menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

"İnsan hakları mücadelesinden emekli olunmaz!" demişlerdi; 6 Şubat'ta hayatlarını kaybeden Hatice ve Mithat Can'ın hikâyesi

12 19
12.01.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

12 Ocak 2025

6 Şubat 2023… Antakya’nın kadim sokakları, insanlığın en büyük felaketlerinden birine tanıklık etti. On binlerce insanın yaşamını yitirdiği bu yıkımın içinde, adaletin ve insan haklarının sarsılmaz savunucuları Hatice ve Mithat Can da hayatlarını kaybetti. Ancak onlar, yalnızca birer isim değil; geçmişten bugüne uzanan bir mücadele mirasının taşıyıcıları, insanlık onurunun savunucularıydı.

Hatice-Mithat Can: Aynı Denizde Buluşan Irmaklar, sadece bir çiftin yaşamını değil, Türkiye’nin toplumsal belleğini ve mücadelesini geleceğe taşıyan bir kitap. Nuri Günay ve Mahir Mansuroğlu’nun kaleme aldığı eser, Notabene Yayınları’ndan çıktı. Kitap, 68 Kuşağı’nın devrimci ruhundan 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin karanlık yıllarına, 1980’lerden 2000’lere kadar uzanan bir zaman diliminde, Hatice ve Mithat Can’ın emek ve adalet mücadelesini gözler önüne seriyor.

Hatice Can, Gezi’de yaşamını yitiren gençlerin davalarından Reyhanlı ve 10 Ekim Katliamı’na kadar uzanan hukuk mücadelesinde cesur bir savunucuydu. Mithat Can ise “Mücadeleden emekli olunmaz” sözüyle, 68 Kuşağı’nın ideallerini bugüne taşıyan bir öğretmen ve aktivistti. Bu iki insan, yalnızca kendi hayatlarını değil, Antakya’nın çok kültürlü dokusunu, tarihini ve vicdanını da savundu. Şimdi Hatice ve Mithat Can’ın oğlu Av. Eren Can, bu mirası yaşatmaya çalışan bir hukukçu ve aktivist olarak, ebeveynlerinin bıraktığı değerleri savunmaya devam ediyor.

Kitabın yazarlarından Nuri Günay ve Hatice-Mithat Can’ın oğlu Av. Eren Can ile buluştuk. Hak mücadelesiyle geçen sevgi dolu bir ömrü, 6 Şubat depreminde yaşananları ve Hatay’ın son durumunu konuştuk.

- İlk olarak sormak istiyorum. Hatice ve Mithat Can Kimdir?

Av. Can Eren: Ömrünü insan hakları, adalet, eşitlik, demokrasi ve barış mücadelesine adamış kişilerdi. Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu dönem sözcülüğü yapan Av. Hatice Can, Gezi’de yaşamını yitiren gençlerin de davalarının avukatıydı. Öğretmen Mithat Can da 1968’den beri mücadelenin içinde. 12 Mart ve12 Eylül darbelerinin ardından bir süre hapis yattı. 12 Eylül sonrasında İnsan Hakları Derneği Hatay Şubesi’nin başkanlığını üstlendi.

- Mithat Can’ın 68 kuşağı içinde başlayan mücadelesi, birçok devrimcinin yılgınlık yaşadığı dönemlerde bile sönmedi. Onun “Mücadeleden emekli olunmaz” sözü, bugün toplumsal muhalefet için nasıl bir ders içeriyor?

Nuri Günay: Ne yazık ki Mithat Can ve Hatice Can gibi insanlar bugün çok az kaldı. Hayatın zorlukları, mücadeleye inatla devam etmeyi zorlaştırabiliyor. Ancak onlar, tüm zorluklara rağmen mücadeleden vazgeçmemeyi öğrettiler. Bir ömrü, eşitlik, adalet, demokrasi ve özgürlük uğruna harcarken başarısızlık ve ağır bedellerle karşılaşabilirsiniz. Buna rağmen mücadele etmek büyük bir erdemdir. Onların mücadelesinde vicdan ve adalet duygusu önemli bir rol oynuyordu. Bu iki kavram, hem bireysel deneyimlerinden hem de toplumdaki adaletsizliklerden güç alıyordu. Mithat Bey’in "Mücadeleden emekli olunmaz" sözü, özellikle rüzgârın soldan esmediği dönemlerde bile yerinde duran bir kararlılığı simgeliyor. Bugün, birçok insan bu mücadeleyi bırakmışken, onun inatla devam edebilmesi en büyük özelliklerinden biriydi.

- Hatice Can, Gezi’de öldürülen Abdullah Cömert ve Ahmet Atakan’ın davalarından Reyhanlı ve 10 Ekim Katliamı mağdurlarına kadar, hep “adalet” dedi. Onun bu davalara adanmışlığını düşündüğünüzde, adaletin Türkiye’deki haliyle nasıl bir savaşa dönüştüğünü hissediyorsunuz?

Av. Eren Can: Evlat olmanın yanı sıra meslektaş olarak da annemle aynı duyguyu paylaşmak benim için ayrı bir deneyimdi. Özellikle Abdullah Cömert davasında tüm yargılama sürecinde birlikte çalıştık ve bu süreçte annemle bir hukuk mücadelesi yoldaşlığı yaşadım. Annem, Türkiye’de kamu görevlilerinin sanık olduğu davalarda adalet aramanın zorluklarına rağmen yılmadan çalıştı. Gezi sürecinde savcılıkta bekletilen, failleri bulunmadan sümen altı edilen dosyada, deyim yerindeyse iğneyle kuyu kazdı. Mevcut görüntüleri netleştirerek, Abdullah Cömert’in başına isabet eden gaz kapsülünün hangi polis aracından (akrep) atıldığını tespit etti ve savcıyı ikna ederek sanığın “olası kastla adam öldürme” suçlamasıyla yargılanmasını sağladı.

Ahmet Atakan davasında da benzer bir mücadele verdi. Ahmet Atakan’ın ölümü sonrası, “arkadaşları itti” gibi iddialar ortaya atılmıştı. Annem, toplanan delillerle ölüm nedeninin kolluğun attığı gaz kapsülü olduğunu kanıtladı. Gaz kapsülündeki DNA incelemesi, Ahmet Atakan’ın kanıyla yüzde 99,9 uyumlu bulundu ve olayın nasıl gerçekleştiği bilimsel olarak netleşti. Annemin kararlılığı, insan hakları ve hukuk ilkelerini savunmada nasıl adanmış bir örnek teşkil ettiğini gösteriyor. Onun mücadelesine tanıklık etmek, benim için hem bir evlat hem de bir meslektaş olarak unutulmaz bir deneyimdi.

- Hatice -Mithat Can Aynı Denizde Buluşan Irmaklar kitabını yazma süreci nasıl başladı? Ne kadar sürdü?

Nuri Günay: Daha önce bir nehir söyleşi kitabım vardı; Abdullah Aydın, eski Halkevleri Genel Başkanı ile yapılan bir çalışmaydı. Mahir Mansuroğlu ile bir gün otururken, “Mithat Can’la da böyle bir çalışma yapmamız lazım,” dedi. Hemen Mithat Abi’yi aradık ve Antakya’da, Atatürk Parkı’nda buluştuk. Durumu anlattık, “Olur,” dedi, ama biraz zaman istedi. Böylece süreç başladı ve yaklaşık 1,5-2 yıl sürdü. Bu tempo bize iyi geldi; sohbet ederken ve kayıt alırken, Hatice Abla ve Mithat Abi’nin hayatlarının ne kadar iç içe geçtiğini fark ettik. Onların hikâyelerini ayrı ele almak mümkün değildi, çünkü mücadelelerini hep birlikte yürütmüşlerdi. Hatice Abla’nın güçlü hafızası, hem kendi yaşadıklarını hem de memleketin son on beş yılına dair detayları net bir şekilde hatırlamasını sağlıyordu. Sohbetler sırasında onların kendi aralarındaki tartışmalar bizim için çok öğretici ve keyifliydi. 1980’e, tutuklanıp cezaevine girdikleri döneme kadar gelmiştik ki deprem oldu ve süreç yarım kaldı. Ancak 1980 öncesine dair topladığımız anılar, sözlü tarih açısından çok kıymetliydi; günlük hayatın detayları, dönemin büyük olaylarından bile daha değerli hale gelmişti.

- En çok neden etkilendiniz?

Mithat Abi’nin söylediklerinden beni en çok etkileyen, Samandağ gibi bir bölgeden çıkıp, tüm zorluklara rağmen büyük bir aydınlanma yaşamalarıydı. Anadillerinin Arapça olması nedeniyle Türkçe uyum sorunları vardı ama buna rağmen üniversiteyi kazandılar ve orada bir değişim yaşadılar. Ancak köklerinden hiçbir zaman kopmadılar. Üniversite eğitimiyle kazandıkları aydınlanmayı, tekrar memleketlerine dönerek orayı değiştirmek için kullandılar. Bu yalnızca Mithat Abi için değil, o dönemdeki pek çok........

© T24