Johann Hari: Bağımlılığın karşıtı ayıklık değil, bağlantıdır; hem bireysel hem de toplumsal umutsuzluğun göstergesidir
Diğer
06 Nisan 2025
Johann Hari
“Peki ya bağımlılık hakkında bildiğimiz her şey yanlışsa?”
Johann Hari işte bu soruyla yola çıktı. Ailesinde yaşanan bir bağımlılık krizinin ardından, yalnızca bir maddeye değil, insanlara, topluma, hayata dair bağın kopmasının ne anlama geldiğini araştırmak istedi. Üç yıl boyunca 30.000 mil yol kat etti; Meksika’dan Vietnam’a, Vancouver’dan Portekiz’e uzanan bu yolculukta bağımlılarla, satıcılarla, uzmanlarla, kartel tetikçileriyle konuştu.
Üçüncü Göz Yayınları’ndan çıkan Kayıp Ruhlarla Savaş, yalnızca bir uyuşturucu politikaları eleştirisi değil; bağımlılık, yalnızlık, anlam kaybı ve sosyal kopuş gibi çağımızın derin sorunlarını ele alan bir araştırma. Hari, yalnızca eleştirmekle kalmıyor; Portekiz örneğinde olduğu gibi çözüm modelleri de sunuyor. En temel mesajı şu: “Bağımlılığın karşıtı ayıklık değil, bağlantıdır.”
Hari’yle online buluştuk. Yanıtlarında gösteriş yoktu ama çok net bir iddia vardı: “Uyuşturucuyu yasaklamak işe yaramıyor. Cezalandırmak yalnızlaştırıyor. Ve bu yalnızlık daha derin bir bağımlılığın zeminini hazırlıyor.” Hari'yle tanışmak, bilgisine ve entelektüel cesaretine hayran kalmamak mümkün değil. Her kitabında olduğu gibi bu kez de susulanı işaret ediyor: Kopmuş bağları yeniden kurmadan, hiçbir toplum iyileşemez.
- Sizinle röportaj yapmak benim için büyük bir heyecan. İlk sorum şu: Kayıp Ruhlarla Savaş’ta bağımlılığın kökenlerini ve uyuşturucu savaşının tarihini ele alıyorsunuz. Ardından, Kaybolan Bağlar ve Çalınan Dikkat kitaplarında ise depresyon, kaygı ve dikkat dağınıklığı gibi meseleleri araştırdınız. Bağımlılıkla modern yaşam tarzı arasında nasıl bir bağ var?
Bu harika soru için teşekkür ederim. Konu benim için çok önemliydi çünkü ailemde bağımlılıkla ilgili ciddi sorunlar yaşandı. En erken anılarımdan biri, bir akrabamı uyandırmaya çalıştığım ama başaramadığım bir sahne. Bu kitabı yazmaya başladığımda, bilinçaltımda bazı şeylerin farkındaydım ama onları henüz adlandıramıyordum. Sevdiğim insanlara yardım edememek, benim için çok sarsıcıydı. Bu yüzden Meksika’dan Vietnam’a, Vancouver’dan Portekiz’e kadar uzanan bir araştırma sürecine girdim. Brooklyn’de yaşayan bir trans bireyden Meksika’daki en acımasız kartel tetikçilerine kadar pek çok insanla konuştum. Ve bu yolculuk boyunca, bağımlılıkla yaşadığımız modern hayat arasında doğrudan bir ilişki olduğunu çok net gördüm. Çoğumuz bağımlılığı, sadece kimyasal bir mesele olarak düşünüyoruz. Sanki rastgele 100 kişiyi alıp onlara üç hafta boyunca günde üç kez eroin verirsek hepsi bağımlı olurmuş gibi. İngilizcede “hooked” (kancaya takılmış) kelimesinin kullanılması da bu yüzden. Ancak bu, gerçeğin sadece küçük bir kısmı. Beni ilk sarsan örnek Britanya’da birinin anlattığı bir şeydi: Diyelim ki bir trafik kazası geçirdiniz ve hastaneye kaldırıldınız. Orada size tıbbi olarak saf eroin, yani diamorfin veriliyor. Bu madde, sokakta bulabileceğiniz eroinden bile daha güçlü. Ama yine de bu ilaçla tedavi edilen insanların büyük çoğunluğu hastaneden çıktıktan sonra eroine devam etmiyor. Eğer bağımlılık yalnızca kimyasalla ilgili olsaydı, bu mümkün olmazdı.
- Bu durum, bağımlılığın yalnızca kimyasal maddelere maruz kalmaktan ibaret olmadığını gösteriyor. Peki, o zaman bağımlılığın esas nedeni nedir?
Farelerle ilgili yapılan deneylerden örnek vereyim. Klasik deneyde farelerin önüne iki seçenek konur: biri sade su, diğeri eroin ya da kokainle karıştırılmış su. Genellikle, fareler uyuşturuculu suyu tercih eder ve birkaç hafta içinde aşırı doz nedeniyle ölürler. Bağımlılığa dair bildiğimiz hikâye işte tam da budur: Maddeyi deneriz, hoşumuza gider, daha fazlasını isteriz ve sonunda bağımlı hale geliriz. Ancak 1970'lerde Profesör Bruce Alexander bu tabloyu sarsan çok önemli bir deney yaptı. Sorunun kimyasalda değil, kafeste olduğunu varsaydı. "Rat Park" adını verdiği ortam, fareler için adeta bir ütopyaydı: Sosyal etkileşim, bol yiyecek, oyun alanları ve çiftleşme imkânı vardı. Aynı zamanda farelere hem sade su hem de uyuşturuculu su sunuldu. Ve sonuç çarpıcıydı: Mutlu ve bağlı yaşayan fareler uyuşturuculu suya neredeyse hiç dokunmadı.
- Bir dakika, burada araya girmem gerekiyor :)Eğer bağımlılığın tamamen kimyasal maddelerden kaynaklandığına inanıyorsak, bu nasıl mümkün olabilir?
Tek başına ve yoksunluk içinde yaşayan fareler hızla bağımlı olurken, sosyal bağlar kuran, hareket özgürlüğü olan fareler aynı maddelere yönelmiyor. Bu deney açıkça gösteriyor ki: Bağımlılığın zıddı ayıklık değil yakınlıktır. Yani asıl mesele şu: Bağımlı kişi, içinde bulunduğu hayatla bağ kuramıyor. Hayatı onun için tahammül edilemez hale gelmiş. Bu bakış açısıyla, Türkiye’de ve Britanya’da uygulanan politikaların temel hataları da görünür oluyor. Biz bağımlı insanları cezalandırarak, onları dışlayarak, daha fazla acı çektirerek iyileşmelerini bekliyoruz. Ama eğer bağımlılığın kökeni zaten acıysa, biz o acıyı büyüttüğümüzde ne elde etmiş oluyoruz? Tam tersine, bu insanlara yeniden bağ kurabilecekleri bir zemin sunmamız gerekiyor.
- Bu durumun depresyonla da bir bağlantısı var mı?
Kesinlikle var. Depresyonla bağımlılık arasında güçlü bir bağ olduğunu düşünüyorum. Günümüz toplumları, ister Türkiye olsun, ister Britanya, giderek Rat Park’tan uzaklaşıyor. Daha yalnız, daha izole hayatlar yaşıyoruz. Gerçek insan ilişkileri yerini ekranlara bırakıyor. Anlamlı bağlar yerine geçici dikkat uyaranlarına yöneliyoruz. Bu da insanları mutsuz ve umutsuz kılıyor. İşte tam bu noktada bağımlılıklar devreye giriyor. Bu bağımlılık eroin, akıllı telefon, kumar olsun fark etmez . Türü değişir ama kökü aynıdır: Bağlantı eksikliği
- Kayıp Ruhlarla Savaş’ı yazarken bir çok ülkeden bağımlılar, uyuşturucu satıcılarıyla, profesörler ve uzmanlarla görüştünüz. Bu süreç sadece bağımlılığı anlamanızı değil, sizi de dönüştürmüş olmalı. Neler yaşadınız bu süreçte?
Bu deneyim beni derinden etkiledi. Özellikle bağımlılığı olan insanlara bakış açım büyük ölçüde değişti. Yolculuğa başladığımda onlara hem şefkat duyuyor hem de içten içe öfke hissediyordum. Bir yanım onların yaşadığı acıyı anlayabiliyordu ama bir yanım da “Neden bunu yapıyorlar? Neden kimse müdahale etmiyor?” diye düşünüyordu. Zamanla bu öfkem yerini daha derin bir kavrayışa bıraktı. Bağımlılığın büyük ölçüde çevresel faktörlerle ilişkili olduğunu fark ettim. Elbette biyolojik ve psikolojik boyutları da var, ancak esas belirleyici, bireylerin yaşadığı koşullar. Koşullar kötüleştikçe, bağımlılığın yaygınlığı da artıyor. Bu konuda en çarpıcı örneklerden biri olarak 2000 yılında Portekiz’i ziyaret ettim. O dönemde ülke ciddi bir kriz yaşıyordu: Nüfusun yüzde 1’i eroine bağımlıydı. ABD’nin politikalarını örnek alarak daha fazla tutuklama, daha uzun cezalar, daha fazla damgalama gibi önlemler........
© T24
