Gökçer Tahincioğlu: Sabahattin Ali cinayeti sadece bir devlet operasyonu değil, cezalandırma mekanizması; hem öldürüldü hem de unutturulmak istendi
Diğer
09 Mart 2025
Gökçer Tahincioğlu
Taksim'de yürürken her zamanki gibi Mephisto'ya uğrayıp kitapları karıştırıyordum. Bir anda gözüme bir kitap çarptı. Arka kapakta şöyle yazıyordu: Gerçekten hakikati bilmek istiyor musun? Peki, hakikate ulaşmak mümkün mü? Evet elimde tuttuğum kitap 2021 yılında Kiraz Ağacı romanıyla Yunus Nadi Ödülü’nü kazanan gazeteci Gökçer Tahincioğlu’nun Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm son kitabıydı. Sabahattin Ali cinayetini araştıran bir yazarın, kendi hakikatiyle de yüzleşmek zorunda kaldığı, kurmaca ile gerçeğin iç içe geçtiği sarsıcı bir romandı.
Ve Sevgili okur, bu kitap yalnızca bir cinayeti aydınlatmaya çalışmıyor, aynı zamanda anlatının doğasını da sorguluyor. Javier Cercas’ın "Hakikat öldürür, kurmaca kurtarır" sözüyle kurmacanın hakikate ulaşma biçimi olup olamayacağını tartışıyor. Gabriel García Márquez’in "İyi bir hikâye, gerçek hikâyedir" görüşüyle anlatının gücünü ve gerçeğin nasıl manipüle edilebileceğini gösteriyor.
Sabahattin Ali’nin karakterleri; Maria Puder, Macide, Ömer metnin içinde dolaşıyor. Cinayetin ardındaki sistemin izini süren bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış belgeler, failden çok, bu cinayetin nasıl kurulduğunu ortaya koyuyor. Devletlerin cezasızlık politikası, sürekli yeniden yazılan bir kurmaca mı? Hakikat dediğimiz şey, aslında en iyi anlatılan hikâye mi?
Kitabı okurken şu soru zihnimde dönüp durdu: Hangi hikâyeye inanıyoruz ve neden? Ben Sabahattin Ali’yi Öldürdüm, tam da bu sorunun romanı. Peki ya siz? Hakikati gerçekten bilmek istiyor musunuz?
- Sabahattin Ali cinayeti hakkında bugüne kadar birçok araştırma ve inceleme yapıldı. Sen ise belgeleri doğrudan sunmak yerine, alışılmışın dışında kurmacanın içine yerleştirdin. Neden?
Aslında bu kitabın hikâyesi, 10 yıl öncesine, belki de daha da eskiye dayanıyor. O dönemde faili meçhul cinayetlerle ilgili bir çalışma yapıyordum. Amacım, bu cinayetlerin sadece belirli bir iktidarın değil, sistemin sorunu olduğunu göstermekti. Bu yüzden her dönemden faili meçhul cinayetlerin izini sürüp, adalet mücadelesi veren ailelerle konuşmak istiyordum. O sırada Filiz Ali'ye ulaştım. Kendisine bir e-posta gönderdim, ama çok kısa ve net bir yanıt aldım: "Yeni ne söyleyebilirsiniz ki? Ben size ne anlatabilirim?" Önce üzüldüm, ama sonra düşündüm: Sabahattin Ali’nin 10 yaşından beri adalet mücadelesini veren bir kızı var ve ona sürekli aynı sorular soruluyor. Elbette bu tepkiye hak vermek gerekiyordu. Ama işte, o noktada mesele benim için bir takıntıya dönüştü. Uzun araştırmalar sonucunda kitaptaki belgelere ulaştım. Ancak bu belgeleri dümdüz haber olarak vermek istemedim. Haberler günümüzde hızla tüketiliyor, çabuk eskiyor ve normalleşiyor. Oysa Sabahattin Ali’nin edebi gücü ve edebiyatın kalıcılığı vardı. Bu yüzden, çok sık rastlanmayan bir yöntemle, belgeleri kurgu içinde anlatabilir miyim diye düşündüm. Ve kitap, bu fikrin etrafında şekillenmeye başladı.
- Yunus Nadi Roman Ödülü sahibi önemli bir yazarsın ve kurgudaki ustalığın çok net hissediliyor. Benim için romanın en sarsıcı yanı, hakikat ve gerçek arasındaki çizginin ne kadar kırılgan olduğunu göstermesi. Bugün yapay zekâ bile hikâyeler üretebiliyor, hatta "gerçekmiş gibi" anlatılar sunuyor. Peki, gerçek dediğimiz şey yalnızca en iyi anlatılan hikâye mi? Yoksa insan her şeye rağmen en derininde hakikati bilir mi?
İnsan, günün sonunda hakikati bilir. Eğer kendine karşı dürüstse, bunu çok iyi bilir. Gerçekle hakikat arasında fark var. Gerçek, yaşanmış ve gözle görülmüş olandır. Ama hakikat, onun ardındaki anlamdır. Olayın bir özü, bir yüzleşme noktası vardır. Gerçeği herkes anlatabilir, ama hakikat ancak yaşayanın bildiği, kazınarak, emek verilerek ulaşılabilecek bir bilgidir. Gün içinde kendimizi bin farklı şekilde ifade edebiliriz, ama gece kafamızı yastığa koyduğumuzda, gerçekten neyin neden olduğunu bilen yalnızca biziz. Bu kavram genellikle göz ardı ediliyor. Türkiye’de de kişisel hayatlarımızda da eksikliğini hissediyoruz. Olayları hızla unutmaya meyilliyiz ya da yüzeyde olup bitenle yetinip derinlerde ne olduğuna bakmıyoruz. Ama hakikat, komplo teorileriyle karıştırılmamalı. Hakikat, yüzleşmeyi gerektirir. Gerçekten ne olduğunu anlamak, sloganların ötesine geçmek, değerler üzerinden konuşmak gerekir. Romanın temel sorusu tam da burada ortaya çıkıyor: "Gerçekten hakikati bilmek istiyor musun? Buna erişmek mümkün mü?"
Kitap, yalnızca Sabahattin Ali'nin belgelerini ortaya koyan bir metin değil, hakikatin peşindeki bir anlatı. Eğer biri romanı sadece Sabahattin Ali’nin hikâyesi olarak görürse, belki bir hayal kırıklığı yaşayabilir. Çünkü metnin özü, hakikat kavramının kendisini sorgulamak.
- Romanda kahramanımızın kadınlarla ilişkisi Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'daki aşk anlayışının tam tersi gibi. Maria Puder ile anlatıcının hayatına giren kadınlar arasında nasıl bir fark var? Kahramanımız, aşkı sadece bir "yanılsama" olarak görüyor olabilir mi?
Aslında bir insanın kadınlarla ya da genel olarak insanlarla kurduğu ilişkileri anlamak için, o kişinin neye dönüştüğüne de bakmak gerekir. Romanda bir kayıp kavramı var ve bu sadece fiziksel bir kayıp değil. Kitap, kişisel bir cinayetle açılıyor ve karakterin bu yolculuğa çıkma cesaretini nereden bulduğunu sorguluyoruz. Sabahattin Ali’yle ilgili belgelerin peşine düşmesi bile, aslında kendi kaybıyla yüzleşmenin bir yolu. Bu noktada, karakterin kadınlarla ilişkisine dair eleştiriler alıyorum. "Bugünün erkeği mi? Sosyopat mı? Pasif agresif mi?" diye soranlar var. Evet, belki biraz öyle. Çünkü o kadınlara sığınıyor, ama aynı zamanda onlarla yüzleşmek zorunda. Asıl mesele, kayıplarıyla yüzleşirken gündelik hayattan da kaçamaması. Hayatına giren kadınlar, ona bir ayna tutuyor. Onu seven, değer veren insanları nasıl aşındırdığını fark etmek zorunda kalıyor. Burada önemli bir mesele var: Travma........
© T24
