menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Umur Talu, tarihi değiştiren 37 devrimcinin mutfağını anlatıyor: Devrimcilik, yoksunlukla tanımlanamaz!

28 1
10.08.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

10 Ağustos 2025

Umur Talu ve Ebru D. Dedeoğlu

İlginç alışkanlıkları, öngörülmesi güç hamleleri, zamanın ötesindeki fikirleriyle hafızalara kazınan devrimcilerin ne yiyip içtikleri şimdiye kadar çoğunlukla göz ardı edildi. “Devrim Mutfağı” ise bu eksikliği gideriyor ve birbirinden çarpıcı örneklerle devrimcilerin hiç bilmediğimiz yönlerini ortaya koyuyor.

Marx’tan Lenin’e, Atatürk’ten Napolyon’a, Fidel’den Deniz Gezmiş’e, Clara Zetkin’den Rosa Lüxemburg ve Behice Boran’a uzanan bir seçkiyle, devrimcilerin sadece eylemlerini değil, sofraları, damak zevkleri, yoksunlukları, doygunlukları ve tercihleri de ilk kez bu denli ayrıntılı inceleniyor.

Kimi zaman zorlu koşullarda kurulan küçük sofralar, kimi zaman gösterişli diplomatik yemekler, kimi zaman da açlıkla sınanan hayatlar… Dr. Bengi Başaran ve gazeteci Umur Talu, anılar, makaleler, tanıklıklar ve tarihi belgelerle bu sofraların izini sürüyor.

Umur Talu ile T24’te buluştuk, kitabın ortaya çıkış sürecini, 37 devrimcinin seçimindeki kriterleri, arşivlerde rastlanan şaşırtıcı ayrıntıları, süfrajetleri ve devrimle mutfağın iç içe geçtiği tarihsel dönemeçleri konuştuk.

-‘Devrim Mutfağı’nda 37 devrimcinin sofrası yer alıyor. Bengi Başaran ile birlikte araştırma süreciniz nasıl ilerledi? Arşivlere, anılara, belgelere ulaşırken nelerle karşılaştınız? Sizi en çok şaşırtan detay neydi?

Fikir aslında Dr. Bengi Başaran’a ait. Başka bir makale için çalışırken Castro’nun dondurma sevgisine rastlıyor, oradan ilham alıyor. Sonra bunu benimle paylaştığında çok heyecanlandım, hemen benimsedim. Zaten daha önce birlikte dört belgesel hazırlamıştık, çekimlerine birlikte katılmıştık. Yani birlikte çalışmaya alışkınız. İlk işimiz, bu fikrin daha önce yapılıp yapılmadığını araştırmak oldu. Bazen bir fikir aklına gelir ama meğer çoktan biri onu hayata geçirmiştir. Taradık, baktık, derli toplu bir örneğine rastlamadık. Elbette tek tek makaleler vardı. Ama bizdeki gibi hem devrimi hem de mutfağı bir araya getiren, siyasi figürlerin yemekle ilişkisine odaklanan bütünlüklü bir çalışma bulamadık. Kaynaklarımız anılar, akademik makaleler, yer yer mizahi ya da sarkastik yayınlardı. Hepsinden toplaya toplaya, düşünerek ilerledik. Sadece mutfağı anlatmıyoruz. Başlıkta geçen ‘devrim’ kelimesi boşuna değil. Her ismin hayatına göre, yemek, açlık, tokluk, gurmelik, lezzet düşkünlüğü ya da sadece bulabildiğini yiyebilmek gibi durumları metne işledik.

-Bu isimleri nasıl belirlediniz?

Dünyada “devrim” denen ne varsa, yalnızca sosyalist devrimler değil; kimi bağımsızlık savaşlarıyla iç içe geçmiş, kimindeyse bağımsızlık yönü daha ağır basmış. Hepsinin ortak paydası, devrimci bir değişim arzusuydu. Başarıya ulaşmış ya da ulaşamamış olmaları bizim için belirleyici değildi. Hindistan örneğinde olduğu gibi başarıya ulaşanlar da İrlanda örneğinde olduğu gibi ulaşamayanlar da var listede. Seçkiyi yaparken yalnızca eylemleriyle değil, aynı zamanda düşünsel üretimleriyle bu yolu yürüyen isimlere de yer verdik. Özellikle kadınlara dair seçimlerde, Emma Goldman, Clara Zetkin, Rosa Luxemburg gibi eylemci ve teorisyen kadınları dahil ettik. Ancak sadece bu isimlerle sınırlı kalmadık; örneğin Harriet Tubman gibi, devrim kavramıyla doğrudan ilişkilendirilmemiş ama yaptığıyla büyük bir dönüşüm yaratan kadınlara da yer verdik. Frantz Fanon gibi isimlerse hem bağımsızlık hareketinin öncüsü hem teorisyeni hem de bir psikiyatr olarak bu listeye çok yönlü katkı sundu. Elbette dışarıda kalanlar oldu; ama elimizden geldiğince çok sesli, çok katmanlı bir seçki yapmaya çalıştık.

-Alman filozof Feuerbach, Kant’ın “İnsan nedir?’’ hakkındaki sorusuna karşılık, “İnsan yediği şeyler üzerinden tanımlanan bir varlıktır,” diyor. Yediğimiz şeyler üzerinden mi yemediğimiz şeyler üzerinden mi tanımlıyoruz? :)

Bence her ikisiyle de tanımlanırız. Feuerbach’ın bu yaklaşımı Marx’ı da etkilemiştir. Kitapta da görüyoruz; bazı devrimcilerin zengin sofra alışkanlıkları var, damak zevklerine düşkünler. Ama Gramsci gibi bazıları açlıkla yaşamış, açlıkla ölmüştür. Yani yiyebildiğimiz kadar, ulaşamadıklarımız da kim olduğumuzu belirler.

-Tarihsel anlatılar devrimcileri genellikle yoksunlukla özdeşleştiriyor. Oysa siz Lenin’in, Castro’nun, Behice Boran’ın mutfakla ilişkisini, yaşamla bağını, neşesini gösteren detaylara da yer veriyorsunuz. Devrimcilerin bu insani yönleri neden tarihsel anlatının dışında bırakılıyor?

Evet, bazıları yapıyor. Mesela Lenin mutfakta eşinden daha iyi bir şefmiş diyebiliriz. Castro da öyle. Behice Boran, Mihri Belli, Sevim Belli gibi isimler için de geçerli bu. Hayatla bağları, neşeleri, damak zevkleri var. Ama tarih bunları neredeyse hiç görmez. Hatta bazen devrimcilerin kendileri de görmez. Devrimcilik yoksullukla özdeşleştiriliyor ama bu her zaman doğru değil. Tabii ki yoksunluk içinde mücadele ediyorsunuz ama aynı zamanda insansınız. İyi şeylere ulaşma hakkını savunuyorsanız, onları kategorik olarak reddetmek tutarsız olur. Engels’in şampanya içtiğini biliyoruz. Yani mücadeleyle hayatın küçük zevkleri arasında keskin bir duvar yok aslında. Biz biraz da bu duvarı görünür kılmak istedik.

-Devrimcilerin mutfak pratiklerini incelerken sınıf atlamanın estetik tercihlere etkisini gözlemlediniz mi? Ekmek kavgasıyla şampanya arasında gelgitler çelişki yaratmaz mı?

Bu gerilimi yaşayanlar olmuştur ama aynı zamanda çok net örnekler de var. Engels yoksulluktan gelen biri değil; bir fabrikatörün oğlu. İngiltere’de işçi sınıfının koşullarını gözlemlemesi Marx’ın teorisine ilham veriyor. Ama aynı Engels doğum gününde şişelerce şampanya tüketiyor. Etin ne kadar gerekli olduğunu anlatıyor ama vejetaryenlere de saygı duyuyor. Castro’nun hikâyesi daha başka. Gramma yatısıyla Küba’ya çıkarken deniz kabuklarını kemiriyorlar. Dağlarda ne bulurlarsa avcılıkla, toplayıcılıkla besleniyorlar. Zamanla şefleri oluyor. Havana’ya girince Polonezia restoranına koşuyorlar. Sonra bir süt, dondurma ve kamanber devrimi başlıyor Küba’da. Mücadele sürüyor ama hayatla kurulan bağ da sürüyor. Gramsci ise başka bir hikâye. Sicilya’da çok yoksul bir aileden geliyor. Sağlığı zaten kötü. Sonra Mussolini'nin tutsaklığında yıllar geçiriyor. Bolivyalı bir devrimci kadının son çorbası ya da Michael Collins’in, sevmemesine rağmen içtiği son pint bira... Garibaldi ve Troçki gibi devrimciler de geçtikleri coğrafyaların........

© T24