menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kardelen

27 22
11.01.2025

Diğer

11 Ocak 2025

Yolculukları sever misiniz?

Yoksa onları, vücudunuzu bir yerden başka bir yere taşımak için mecburen katlanılması gereken sıkıcı zaman dilimleri olarak mı görürsünüz?

Benim için yolculuk, hayatın ayrıntılı planlanmaya pek elverişli olmayan, sürprizlere açık ve gizemli bölümlerinden biridir. Siz en fazla varış noktasını seçebilirsiniz ama oraya giderken neler görüp neler yaşayacağınızı bilemezsiniz.

Arabayla seyahat keyfi bambaşkadır. Özellikle de uzun yolda. Hele yalnızken… İnsan, hayatı ve kendini bir kez daha sorgulama şansına kavuşur. Albert Camus’nün sözleriyle, “Yolculuk, insanın kendini yeniden keşfetmesine yardım eden en büyük ve en ciddi bilimdir.”

Uzun bir ayrılıktan sonra yeniden tanımaya çalıştığım memleketimde, her fırsat bulduğumda arabayla yollara düşüyorum. Beğendiğim yerde durma, istediğim mekânda konaklama ve hiç bilmediğim bir yola girme özgürlüğünün tadını çıkarıyorum.

Ve tüm cömertliğiyle gözler önüne serilen doğanın… Renklerin yol boyunca sihirli bir dansla yer değiştirmesinin… Bazen de insanların büyük kentlerde kolay rastlanamayacak kadar duru ve net yüz ifadeleriyle, tertemiz ve saf bakışlarıyla içimi aydınlatmasının…

* * *

O gün yine yollarla gevezelik ederek ilerlerken akşamı bulmuştum. Hava kararırken yol kenarında küçük çaplı mimari bir harika misali özenle dizilmiş portakal ve mandalinaların yanında durdum.

Daha ne istediğimi söyleyemeden kusursuz bir gülümsemeyle karşılaştım. 16-17 yaşlarında, siyah saçlı, beyaz tenli bir kız, o kadar sıcak ve içten gülerek beni selamladı ki şaşırdım. Hâlâ tanımadığı kişilere bu kadar berrak bir gülümseme sunabilen insanların olması ne güzel!

Alışveriş sohbetini uzattım, sonra o yöreyle ilgili bir şeyler sordum. Aldığım cevaplara hep o dostane bakış ve gülücük eşlik ediyordu. Birkaç dakikada yol yorgunluğumun geçtiği, içimin ısındığı hissine kapıldım. Bu durumlarda pek sormadığım bir soru geliverdi nedense dilime:

- Adın ne senin?

Kızın gülümsemesi biraz soldu, başını hafifçe öne eğerek kısık sesle cevapladı:

- Belgin.

Hata ettiğimi düşünerek eski gülüş yerine gelene kadar sohbeti sürdürmeye karar verdim. Hiç zor olmadı. Yakınlarda konaklayabileceğim bir otel bulup bulamayacağımı sorduğumda ise daha coşkulu bir cevap aldım:

- Tabii ki! Dedemin çalıştığı lokantanın sahibinden oda kiralayabilirsiniz.

Başka müşteriler gelmişti. Sohbeti kesmem gerekiyordu. Kızdan yol tarifini alarak uzaklaştım.

Yine de amacım, önceden niyetlendiğim yere gitmekti. Yani kızı boşuna konuşturmuştum. Ben tarifinin tersi yönde ilerlerken, uzaktan son kez baktığım kızın yüzünde bir şaşkınlık gördüm. Biraz ilerde durdum. Birkaç saniye düşündüm. Kimdi acaba dedesi? Ailesi nasıl yetiştirmişti onu? Neydi bu küçük kızın öyküsü?

Hayat bugün beni, adını bile bilmediğim bir köye çağırıyordu sanki. Anatole France’ın büyülü cümlesini hatırladım: “Bazen yabancı yerlerde geçirilen tek bir gün, insana evinde geçirdiği on yıldan fazlasını verir.”

Hızla geri dönerek kızın tarif ettiği yola girdim.

* * *

Sigaradan sararmış parmakları ve dişleriyle dikkat çeken yaşlı adam, başlangıçta oldukça suratsızdı. Torununun tavsiyesiyle oraya gelmiş olmama aldırmadı. Ne zaman ki, benim uzun süre Rusya’da yaşadığımı öğrendi, bakışları değişti, gelip yanıma oturdu ve bana Moskova’yla ilgili bir sürü soru sordu.

Nasıl olduysa çok eskiden oralara gitmiş, altı ay kadar yaşamış, ama o aylar ömre bedelmiş… Nedenini sordum, anlatmadı, sadece pencereden uzaklara bakarak gülümsedi. Kim bilir orada hangi sararmış hayali gördü.

Artık bana müşteri gibi değil, özel misafiriymişim gibi davranıyordu. Bir ara kalktı, beklememi söyledi ve ortadan kayboldu. Epey bir zaman sonra elinde boş bir şişeyle geri döndü. Şişenin üzerinde Rusça yazılar vardı.

- Bak, bu eskiden Rusların çok sevdiği içkiydi. Öyle 40 falan değil, tam 56 dereceydi. Herkes içemezdi.

Şişeye baktım. Gerçekten de çok eskiydi.........

© T24