menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

AIDS, Gezi direnişi ve ilk ücretsiz bienalden notlar

15 1
25.09.2025

Diğer

25 Eylül 2025

İSTANBUL BİENALİ TARİHİ-VI

Dış dünyada tehditler arttıkça duygu dünyalarına daha çok yoğunlaşan sanatçılar 2010’larla birlikte bireysel kırılganlıkları ve travmalarını kişisel hikâyelerle anlatma yoluna gittiler. Sanatçılar bu dönemde daha fazla anı, beden, aile, melankoli, aidiyet gibi temalara yöneldiler.

İstanbul Bienali’nin 12. Edisyonu “İsimsiz (Untitled)” olarak 2011’de gerçekleştirildi.

Küratörler Jens Hoffmann (Meksika/ABD) ve Adriano Pedrosa (Brezilya), tematik başlıkların sanatçıları ve izleyiciyi önceden tanımlanmış bir çerçeveye hapsedebileceğini düşünüyorlardı. Bienal başlıklarını “nerdeyse her sanat yapıtını içine sığdırabilecek muğlak başlıklar” olarak eleştiriyorlardı. İzleyicilerin yapıtlarla kendi bağlarını kurmasını istedikleri için 12. Edisyon’a bir tema belirlemediler.

Hoffmann ve Pedrosa geçmiş bienallerle diyalog kurarak işe başladı. Önceki küratör ve bazı sanatçıları davet ederek “İstanbul’u Hatırlamak” başlığı altında bir konferans düzenlediler. Ayrıca önceki bienalleri ele alan bir de kitap hazırlandı. Tek bir anlatıya bağlı kalmamayı ve çok sesliği amaçlayan küratörler başlıksız bienali, kavramsal çoğulluğu ve politik mesafeyi ifade etmenin bir yöntemi olarak gördüler.

Küba doğumlu Amerikalı kavramsal sanatçı Félix González-Torres (1957–1996) 12. Edisyonun esin kaynağıydı. Kavramsal sanat ve minimalizm etkisiyle çalışan Torres’in eserlerinde çoğu zaman sosyal ve politik alt metinler, kişisel hikâyeler ve kayıplar öne çıktı. İzleyicinin kendi hayatıyla ilişki kurmasını isteyen Torres çoğu işine “Untitled” ismini koysa da bir parantez içinde bir başlığı daha bulunurdu. Parantez işleri hakkında kişisel bir ipucu verirken bir yandan da “isimsiz” kalarak izleyicinin kendi anlamını kurmasına izin vererek evrenselliğini koruyordu. Torres’in, kişisel ve evrensel arasında saydam geçişli işleri duygusal alandan politik bir kanala açılıyordu. Bu nedenle küratörler 12. Edisyonda teorik saptamalardan ziyade kişisel deneyimlerin çoğulluğundan bir sonuç elde etmeyi tercih ettiler.

İçerikten çok yapıya odaklanılan 12. Bienal’de sanatçıların meselelerini doğrudan anlatabilmesi, izleyicinin başka görsel uyaranlara takılmadan sanat yapıtlarıyla diyalog kurabilmesi için sergi mekânı yeniden tek bir alanda toplandı. Küratörler, sanatın doğrudan politik sloganlarla değil, imge ve metaforlar üzerinden politik düşünce üretebileceğini savundu. Antrepo’da her biri farklı coğrafya, tarih ve estetikle bağlantı kuran beş ayrı sergi kurgulandı: Göç, şiddet, ekoloji, kadın hareketi, HIV/AIDS ve beden politikalarını ele alan beş karma sergiden her biri, çıkış noktası olarak Torres’in belirli bir yapıtını ele aldı.

Beş serginin odaklandığı eserlerden biri Torres’in “İsimsiz”(Ross) adlı yerleştirmesiydi

Sevgilisi Ross’u AIDS’den kaybeden Torres'in minimalist şeker enstalasyonunda şekerin ağırlığı sevgilisinin ağırlığına eşit olacak şekilde tasarlamıştı. Şekerler, izleyicinin alıp götürmesine izin verildiği için sürekli azalan ve eksilenlerin yerine yenileri konarak yeniden tamamlanan bir bedeni temsil ediyordu. Her alınan şeker hem sevgilisi Ross’un bedeninden eksilen parçayı hem de AIDS’in yarattığı yıkıcı kaybı simgeliyordu.

Bu işler yalnızca kişisel bir kayba işaret etmiyordu. Şekerin paylaşılması, tüketilmesi ve tükenmesi, toplumun AIDS karşısındaki duyarsızlığının, bedenlerin görünmez kılınmasının, ölümlerin sıradanlaştırılmasının metaforik bir ifadesiydi.

Küratörler, Torres’in eserlerini dahil........

© T24