menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Deniz Yüce Başarır: Kent Oyuncuları’nı asıl güçlü kılan şey bir arada olma ruhuydu, yani gerçek bir topluluk olma hissiydi

21 23
05.04.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

05 Nisan 2025

Deniz Yüce Başarır ile sohbetimizi 27 Mart Dünya Tiyatro Günü için planlamıştık. Ama planlar ile gerçekler her zaman örtüşmüyor. Ülke gündemi, hepimiz için yıpratıcı ve yorucu. Gençleri hayranlıkla, gururla izlerken, bir yandan da içimizi endişe kaplıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, ardından Mahir Polat, Murat Ongun ve Murat Abbas gibi isimlerin cezaevine gönderilmesi… Üstelik Mahir Polat’ın sağlık durumu da ciddi bir endişe kaynağı. Tüm bunlar olurken, hak ve adalet için sesini duyurmaya çalışan gençlerimizin tutuklanması hepimizi derinden sarstı. Her yeni gözaltı, her yeni karar, içimizdeki ışığın üzerini biraz daha örttü belki... Ama söndürmedi. Çünkü biz biliyoruz: Umut, her zaman en zayıf anımızda bile kıpırdanabilir. Belki de tam da bu yüzden, tiyatroya kulak vermek gerekiyor şimdi. Çünkü perde her şeye rağmen açılır. Ve biz hâlâ buradayız.

Mart ayının başında Deniz Yüce Başarır’la bir araya geldik. Yazar, yayıncı, podcast yapımcısı, seslendirme sanatçısı… bir zamanlar Doğan Kitap’ta birlikte çalıştığım yöneticim, bugün dostum. Onunla, 2021 yılında İBB Yayınları’ndan çıkan Perde Kapanmasa Görecektiniz kitabı üzerinden Kent Oyuncuları’nın hikâyesini, 1960’ların tiyatro atmosferini, babası Kâmran Yüce’nin emeğini, kolektif üretimin gücünü ve sahneyle hayat arasındaki görünmez ama çok derin bağı konuştuk. Bu kitap yalnızca bir tiyatro topluluğunun değil, bir dönemin, bir inancın ve bir idealin anlatısı. Sahnede parlayan yıldızlardan çok, sahne arkasındaki görünmeyen emeğin izini sürüyor. Deniz’in çocuk gözünden kulisler, Kâmran Yüce’nin arşivinden çıkan belgeler, basılmamış şiirler ve afişler eşliğinde tiyatronun nasıl yaşatıldığını hatırlatıyor bize. Arka kapağında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun şu cümlesi yer alıyor: “Türk tiyatrosunun duayen sanatçılarının kurduğu tam 60 yıllık müthiş bir hikâyenin sesi yankılanıyor burada. Bunu bir kitapla taçlandırsak ne güzel olur…” O söz bugün çok daha anlamlı. Çünkü bazen, sadece kitaplar kurtarır bizi.

- Perde Kapanmasa Görecektiniz sadece bir tiyatro topluluğunun hikâyesi değil, aynı zamanda bir tanıklık. Babanızın arşivinden, hatıralardan, belgelerden yola çıkarak bu hikâyeyi yazmak sizin için nasıl bir yolculuktu? Kitabın hazırlık sürecinde eşiniz Başar Başarır’ın arşiv çalışması yaptığını da biliyoruz.

Başar gerçekten çok büyük destek oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kent Oyuncuları’nın binasını satın aldığında, haberler “Yıldız Kenter Tiyatrosu belediyeye satıldı” şeklinde çıktı. Oysa orası Kent Oyuncuları olarak kurulmuş, sonradan Kenter Tiyatrosu adını almıştı. Yıldız Kenter elbette en büyük itici güçtü, ama burayı var eden tek kişi o değildi. Bu tiyatronun hangi zorluklarla kurulduğunu, kimlerin emeğiyle ayakta kaldığını neredeyse kimse bilmiyor. Eğer burası yaşamaya devam edecekse, bu hikâyenin de anlatılması gerekiyor diye düşündüm. Üstelik elimde babamın yıllarca özenle sakladığı inanılmaz bir arşiv vardı. O sadece sahneye çıkan bir oyuncu değildi; aynı zamanda tiyatronun dergilerini çıkartan, afişleri hazırlatan, oyun metinlerini yayımlayan, kayıtları tutan kişiydi.

Haberleri görünce hemen Başar’a, “Bu hikâyeyi yazmam lazım, arşivi toparlamama yardım eder misin?” dedim. Elimde onlarca fotoğraf, belge vardı ama hepsini tek başıma düzenlemem imkânsızdı. Başar yalnızca elimizdeki materyalleri taramakla kalmadı, sahafları dolaştı, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinin arşivlerinden, Hrant Dink Vakfı’ndan destek aldık. Böylece eksik parçaları da tamamlamış olduk. Kitabı daha da zenginleştirdik.

- Arşivi tararken, geçmişle yeniden karşılaşmak, o anıları bir kez daha yaşamak size ne hissettirdi? Bugüne kadar fark etmediğiniz, sizi en çok şaşırtan ya da derinden etkileyen bir detay oldu mu?

Oldu tabii… Önceleri her ayrıntıya babamın kızı olarak bakıyordum. Çocukken turnelere gider, kulislerde vakit geçirirdim. O dünyayı gözlemlemiştim, içindeydim ama kitap için çalışırken tüm önyargılarımı bir kenara bırakmam gerekti. Sadece kendi tanıklığımı aktarmak değil, farklı açılardan da bakabilmeliydim. Beni en çok şaşırtan şey, babamın yalnızca bir oyuncu değil, aynı zamanda bir yayıncı da olmasıydı. Onu hep sahnede gördüm ama Kent Oyuncuları dergilerini çıkardığını, oyun kitapları bastığını fark ettiğimde başka bir yönüyle karşılaştım. Üç Kız Kardeş, Pembe Kadın gibi oyunları yayımlamışlar. Bu, sadece sahneye odaklanmak değil, tiyatroyu yazılı olarak da yaşatmak demek.

Bir de afişler… Yurdaer Altıntaş’ı anmadan geçmek olmaz. O dönemde basılan her afiş adeta bir sanat eseri gibi. Kent Oyuncuları’nın logosunu, o pelikan figürünü o tasarladı, bu da tiyatroya çok güçlü bir kimlik kazandırdı. 1960’larda böyle bir vizyonla hareket etmek gerçekten büyük bir öngörü.1968’de Kent Oyuncuları binası açıldığında, orası yalnızca bir sahne değil, tiyatro kültürünü yaşatan bir merkez oldu. Babam da tiyatroyu sadece sahnede oynanan oyunlarla değil, yazılı ve görsel arşiviyle de geleceğe taşımış. Bunu fark etmek benim için büyük bir keşifti.

- Babanız Kâmran Yüce çok okur muydu?

Evet, hem de çok! Müthiş bir kütüphanesi vardı. Hatta biliyorsun, biz Demirciköy’e de o kütüphane yüzünden taşındık. Şehirdeki hiçbir eve sığdıramayacağımız kadar büyük bir kütüphanemiz oldu, üç kütüphane birleşince. Eve her gün yedi farklı gazete girerdi. Üstelik sadece kendi görüşüne yakın olanları değil, farklı görüşteki gazeteleri de okurdu. Dar bir perspektiften bakmamayı tercih eden biriydi. Kitapları, gazeteleri, sanata olan ilgisiyle Kent Oyuncuları’nın entelektüel beyniymiş aslında, bunu keşfettim. Bu, Yıldız Hanım, Şükran Bey ya da Müşfik Bey’in entelektüel olmadığı anlamına gelmiyor tabii ki. Ama babamın farklı bir çevresi vardı; gazeteciler, ressamlar, grafikerler, edebiyatçılar. Çok geniş bir sanat dünyasıyla iç içeydi.

- Dünyaya Sevgilerle’in kapağında yer alan babanızın portresi Ara Güler’e mi ait?

Evet, Ara Güler’in çektiği bir fotoğraf. Hatta onunla babamın ölümünden yıllar sonra ilginç bir anım oldu. Akbank’ın Türkiyemiz dergisi için Ara Güler’le röportaj yapmaya gitmiştim. O dönem şöyle bir alışkanlığım vardı: Röportajı yayına girmeden önce konuklara gönderiyordum. Ona da göndermeyi teklif ettim ama “Gönderme, kendin getir” dedi. Peki, dedim, ertesi gün elden götürdüm. Röportajı okuduktan sonra bir zarf verdi. İçinde babamın, o ünlü fotoğrafıyla birlikte, aynı dönemde çekilmiş üç fotoğrafı vardı. Hepsini bastırmıştı. Bana uzattı ve gülerek “Bak, bunların tanesi bin dolardır ha!” dedi. (Gülüyor…)

Babamın arşivciliği, belge toplama merakı, her anı kaydetme isteği inanılmazdı. Aynı şey aslında tiyatro için de geçerli. Kent Oyuncuları’nın bıraktığı miras çok büyük. O dönemde çıkan dergiler hâlâ sahaflarda bulunabiliyor. Bizde de hepsi var. O dergilere baktığımda Kent Oyuncuları’nın ne yapmak istediğini çok daha iyi anlıyorum. Sadece oyunlarını sahneleyip kenara çekilen bir topluluk değillerdi. Tiyatronun entelektüel bir boyutu olduğuna inanıyorlardı. Benim bu kitabı yazabilmem için sadece kendi hatıralarım yetmezdi. Ana izleği o dergilerden çıkardım. Orada birbirleriyle yaptıkları röportajlar var, yurt dışından oynadıkları oyunlarla ilgili çeviriler var. Mesela Üç Kız Kardeş’i sahnelerken, Çehov üzerine yazılmış bir makaleyi bulup dergiye koymuşlar. Bu bile onların tiyatroya nasıl bir bilinçle yaklaştığını gösteriyor.

- Kent Oyuncuları’nın tiyatro anlayışı, o dönemde bir nevi yayıncılık gibi de işliyor diyebilir miyiz?

Evet, bugün........

© T24