Trump, Kanada, Grönland ve Panama için neden ısrarlı?
Diğer
19 Ocak 2025
20 Ocak günü ikinci görev dönemine başlayacak olan Başkan Trump’ın daha koltuğuna oturmadan ilan ettiği proje ve tehditlerini duyduğumda aklıma ilk gelen şey, küresel ısınma sürecinde erimeye başlayarak dünya ticaretinin geleceğine yön vereceğini düşündüğüm yeni deniz yolu altenatifleri oldu. Trump gibi devlet adamlarının umursamadığı küresel ısınmanın etkisiyle ortaya çıkan ve deniz taşımacılığında yeni ufuklar açarak, taşıma süre ve maliyetlerini büyük ölçüde düşürmesi beklenen potansiyel deniz yolları, Trump’ın tarife engelleri koymaya çalıştığı Çin’in “Tek Kuşak Tek Yol” Projesinin paralel ticari bağlantılarıdır. Çin hedeflerini belirlerken, küresel ısınmanın bu yan etkisini gözünden ayırmamış, Trump da yeni deniz koridorlarına yakın ülkeleri gözünü kırpmadan hedefinde tutmuştur.
Çin Halk Cumhuriyeti son on yıldır Trump’ın hedef gösterdiği ülkelerle haşır neşirdir. Bağımsızlığını ilan etmeye hazırlanan özerk Grönland’a ender metaller başta olmak üzere yakın ilgisi vardır. Kanada ile yıllardır geliştirdiği oldukça ciddi yatırım ve ticaret anlaşmaları bulunmakta, karşılıklı yatırımlar hızla büyümektedir. Panama, demiryolları ve limanlar gibi alt yapı projeleriyle Çin’in radarındadır. Grönland ve Kanada potansiyel yeni deniz yolları üzerindedir.
Coğrafi olarak Panama’nın konumu biraz farklıdır. Yeni su yollarından birinin alternatifi olup, söylentilere göre yıllar boyunca sığlaşmış, yeni yatırımlar yapılmazsa geleceği pek parlak olmayan bir geçiş yolu haline gelmiştir. Panama’daki geçiş trafiğinin Kasım 2023 tarihinden bu yana oldukça azaldığı yine söylentiler arasındadır. Bu arada, Kızıl Deniz’deki Houthi saldırıları sonrasında çok sayıda deniz taşımacılığı şirketi Süveyş Kanalını terk ederek daha uzun olmasına rağmen güvenli yolları tercih etmeye başlamıştır.
Şimdi gelelim Arctic-Kutup bölgesinde buz beyazından maviye dönen ve küresel ısınmaya paralel olarak ticari geçişlere alternatif hale gelen deniz koridorlarına...
Çin, 1925 yılında daha Çan Kay Şek, Milliyetçi Çin döneminde, Norveç’le imzaladığı Svalbard Anlaşması ile kuzeyde, kutuplarda küçük bir bölgenin kullanım ve kaynaklarına erişim hakkını garanti altına alır. Aradan 80 yıl geçtikten sonra 2004 yılında, bu defa Çin Halk Cumhuriyeti olarak ilk Arctic üssünü söz konusu bölgedeki Yellow River Station’da faaliyete geçirir. Bu atak, Arctic bölgesine sınırı olan başta Rusya olmak üzere diğer ülkelerin de dikkatlerini çekmekte gecikmeyecektir.
İşin ilginç yanı, ülkesinden oldukça uzak bir bölgeye ilgi duyan Çin’in, Arctic bölge ülkelerine açıklamak zorunda olduğu bir gerekçesi ve açıklamasının olmamasıdır. Çin yetkilileri sonunda yeni bir gerekçe bularak kendilerine bir unvan yaratırlar, “Yakın Arctic Ülke”. Amaç, dünyanın ortak mirası olarak düşündükleri kutup bölgelerinin birinden yararlanabilmek için gerekçe yaratmak olmakla birlikte, çevre korunması, güvenlik, bilimsel araştırma gibi konuları da ileri sürüp, adımlarını gittikçe hızlandırmak suretiyle yeni kazanımlar elde etmektir.
ABD’nin doğal tepkisi ise güvenlik endişeleriyle ortaya çıkacaktır. Dünya denizaşırı ticaretinin en yoğun olduğu Güney Çin Denizi ve Malaka boğazının ticari gemiler için tek alternatif olduğu dönemde, bitmek tükenmek bilmeyen güvenlik problemi yaşayan Amerikan gemileri için yeni ticaret yolu düşüncesi yeni bir oyun planını gerektirecektir. Nazi Almanya'sının Grönland’ın sahibi Danimarka’yı işgal ettiği 1941 yılından beri Amerika’nın endişe duyduğu kutup bölgesi güvenliği, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrasında farklı bir anlam taşımaya başlamış, NATO’nun da ciddi olarak dahil olduğu bölge bir anda stratejik konuma gelmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri Jeolojik Araştırmalar Kurumu Raporlarına (USGS) göre, Arctic buzul bölgesi yeryüzündeki toplam kara büyüklüğünün Alaska dahil yüzde altısını kapsamaktadır. Ana kıtalardan uzak, off-shore olarak tanımlanan bu bölgede henüz keşfedilmemiş müthiş petrol ve doğal gaz rezervi bulunmaktadır. 2016 yılı itibariyle bölgede tahmini olarak 90 milyar varil petrol (mevcut rezervlerin yüzde 13’ü), 1,669 trilyon kübik feet doğal gaz (rezervlerin yüzde otuzu) ve 44 milyar varil LNG stoku (toplam rezervlerin yüzde 20’si) bulunmaktadır. Araştırma raporunda, altın, platin, kurşun, demir, bakır, uranyum ve ender metaller açısından Arctic bölgesinin tahminlerin ötesinde rezerve sahip olduğu vurgulanmıştır.
ABD Çevre Koruma Kurumu verilerine göre de, 2012 yılı itibariyle kaydedilen Arctic buz kütlesi 1979-2000 yılları ortalamasına göre yüzde 49 küçülmüştür. 2016 yılı verilerine göre bu küçülme daha da artmış, yazımın başında sözünü ettiğim iki potansiyel kuzey geçiş koridorundan geçişi kolaylaştırabilecek seviyelere ulaşmıştır. Gözlemler, güçlü buz kıran gemileri ile bu geçişlerin yakın zamanda tamamıyla deniz trafiğine açılabileceğine işaret etmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, Ağustos- Eylül 2016 yılında Alaska-Kanada Kuzeybatı Deniz Yolundan hareket eden Crysal Line isimli Amerikan lüks Cruise gemisi 1070 yolcu ve 655 mürettebatı ile bu geçiş yolunu kullanarak 32 günde Atlas Okyanusuna ulaşmayı başarmıştır.
Uygun limanlar ve iç kesimlere bağlantı yolları olmaması nedeniyle yeterli altyapıya sahip bulunmayan bu koridorun ilerde Panama kanalına alternatif olarak ticari taşımacılığı daha cazip hale getireceği düşünülmektedir. Destek hizmeti sağlamak üzere halihazırda Amerika’nın sahip olduğu buzkıran gemisi sayısı araştırma amaçlı kullanılan Polar Star ve Healy olmak üzere sadece ikidir. A.B.D bu alanda Kuzeydoğu Deniz Yoluna hakim, nükleer buzkıran gemileri olan Rusya’ya göre oldukça geri durumdadır. Buna rağmen 2011-2015 yılları arasında Kuzeybatı koridorundan 75 gemi geçmeyi başarmıştır. Günümüz verilerine göre bu yol Panama kanalı geçişine göre 4 gün daha avantajlı durumdadır.
Kuzeydoğu Deniz Koridoru bu açıdan daha iyi durumda. Avrupa ve Asya arasındaki seyahat süresini Süveyş Kanalına göre 10 gün daha kısaltan bu yol, gelecekte ticari taşımacılık için daha güvenli ve hızlı bir alternatif olabileceği görüntüsü veriyor.
ABD’nin 1971 tarihli Milli Güvenlik Memorandumu, Arctic bölgesi öncelikleri olarak çevresel olumsuzlukları en aza indirmeyi, deniz taşımacılığı ile uzay araştırmalarının önünün açılması yoluyla bölgesel güvenlik ve işbirliğini en üst seviyelere getirmeyi hedeflediğini açıklamıştır. Başkan Reagan döneminde bu üç maddeye “Bilimsel araştırmaların yapılması” dördüncü unsur olarak eklenmiştir. 2009 yılından itibaren Amerika bu bölgeyi daha fazla mercek altına alarak önceliklerini artırma yoluna gidecektir. 1941 yılında Nazi Almanya'sının Danimarka’yı işgal ettiği günlerde, ülkenin A.B.D. Büyükelçisi ile gizli bir anlaşma imzalayarak, Grönland’ın güvenliğini kontrol altına alan Amerikan yönetimi, henüz İkinci Dünya Savaşına bile girmeden bu devasa adaya ve Arctic alana olan ilgisini çok net bir şekilde ortaya koymuştur.
Arctic’e sınır ülkeler arasında bulunan Kanada, Danimarka (Grönland ve Faroe Adaları dahil), Finlandiya, İzlanda, Norveç, İsveç, Rusya ve A.B.D. 1996 yılında altı yerli halkın temsilcisiyle birlikte Arctic Konseyi kurarak, bölgesel iş birliğini başlatırlar. Konsey, çevre, bilimsel araştırma ve ekonomik işbirliğini ön plana alan bir modeli benimser. İşbirliğinin içinde askeri ve bölgesel savunma konuları özellikle yer almaz.
2013 yılında ise Çin Halk Cumhuriyeti Arctic Konseye Observer-İzleyici statüsünde dahil olmak ister.Bu isteği uzun tartışmalar sonrasında kabul edilir. Çin’li yetkililer bu yeni gelişmeden çok memnun kalırlar. Ülkelerinin Arctic bölgesindeki yasal haklarının korunmaya başladığını düşünmeye ve inanmaya başlamışlardır. Süreci dikkatle izleyen Çin, bölge için ciddi bir bütçe hazırlar. İlk iş olarak Norveç’le yaptığı anlaşmaya dayanarak Svalbard’ta Ar-ge faaliyetlerine öncelik verir. Hava sahası ve deniz geçişleri üzerindeki rolünü, yönetim hakkını ve mineraller üzerindeki sahiplik imkanlarını araştırır, değerlendirir. Gelişmeleri sessizce izler. Aynı Dünya Ticaret Örgütüne üyelik sürecinde olduğu gibi sinsice sessiz ve sakin........
© T24
![](https://cgsyufnvda.cloudimg.io/https://qoshe.com/img/icon/go.png)