Burak Yiğit Aydın: Sanatın değeri bu ülkede sporun çok gerisinde, sanat tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor
Diğer
08 Kasım 2025
Burak Yiğit Aydın
Merhaba sevgili okur,
Bugün bir yazar ya da kitap değil; sanatın iyileştirici gücüne inanan biri olarak, her izleyişimde beni hem gülümseten hem de düşündüren bir isimle buluşmak istedim: Burak Yiğit Aydın.
Aydın’la ilk karşılaşmam, İbrahim Selim’le birlikte hazırladığı Eller Kadir Kıymet Bilmiyor adlı YouTube programı sayesinde oldu. Sanat tarihini anlatırken kurduğu denge benzersizdi; hem kahkaha hem bilgi hem merak hem şaşkınlık… Her bölümde, sanatın tarihini gündelik dile taşıyor, sanatçıların insani yönünü görünür kılıyordu. Bu anlatının ardındaki kişiyi tanımak istedim ve kapısını çaldım. Saatler süren bir sohbetin sonunda yalnızca sanat değil, bakış üzerine de çok şey öğrendim.
Burak Yiğit Aydın, Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi mezunu. Yaklaşık yirmi yıldır kurucusu olduğu, Türkiye’nin ilk Pop Art galerilerinden Red Art İstanbul’u yönetiyor. Dört yıldır Okan Üniversitesi’nde sanat tarihi dersi veriyor ve kazandığı gelirin büyük bölümünü araştırmalarına, müze gezilerine ayırıyor.
Burak Yiğit Aydın’la İbrahim Selim’le birlikte gerçekleştirdikleri Eller Kadir Kıymet Bilmiyor’un perde arkasını, Pop Art’ın enerjisini, sanat piyasasının görünmeyen yüzünü, çağdaş sanatın değişen sınırlarını ve dijital çağda sanatın nasıl bir “tüketim nesnesi”ne dönüştüğünü konuştuk.
Teşekkür ederim. Sanat tarihi benim için hep kişisel bir tutku oldu. Mimar Sinan Üniversitesi’nde sanat tarihi okudum, ardından Red Art İstanbul’u kurdum. Yaklaşık yirmi yıldır galericilik yapıyorum. Yurt dışı seyahatlerimde Pop Art’ın Türkiye’de yeterince temsil edilmediğini fark ettim. Amerika’daki galerilerin uzmanlaşmış yapısından esinlenip Red Art’ı tamamen Pop Art’a adadım. Böylece Türkiye’nin bu alandaki ilk galerisi oldu. Bir süre sonra Okan Üniversitesi’nden Sinan Savaş Hoca beni ders vermeye davet etti. Başta istemedim ama bir konferansta öğrencilerin ilgisini görünce kabul ettim. Dört yıldır ders veriyorum. Kazandığım tüm geliri araştırmalarıma ve müze gezilerine ayırıyorum. Gördüm ki sanat tarihi anlatıldığı kadar tarafsız değil; bazı müzeler belirli sanatçıları pazarlarken kadın ve siyahi sanatçılar görmezden gelinmiş. Bu konular üzerine hala çalışmaya devam ediyorum. Ve tabii İbrahim Selim, arkadaşım. Bir gün “Böyle bir sanat tarihi programı yapmak istiyorum” dediğimde, fikri ilk paylaştığım kişi oydu.
- Programdaki enerjinizden İbrahim Selim’le arkadaşlığınız hemen hissediliyor!
Evet, “Böyle bir program yapmak istiyorum” dediğimde İbrahim, “Hoca, çık anlat; senden daha iyi kim yapabilir?” dedi. Başta heyecanlandım ama onunla birlikte yapmak istedim. Programı prova yapmadan, genellikle bir günde birkaç bölümü arka arkaya çekiyoruz. Eğer uzun olursa montajda kısaltılıyor. Zamanla Eller Kadir Kıymet Bilmiyor Türkiye’nin en çok izlenen sanat tarihi programına dönüştü; bazı bölümler 200 bin izlenmeye ulaştı. Bazı anlatılar tepki çekse de birçok üniversite hocaları programı derslerde kullanıyor. Bu, benim için büyük mutluluk; çünkü amacım sanat tarihini ulaşılmaz bir alan olmaktan çıkarmak.
- Ya olumsuz eleştiriler? :)
Çatlak sesleri ise hiç dinlemiyorum. Hocalarımızı dinliyorum. (Gülüyor…)
- Peki sanat tarihi yolculuğumuz nasıl başladı?
Ortaokul ve lise yıllarında biraz farklı bir çocuktum. Ailem beni çözmeye çalışıyordu. Derslerim iyi değildi ama onun dışındaki her şeyde çok iyiydim. Dikkat bozukluğum vardı; hatta çok enteresan yayından sonra bir psikiyatri uzmanı bana mesaj atıp “Sizde ADHD olabilir mi?” diye sormuştu. (Gülüyor…) Uzun süre odaklanamıyorum ama ilgimi çeken bir konuyu elime aldığımda takıntılı biçimde üzerine giderim. Üniversite sınavında ilk yıl istediğim bölümleri kazanamadım. İkinci yıl “nasıl olsa kazanamayacağım” rahatlığıyla girdim ve Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünü dereceyle kazandım. Babam bu alana yönelmemde çok etkili oldu. Kendisi ciddi bir Osmanlı el yazmaları koleksiyoneriydi. 1990’ların başında bu işe merak salmış, okudukça piyasadaki birçok kişiden daha bilgili hale gelmişti. Bana “Sanat tarihi okumalısın,” dediğinde çok şaşırmıştım. Onun yönlendirmesiyle bölüme girdim ve kısa sürede sanat tarihine âşık oldum.
- Anlatımınız çok samimi, izleyiciyle aranızda doğal bir bağ var. Oysa sanat dünyası genelde gizemli ve mesafeli. Neden böyle? Sanat gerçekten “üst bir seviye” mi?
Hayır, sanat o kadar üst bir seviye değil. Şu anda programda Rönesans dönemini anlatıyoruz; daha üstü ne olabilir? Leonardo, Michelangelo ve Raffaello’nun hayatlarına giriyoruz. Hepsi halkın içinden gelen, hatta Leonardo ve Michelangelo gibi yetim büyüyen insanlar. Topraktan gelip dünya sanatının zirvesine çıkan bu hikâyeler çok insani ama sanat dünyası bu tarafı anlatmaz, çünkü satılamaz. Satılabilen kısım, Michelangelo’nun “Davut” heykeli ya da Leonardo’nun “deha” imajıdır. Oysa kimse müzelerde “Caravaggio bir katildi” diye yazmaz, yazsalar bilet satamazlar. Aynı şekilde, bu sanatçıların eşcinsel ilişkilerinden de söz edilmez, eserlerin piyasa değerini düşürür diye korkulur. Ama gerçek bu. Bence bir sanatçının ustalık dönemini anlamak için önce doğduğu topraklara, ailesine ve onu yetiştiren ustalara bakmak gerekir. İzleyici, sanatçının kişiliğiyle eserini ayırabildiği zaman olgunlaşır. Benim hep söylediğim bir şey var: Bir sanatçıyı çok seviyorsanız ama yaşadığı gerçeği kaldıramayacaksanız onunla tanışmayın. Çünkü sanatçı başka, eser başka bir şeydir. Caravaggio’yu sevmeyebilirsiniz ama eserine hayran kalabilirsiniz. Bizim programda da tam olarak bunu yapıyoruz: sanatçının insani tarafını gizlemeden, gerçeği söylüyoruz.
- Caravaggio’nun “Barok dönemin bal porsuğu” olduğunu söylemeniz harikaydı, çok güldüm.
Gerçekten mi? Ne dediğimi hatırlamıyorum bile. Programlar senaryosuz olduğu için her şey o anda, doğaçlama çıkıyor. (Gülüyor…)
- Gündüz Vassaf’ın Ressamın İsyanı’nı okuduktan........© T24





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein