Tuğçe Isıyel: Her ayrılık kapanmamış hesapları açığa çıkarır; asıl acı bastırılmış olandan gelir!
Diğer
08 Mart 2025
Tuğçe Isıyel
Tuğçe Isıyel’in ilk kitabı Ya Hiç Karşılaşmasaydık’tan beri onun sıkı bir okuruyum. Anlatısını, meselelerini, hayata bakışını yakından takip ediyorum. Bir yazar olarak hep üreten, derinleşen ve en önemlisi hiç “oldum” demeyen biri… Sürekli araştırıyor, sorguluyor, hatta bazen fazla sorguluyor! ? Ama belki de tam da bu yüzden, onunla konuşmak her zaman ufuk açıcı. T24’te buluştuk. Kameralar açılmadan önce kahvelerimizi yudumlarken sohbet, hemen derin mevzulara aktı. Ayrılıklar, kuşaklar arası travmalar, ilişkilerde kadınların “kurtarıcı” rolüne soyunması, güç ezberi… Sohbetimiz sonrasında bir kez daha düşündüm: Bir ayrılık, yalnızca bir kişinin gidişi midir? Yoksa geçmişin bütün kırılmaları, bastırılmış duygular, kuşaktan kuşağa devrolan yaslar da o ayrılıkla birlikte mi patlar? Everest Yayınları’ndan yayımlanan Benim Yüzümden sadece bir ayrılığın hikâyesi değil; bir kadının kendiyle, geçmişiyle ve iç sesleriyle yüzleşmesi. Peki, insan gerçekten bir ilişkide kendini kaybettiğinde, yeniden köklenebilir mi? Sevgi, bizi iyileştirir mi, yoksa daha derin yaralar mı açar?
Sevgili okur, bana katılır mısınız bilmiyorum ama bazı kitaplar sadece bir hikâye anlatmaz. Okuyanı kendi hikâyesinin içine çeker, hiç sorulmayan sorularla yüzleşmeye davet eder. Benim Yüzümden de tam olarak böyle bir yere dokunuyor. Okudukça, belki kendi kırılma noktalarınızı, kendi “benim yüzümden” dediğiniz anları hatırlayacaksınız.
- Benim Yüzümden’de, her ayrılığın geçmişteki ayrılıkları da uyandırdığını belirtiyorsun. Büyük bir farkındalık yarattın bende. Ayrılık acısında eski travmalarla mı yüzleşiliyor?
Ebru, yüzleşebilir de, yüzleşemeyebilir de... Ama insan bir ayrılık ya da kriz yaşadığında, geçmişin hesapları kapanmamışsa, önceki yaralar sarılmamışsa, o eski hikâyeler yeniden canlanıyor. Belki de bir sonraki ilişkiye taşınarak, katman katman büyüyor. Freud’un dediği gibi, “bastırılan şey daha güçlü bir şekilde geri döner.” Bastırdıklarımız, ruhsallığımızda yer bulamadığında, başka krizlerde, başka hikâyelerde kendini gösteriyor. Aslında çözülmeyi bekliyor. Bu yüzden bazı ayrılıklar çok daha sarsıcı olabiliyor. Ama gerçekten o anki durum mu bizi bu kadar yaralıyor, yoksa geçmişte bastırılmış duyguların yükü mü oraya yansıyor? Belki de bu noktada bir “Yoksa?” koymak gerekir. Çünkü her ayrılık travmatik olmak zorunda değil. Her olumsuz deneyim de illa bir travmaya dönüşmez. Ama bir durum bizim için gerçekten sarsıcıysa, o noktada geçmişin izlerini de aramak gerek. Bazen sadece o anın acısını değil, yılların birikmiş kayıplarını yaşıyoruz.
- Ya yüzleşilemezse? Aynı döngüyü bir sonraki ilişkide de tekrar yaşar mıyız? Bu soruyu romanın ana karakteri üzerinden, biz kadınların ayrılık acısında deneyimledikleriyle bağlantılı olarak soruyorum. Benim Yüzümden kurgu, ama gerçeği yüzümüze çarpıyor. Bu noktada da mesleki deneyiminin romana nasıl sızdığını görüyoruz.
Tabii ki. Benim Yüzümden benim için yeni bir deneyim. Daha önce hep deneme türünde yazdım. Bu kez kurguya yöneldim. Ancak yazdıklarım mesleğimden bağımsız olamaz. Kuşaklar arası aktarım meselesine biraz takıntılıyım ve bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.
- Kuşaklar arası aktarım ne demek?
Kuşaklar arası aktarım, bizden önceki kuşaklardan (annemizden, babamızdan, anneannelerimizden, dedelerimizden) bize devredilen bilinçdışı miras demek. Çözülmemiş travmalar, konuşulmamış sırlar, bastırılmış acılar, aile içindeki suskunluklar… Bunların hepsi bir sonraki kuşağa taşınıyor. Bunu hissediyoruz aslında. Adını koyamasak da, dillendiremesek de içimizde bir yerlerde biliyoruz. Benim Yüzümden'deki kadın karakterin hikâyesi de tam olarak böyle bir aktarımı içinde barındırıyor. Annesinin yaşadığı bir kayıp var, hatta ondan da önce, anneannesinin anneyi suçladığı bir kayıp. Aile içinde tutulamayan bir yas, konuşulamayan bir travma, bir kırılma yaratıyor ve bu sessizlik nesiller boyunca aktarılıyor. Anne bunu farkında olmadan yaşıyor, belki adını koyamıyor ama taşıyor. Ve ister istemez, o yük kızına da geçiyor. Anne-kız ilişkisi bu açıdan çok belirleyici. Kadınlık öykümüzü annelerimizden devraldığımız gibi, onların yaslarını, acılarını da taşıyoruz. Bazen farkında olmadan onların yarım kalmış hikâyelerini tamamlamaya çalışıyoruz.
- Kuşaklar arası aktarım hamilelikte mi başlıyor?
Bu aktarım sadece hamilelikle başlamıyor, aslında çok daha önce, annenin zihninde bir çocuk fikri belirdiği anda devreye giriyor. Belki de rahme düşmekten bile önce. Çünkü biz sadece biyolojik olarak değil, duygusal ve bilinçdışı miraslarla da var oluyoruz. Benim Yüzümden'deki karakterde de böyle bir içselleştirilmiş suçluluk hikâyesi var. Kolektif bir yük taşıyor, kuşaklar arası bir travmanın devamı gibi. Bu travma aile içinde çözülemediğinde, yas tutulmadığında ya da konuşulmadığında, kendini farklı biçimlerde göstermeye devam ediyor. Karakterimiz güncelde bir ayrılık yaşıyor ama bu sadece bir ilişki meselesi değil; geçmişin izlerini de taşıyor. Aslında oldukça zorlayıcı bir ilişki içindeyken bile, sürekli kendini suçluyor. Belki ortada suçlanacak bir şey yok ama o, böyle öğrendiği için, bilinçdışında bunu miras aldığı için, okları hep kendine çeviriyor. Fakat hikâyenin ilerleyişinde, aile travmaları ve kayıplarıyla yüzleştikçe karakterin de kendi hayatındaki düğümleri çözdüğünü görüyoruz. Yüzleşme geldikçe, özgürleşme de geliyor. (Gerçi burada biraz fazla spoiler verdik, tüh! :))
- Kitaptaki kadın karakter, geçmişin yükünü sırtında taşıyor. Suçluluk duygusu adeta onun ikinci teni gibi. Kendi seçimleri mi, yoksa ona öğretilmiş, devredilmiş bir suç mu bu? İnsan, kendisine ait olmayan bir suçlulukla bir ömür yaşayabilir mi? Ve en önemlisi, bundan gerçekten kurtulabilir mi?
Evet insan kendisine ait olmayan bazı duygularla ne yazık ki bir ömür boyu yaşayabilir. İyi haber elbette bunlardan kurtulabilir. Bunun için farkındalığa ihtiyaç var. Kişi kendisinde yük olan şeylerin adını koyabilmeli. Yaşadıklarına dair neden-sonuç ilişkisi kurup, bunları sorgulayabilme cesareti gösterdikçe bir şeyler değişebilir. Değişim çok sancılı bir süreçtir, bazı canlıların deri değiştirmesi gibi, insan da o bahsettiğin 2.teni bırakabilir elbet, pek kolay olmaz bu ama olduğunda artık kendisine dayatılan hayatı değil de kendi seçtiği, emek verdiği, daha özgür bir hayatı yaşayabilir. O hayatta yine sıkıntılar, engeller, inişler çıkışlar olacaktır ama cepte kendine ait bir hayat kalacaktır.
- Ayrılık acısı, yürek acılarının en acısı mı?
Ayrılık acısı derin ve sarsıcı bir deneyim. Ancak nasıl yaşandığı, neyin kaybı olarak görüldüğü ve ona nasıl bir anlam yüklendiği kişiden kişiye değişir. Yaşadığımız her şeyin anlamını biz belirliyoruz, bu yüzden her ayrılık aynı şekilde hissedilmeyebilir. Fakat kayıp duygusu her zaman zorlayıcıdır. Eksiltir, yerine koyamayacağınız bir boşluk bırakır. Bu boşluğu dönüştürmek ve yasını tutmak gerekir, aksi takdirde........
© T24
