Tiyatrocu Elif Ongan Tekçe: Yan yananın bile ayrı yazıldığı buralardan başka gidecek yer yok
Diğer
05 Şubat 2025
Banu Fotocan ile Rojhat Özsoy | Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor oyunundan
Elif Ongan Tekçe'nin yazıp yönettiği ve Banu Fotocan ile Rojhat Özsoy'un rol aldığı Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor, 23 Ekim 2024 tarihinde kumbaracı50'de prömiyerini yaptı.
Felaketlerin arka arkaya geldiği, çok da uzak sayılmayacak apokaliptik bir zamanda geçen Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor, bir araya gelmesi mümkün olmayan iki insanın karşılaşmasının, yan yana durabilmesinin kıymetini anlatıyor.
Oyun, korkunun hüküm sürdüğü bir ortamda; ulaşılması gereken hedeflerin, aşılması gereken engellerin içinde sürekli düşen insan için umutlu bir gedik açmak mümkün mü sorusuna yanıt arıyor.
12 Şubat'ta Cihangir Atölye'de, 28 Şubat'ta BeReZe Gösteri Evi'nde yeniden sahnelenecek olan oyunun yazarı ve yönetmeni Elif Ongan Tekçe; oyunun yaratım sürecini, felaketler ve korkunun hüküm sürdüğü bir dünyada umut arayışını, tiyatronun toplum üzerindeki dönüştürücü etkisini ve Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor’a dair bilinmeyenleri T24'e anlattı.
- Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor’un hikâyesini sizden dinleyelim ve yazarken sizi en çok etkileyen şey neydi? Apokaliptik atmosfer, kişisel bir deneyimin ya da çağımızın gerçek bir yansıması mı?
Oyun 2020 yılında hepimizin bildiği pandemi ile mücadele ederken ilk tohumlarını verdi. Yalnızlaşma sürecimdeki kişisel deneyimim ve dünya algımdaki hızın yavaşlaması başka bir keşif olanağı sunmuştu. Bu bağlamda kendi kişisel serüvenimde başka kapılar, pencereler açıldığını söyleyebilirim. Ev kavramını, aile olmayı, yalnızlaşmayı ve insan olarak ne kadar zayıf olduğumu sorgularken; bitkilerin, hayvanların ve dünyayı bizimle paylaşan tüm varlıkların daha görünür olduğu bir yaşamın şefkatine teslim oldum diyebilirim. Bu büyük kapatılmanın içinde yazma edimim artmıştı. Gündemin getirdiği tüm olasılıklara daha uzak, belki mesafeli bir yerden deneyim kazandığımı da hissediyordum.
Ben hayatımla ilgili bunları düşünürken, yaseminlerin çiçek açarak her yeri kendi kokusuyla mest ettiği bir ortamda başka şekilde de değerlendirme yapabileceğini düşünmeye başladım. Yasemin çiçeğinin kendi dolanıklığı, hayatta kalma becerisi kendisine hayran kalmamı sağladı. O dönem Posthümanizm’e merak duyarak okumalar yapmaya başlamıştım ve çiçeklere olan ilgim olağanüstü artmıştı. Bu çaba en temelde kendi bakışımdaki eylemsizliği de sorgulamama neden oluyordu. Yarattığı kokuyla bizimle iletişim halinde olan yasemin çiçekleri tüm İstanbul’u sarmış her yerde ve herkese inat varlığını sürdürüyordu. Megakent İstanbul merkezinde bu kadar varlık gösteren yaseminler tabi ki kendisine hayran da bıraktırırdı. Eğer böylesi bir pandemi yaşamasaydık ben de bu hikâyeyi keşfedemezdim diye düşünüyorum. Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor hikâyesinin kahramanının yasemin çiçekleri olması benim için başka bir karşılaşma… Yaseminlerle bu kadar içli dışlı olduğumda şu düşünce kafamda iyice netleşti.
Dünyanın bize/insana ihtiyacı yok. Ve biz yaşamla mücadele etme istencimizi çok uzun zaman önce kaybetmişiz.
- Oyunda felaketler ve korkunun hüküm sürdüğü bir dünyada umut arayışını ele alıyorsunuz. Sizce bu umut, günümüz izleyicisi için ne kadar gerçekçi ya da ulaşılabilir bir kavram?
Umut etmek yapay bir şey değil bence. Hatta çok gerçekçi… Bakışı değiştirmek gerektiğini düşünüyorum. Tabi ki pozitif düşünmenin kendi içindeki yaralayıcı ve umursamazlık barındıran zehirli alanlarından bahsetmiyorum. Özellikle sosyal medyada yüzü görünmeyen benliklerin yıkıcılığı bu kadar etkinken. Ancak umut etmenin başka bir direnme pratiği olduğunu daha da hissediyorum. Umut et başarırsın gibi bir cümle de söylemeyeceğim. Başarma duygusunun hortlatılması da yine bu dönemin yaptırımı… Ama bu kadar kesin konturlarla umudu tanımanın doğru olmadığını hissediyorum. Umut etmek istemenin içinde bir hareket barındığını düşünüyorum. Üstelik karışık, dolaşık ve aykırı olanın bir aradalığında varlık gösterebilme gücü olduğunu düşünüyorum.
Yan yana gelmekten bahsediyoruz oyunda… Yan yana gelebilmenin yazılışının bile ayrı olduğu bir dille konuşan bir toplum olarak bunun inanılmaz zor olduğunun farkındayım. Ama eğer onu da kaptırırsak elimizde bir şey kalmayacağını hepimiz mitolojide okuduk. Bu bağlamda Çetin Balanuye’nin Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor kitabı çok yol gösterici oldu. Üzüntü, korku ve nefrete yönetildiğimiz bir ortamda, hakiki bir sevincin ya da sevince dönüşmenin var olan sınırları zorlayacağını ve verilmiş kalıpları kırmaya yarayacağını düşünüyorum. Daha önceki oyunlarımda daha karanlık bir yerden yazarken bu oyunda basit olanın büyüsünün bambaşka bir şey olduğunu fark ettim.
- Hem yazarlık hem yönetmenlik yapıyorsunuz. Metni yazarken düşündüğünüzle sahneye koyarken elde ettiğiniz sonuç arasında nasıl bir fark gördünüz?
Yazarken somut olanakları ne kadar düşünmeye çalışsanız da sahnelemede bu tam anlamıyla gerçekleşmiyor. Sahnelemede yazarlıkta olduğu gibi tek başına değilsiniz. Oyuncu, tasarımcı, mekân, insanlar, eşyalar vb. birçok dinamik oluyor. En temelde de........
© T24
