Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına saldırı (2): Gayrimeşru
Diğer
06 Nisan 2025
(Yazının ilk bölümünde kişilerin hakları ve kolluğun yetkisi çerçevesinde açıklamalar yapılmıştı. Bu bölümde ise mesele ceza hukuku yönünden ele alınacak.)
Birinin hareket serbestisini kısıtlamak cebir suçuna vücut verir. Bir kişiyi bir yerde bulunmaya zorlamak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçudur. Birine acı verici veya sağlığını bozucu bir müdahalede bulunmak yaralama suçunu oluşturur. Suç tanımına uygun eylemi işlemekle ceza hukuku bakımından tipiklik şartı sağlanmış olur.[1] Ancak bu, hukuka aykırı bir eylemin varlığı için gerekli olsa da yeterli değildir. Zira olayda eylemi hukuka uygun hale getiren bir husus bulunabilir.
Herkesin aşina olduğu meşru savunma kavramından ilerleyelim. Eğer kişi, kendisine yönelik hukuka aykırı bir saldırının bertarafı için (ve bununla sınırlı olarak) karşı saldırıda bulunuyorsa bunun meşru savunma kapsamında ve hukuka uygun bir eylem olduğu söylenir. Hukuk düzeni, kişilerin kendini korumak (ve yalnızca korumak) için gerçekleştirdiği karşı saldırılar bakımından özel bir hukuka uygunluk alanı tanımlamıştır.[2] Çünkü özellikle ani gelişen hukuka aykırı müdahaleler bakımından çoğunlukla devletin yardımına zamanında ulaşmak mümkün olmayabilir.[3] Kişi, kendini korumak bakımından yükümlü değil fakat yetkilidir. Bu yetkinin sınırlarına riayet ettiği, meşru savunmanın sınırlarını aşmadığı sürece eylemleri meşru görülür.
Ancak güç (veya şiddet) kullanma yetkisi kural olarak devletin tekelindedir. Özellikle belirli bir kişiye veya topluluğa yönelmeyen saldırılar bakımından bu tekel katidir.[4] Kamu düzeni ve sağlığı vb. toplumsal değerlerin korunması ve bu yolda zor kullanılmasında tek yetkili devlettir. Devlet bu yetkiyi Anayasa’dan alır; (AY m. 2, 123, 138) öncelikle kanunlar ve buna bağlı mevzuata dayalı olarak idari ve yargısal kararlar vasıtası ve kolluğun eylemleri eliyle kullanır. Amaç, geniş anlamda kamu düzeninin korunmasıdır. Anayasa hukukunun temel meselelerinden biri, Anayasa tarafından tanınmış insan hakları hukuku ile de koşut olarak, devletin bu güç tekelini kullanırken gözetmesi gereken sınırlardır. Konumuzla da ilgili olması bakımından kişi hürriyeti ve özgürlüğüne ilişkin Anayasa’nın 19. maddesine bakılabilir. Bu düzenlemenin sağladığı özgürlük alanı Anayasa Mahkemesince şu şekilde tarif edilmektedir:
“Madde, sadece keyfi yakalama ve tutuklamaya karşı bir güvenceden ibaret olmayıp, kişiye dilediği gibi karar verip hareket edebilme olanağı sağlayan özgürlükler alanını kapsamakta ve bir kimsenin başkasına zarar vermeden, vücut ve hareket serbestisine sahip olması, dilediği gibi dolaşabilmesi ve yasayla belirlenen ve sınırlanan durumlar dışında hareket ve gidip-gelme özgürlüğünden yoksun bırakılamamasını ifade etmektedir.”
Devlet bir yandan bu özgürlük alanına müdahale etmemekle (negatif yükümlülük) diğer yandan bu alanı başka kişilerin müdahalesinden sakınmakla (pozitif yükümlülük) yükümlüdür. Burada önleme bakımından kolluk, caydırıcılık bakımından da ceza hukuku etkin bir rol oynar.
Ceza hukuku penceresinden dikkat çekici olan husus şudur: Özgürlük alanına yönelik müdahaleler “devletten” gelseler de hâlâ tipik suç eylemleridir. Buna karşın devlet, kamu görevlileri eliyle, sahip olduğu anayasal ve yasal yetkiyi kullandığı için bu işlemler ve eylemler hukuka uygun sayılmaktadır. Hakkında tutukluluk veya hapis cezası kararı verilen bir kişiyi ele alalım. Hakkındaki tedbir uygulanmaya veya ceza infaz edilmeye başlandığı anda bu kişi cebren bir cezaevine kapatılmakta ve bununla kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu bakımından tipik bir eylem gerçekleştirilmektedir. Ancak bu eylem yargı yetkisinin kullanılmasına dayandığı için hukuka uygun hale gelmektedir. Yine para cezasına çarptırılan kişi veya banka hesabına tedbir koyulan kişilere karşı gerçekleştirilen eylemler her ne kadar malvarlığına karşı suçlar bakımından tipik olsa da yargı veya idarenin yetki kullanımına dair olduğundan meşrudur.
Bu ceza hukuku realitesi, kolluğun yurttaş ile karşı karşıya geldiği olaylarda da değişmemektedir. Kolluğun zorlayıcı, engelleyici, acı verici vb. müdahaleleri esasında kişi hürriyeti, vücut dokunulmazlığı vb. hukuki değerleri koruyan suçlar bakımından tipiktir. Ancak ilgili eylemler amirin emrinin veya kanun hükmünün icrası olmalarıyla hukuka uygun hale gelebilmektedir.[5] Aynı, bireye yönelik meşru savunma meselesinde olduğu gibi kamusal yetkiye ilişkin bu hususlarda da kanunun çizdiği yetki dâhilindeki eylemler hukuka uygunluk sebebinden yararlanabilir.
Amirin emri bakımından Türk Ceza Kanunu’nun (m. 24/3) çizdiği (ekstra) sınır nettir: “Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.”[6] Konusu suç olan emrin, emri uygulayan kişinin cezalandırılabilirliğine etkisi olmaması Türkiye’nin tarafı olduğu insan hakları sözleşmelerinin de bir gereğidir.[7]
Bir insanın üzerine basan, bir insanı yerde sürükleyen, bir insanın gözüne biber gazı sıkan, bir insanın kafasına hedef alarak gaz kapsülü sıkan[8] bir polis memurunun bu eylemi ne amirin emri ne kanun hükmünün verdiği kolluk yetkisi ile meşrulaşır. Bu türden eylemler meşru savunmaya da uygun olamaz çünkü işkence niteliğindeki eylemlerle meşru bir karşı saldırı yapıldığından bahsedilemez. İşkence yasağı mutlaktır. İstisnası mevcut değildir, herhangi bir sınırlama şartı yoktur. Türkiye’nin tarafı olduğu İşkenceye Karşı Sözleşme’de[9] bu durum şöyle ifade edilmektedir:
“Her ne olursa olsun, savaş durumu, savaş tehdidi, iç siyasal huzursuzluk veya diğer olağanüstü hal gibi herhangi bir istisnai durum, işkenceyi haklı göstermek için ileri sürülemez.”[10]
İşkence suçu kabaca bir kamu görevlisinin insan onuruyla bağdaşmayan muamelesi,........
© T24
