındaki haliyle bir anda ortaya çıkmadı. Başlangıcını tespit edemeyeceğimiz kadar eski, ilkel dönemlerden başlayıp daha ileri tekniklerin kullanılacağı, bilinmez bir geleceğe doğru gelişim çizgisini sürdüren bir müzik türüdür, diğer tüm müzik türleri gibi. Köklerinde Hitit, Urartu, Asur gibi kadim Anadolu uygarlıklarının müzikleri vardır -ki bunlar Batı müziği ile ortak köklerimizdir-. "Türk müziği" dediğimiz organik olgu, Orta Asya'dan başlayan yolculuğu boyunca Çin ve diğer Asya müzikleriyle ortak özellikler gösteren bir kişilik kazanmış, Anadolu'ya göçümüzden itibaren Yunan, Arap, İran gibi komşu kültürlerle alışveriş yaparak zenginleşmiştir, kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle doğal olarak etkileşim komşu ülkelerle sınırlı olmaktan çıkmış ve "Türk müziği" Batı Avrupa hatta Amerika gibi uzak diyarların kültürleriyle de alışveriş yapmaya girişmiştir. Her ne kadar bazı karakteristik özellikleri olsa da, onu "Türk müziği" yapan her şeyden çok, onu Türklerin yapıyor oluşudur.
Yani, "Türk müziği" dediğimiz şey tek başına ne Itrî'dir, ne Adnan Saygun, ne de Barış Manço. Bunların hepsi ve daha fazlasıdır! Bir Türk'ün yaptığı müzik "Türk müziği"dir, içinde ne olursa olsun. Bu muazzam çatının gelişimini sürdürmekte olan alt kümeleri vardır: Türk sanat müziği, Türk tasavvuf müziği, Türk halk müziği, Anadolu rock, Türk cazı, Türk popu vs.
Diğer bir deyişle, "Türk müziği" dediğimiz gelenekler bütünü, dünyanın yarısını göç ederek kat etmiş, göç sırasında ve sonrasında komşularıyla bolca alışveriş yapmış ve bugün dünyanın kalan yarısıyla da alışverişlerini sürdüren olağanüstü zengin bir hazinedir. 19. yüzyıl makam müziğimizin bir sınırı vardır, ancak "Türk müziği"nin bir sınırı yoktur.
"Klasik Batı müziği" nedir? "Türk müziği"yle kıyaslanabilir mi?
"Klasik müzik" dediğimiz şey, Avrupa'nın halk şarkılarından, danslarından ve kilise müziğinden doğmuştur. Unutmamak gerekir ki Avrupa koca bir kıtadır. Oluşması yüzyıllar süren bu kültürde kıtanın her milletinin çorbada tuzu var. Bir aydınlanma çağı geçirilmiş, bu süreçte çalgılar giderek geliştirilmiş, müzik teknikleri giderek geliştirilmiş. Anonim halk müziği dönemi kapanmış, adı sanı olan, pek çok milletten yüksek eğitimli besteciler tarafından yaratılan bir sanat müziğine dönüşmüş. Bu bestecilerin kaynak materyali başlangıçta Avrupa'nın geleneksel halk müziğiydi. Bugün tüm dünya müziklerinden beslenerek yaratmaya devam ediyorlar. Geçmiş dönemlere baktığımızda her Avrupa ülkesinin her yüzyılda kendine özgü bir klasik müziği olduğunu, bununla birlikte, hepsini tek çatı altında toplayabileceğimiz ortak özellikleri de olduğunu görürüz.
"Türk müziği" dediğimiz ise tek bir milletin üretimidir. Çok uluslu bir kıtanın müziğiyle kıyaslanması adil olmaz. Öte yandan, her millete nasip olmayacak kapsamlı bir göç haritamız, her tür kültürle etkileşime elverişli bir "köprü" olan bugünkü coğrafi konumumuz hesaba katıldığında, ortaya koyduklarımız çoğu milletin tek başına yarattıklarından daha zengindir. Halk müziğinde her yöremizin ayrı tavrı var. Güneydoğu'daki müziğimiz İran ve Arap müziğiyle ortak özellikler gösterir, Doğu Karadeniz bölgemizse Gürcistan'la. Ege ve Kuzeybatı'daki müziğimiz (Rumeli Türküleri) Yunan müziğine yakın, yer yer aynı (her iki dilde söylenen ortak türküler var). Dahası, Rumeli Türkülerini Osmanlı sarayı çevresinde gelişen klasik Türk musikisi ve onun devamı olan Türk sanat müziğinden ayrı düşünemeyiz. İstanbul'daki eğitimli müzisyenler Trakya halkından aldıkları malzemeyi zenginleştirmiştir, tıpkı Avrupa'da olduğu gibi.
Tabii bunu söylerken, milletler, kavimler, her anlamda insan grupları arasındaki çizgilerin kesin ve sabit olmadığını da hesaba katmak lazım. "Türk" dediğimiz havuzun içinde Yahudiler, Rumlar, Ermeniler de var, dolayısıyla "Türk müziği"nin içinde onlar da var. Aynı şekilde "Çek" müziği dediğimiz şeyin içinde "Bohemya" müziği var. Bohemya 1918'e kadar Avusturya'ya aitti, bugün Çek Cumhuriyetinin parçası. Antonín Dvořák bugün Çek besteci olarak bilinir, ama 1841'de doğduğunda Avusturya vatandaşı bir Bohemyalı'ydı.
Gerek Avrupa'da, gerek dünyanın geri kalanında toplumlar, ülkeler ve dönemler arası geçirgenlikleri, alışverişleri hesaba kattığımızda söyleyebiliriz ki ne Batı müziğinin, ne de Doğu veya Türk müziğinin kesin sınırları vardır. Her müzik bir diğeriyle az ya da çok ortak unsurlarla doludur. Kimisinde bazı unsurlar (örneğin makamsallık) ön plandadır, çünkü o dönemin ve o coğrafyanın insanları tarafından tercih edilmiştir, kimisinde başka unsurlar (örneğin çok seslilik) ön plandadır, çünkü o dönemin ve o coğrafyanın insanları tarafından çeşitli nedenlerle tercih edilmiştir.
Hem Duke Ellington, hem Louis Armstrong'a atfedilen, Leonard........
© T24
