menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir kez daha gelincikler üzerine

44 5
19.04.2025

Diğer

19 Nisan 2025

Tam bir aydır yeni bir siyasi dönem içindeyiz. Gündüzümüz gecemiz hep sorularla, korkularla ve umutlarla dolu.

Böyle bir ortamda geçen hafta “yıllık geleneksel şokumu” yaşadım. Yine aniden o narin aşkımı gördüm ve onun bana yaşattıklarıyla, hatırlattıklarıyla bambaşka bir dünyaya taşındım bir süre için.

Öyleyse o eski yazımı -belki birkaç değişiklikle de olsa- yeniden paylaşmanın zamanıdır.

* * *

Karşılaşmalarımız hep böyle şaşırtıcı oluyor. Hep sürpriz. Hep şaşkın bir sevinç…

Tek yanlı galiba. Ama tam bilmiyorum. Belki böyle heyecanlanan sadece ben değilimdir. Belki onlar da beni gördükleri için seviniyorlardır.

Çocukluk arkadaşımdan, sırdaşımdan ve aşkımdan bahsetmenin kıyısında dolaşıyorum.

Ve bir tekil bir çoğul yazmama fazla takılmayın. O'na duyulan aşktır esas olan, Onlar dediğimiz zaman da aşkın anladığı aynı O'dur aslında.

O'ndan uzak yaşıyorum on yıllardır. Sadece mevsimi geldiği zaman büyüleyici güzelliği, erişilmez bağımsızlığı ve gururlu yalnızlığıyla kenardan bir bakışını görüyorum. Ve geçen zamanın bana verdiğini düşündüğüm gücün, soğukkanlılığın, kendini kontrol etme yeteneğinin anında berhava olduğunu hissediveriyorum.

* * *

Geçen hafta çok kısa bir tatildeydim. “Sözüm ona”, çünkü tatil deyince akla, zor ve sürekli olan bir şeylerden geçici olarak kaçıp uzaklaşma düşüncesi geliyor.

Oysa aklım, kalbin hep aynı yerde: 19 Mart… Baskılar ve direniş… Sonuç ne olacak?

Dünyanın öbür ucuna gitsem aynı his ve fikirler içinde yüzeceğim.

Hayatımızı nasıl da ele geçirmiş siyaset! Bu kadar esaret fazla değil mi? Bir seçim sürecini ölüm kalım mücadelesi olarak yaşamak normal mi?

Dünyanın öbür ucunda değilim ama son yıllarda birçok duyguma ortak olan Ege'nin kıyısındayım.

Ege deyince elbette yüce ağaçları, uçsuz bucaksız yeşilliği, büyüleyici kokusu… Ama illaki denizi…

Ne var ki O'nu, Onlar'ı gördüğümde ne dünya kaldı, ne deniz, ne seçimler, ne de az önceki ben!

* * *

Gelincik, gelincikler… Onlardan söz ediyorum.

Denizin bambaşka bir çehresini görmek ve becerebilirsem büyüleyici renk cümbüşünü fotoğraflamak için insansız bir tepeye tırmanmaya çalışırken, gözlerimi beynime bağlayan kablolarda, bakış açımın dışında ama yakınında bir yerde kırmızı benekler olduğu sinyali belirdi.

Hızla döndüm.

Evet, o! Gelincik!

Üstelik biri hemen yanımda… Ve sonra diğerleri… Yamacın bir yüzü kıpkırmızı kan damlalarıyla dolmuş.

Hemen her şeyi unuttum. Ya da erteledim. Veya o an bütün önceliklerimi değiştirdim.

Bana en yakın olana yaklaştım. Uzunca bir süre ona hayranlıkla baktım. Dokunmaya kıyamadım ama her bir milimetresini aklıma kazırcasına inceledim.

O ise hafif rüzgârla kendi dansını yapmaya devam ediyor, bir yanıyla güneşte parlayarak güzelliğini sergiliyor, diğer yanıyla gölgesindeki gizemlerin uzandığı cazibesiyle insanı kendine çekiyordu. Belki bu özgüvenli pozunun bir kenarından bana bakıyor da olabilirdi.

Zaman durdu önce. Sonra geriye sarmaya başladı.

* * *

“Senin en çok sevdiğin çiçek hangisi?”

Bu soruyu çok sevmem. “Haydi sırlarını ifşa et” çağrısına benzetirim.

İsteyen istediği gibi cevaplasın.

Gül, karanfil, lale diye tercihler sıralansın.

Bazen leylak, menekşe, açelya, sardunya, hanımeli seslendirilsin.

Papatya deyip masum bir bakışa sığınanlar çıksın.

Ya da neredeyse fısıltıyla orkide........

© T24