menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Volkan Vural: İş YPG'nin Ankara için meşru muhataba dönüşmesine gidiyor; ABD Büyükelçisi bize ayar vermek istiyor, ABD 'Suriye'de patron biziz' mesajı gönderiyor

48 1
02.06.2025

Diğer

02 Haziran 2025

Öyle bir dönem ki günlük siyaseti takip etmek karartıyor insanı. Sosyal medyadaki söz düelloları, her dakika yeni bir demeç vermek zorunda hisseden siyasetçiler, yeni bir şey söylemeyi ya da düşünmeyi imkânsız kılan yankı odaları. Böyle dönemlerde biraz ‘eski’ye dönmeyi, siyasi arkeoloji yapmayı kendi adıma çok ferahlatıcı buluyorum. Zira tarih olduğunu sandığımız o defterlerin içinde bugünü ve ötesini anlamlandırmaya yardımcı olabilecek madenler gömülü duruyor. Emekli Büyükelçi Volkan Vural’ın ‘Olağanüstü ve Tam Yetkili’ başlıklı kitabını okurken işte o tür bir madene denk geldim. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 23 senelik iktidarının nasıl bir uluslararası konjonktürde başladığını incelemek, dünyanın da Türkiye’nin de bugün yine benzer bir tektonik kavşakta olduğuna uyanmak açısından hayati bir egzersiz kanımca.

Volkan Vural bir döneme damgasını vurmuş bir büyükelçi. Son görevleri nedeniyle kendisini ‘AB dosyasının maestrosu’ olarak tanımış olsak da onun kariyer durakları arasında Tahran da var Moskova da, NATO da var BM Daimî Temsilciliği de…Benden önceki gazeteci kuşaklarının Vural ile asıl mesaisi ise 1990’larda Tansu Çiller kendisini ‘başbakan başdanışmanı’ olarak atadığında olmuştu. ‘Olağanüstü ve Tam Yetkili’yi yazması için kendisini teşvik eden de bir gazeteci dostu olmuş; Sedat Ergin. Anladığım kadarıyla Sedat Ağabey olmasa bir kenara attığı arşivine dalıp eski şiirlerini ve fotoğraflarını çıkarmaya hiç niyeti yokmuş. Evet, Volkan Vural aslında bir şairmiş de haberimiz yokmuş.

Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylık işlerini yürütecek ana kurum olarak AB Genel Sekreterliği’ni o kurdu ve müzakerelerin açılmasının anahtarı haline gelen Ulusal Program’ın altında onun imzası vardı, 2002’de TBMM’den geçen ve idam cezasının kaldırılmasını da kapsayan anayasa değişikliği paketinin altında da. O dönemde atılan tüm bu adımların önündeki en büyük engelin MHP ve onun lideri Devlet Bahçeli olduğunu çok canlı olarak hatırlıyor. Bugün Bahçeli’yi Öcalan için ‘PKK’nın kurucu önderi’ ifadesi kullanmaya iten siyasi motivasyonu sorguluyor. Ancak Volkan Vural, ‘süreç muhalifleri’nin aksine atılacak adımların Türkiye’yi zayıflatacağına inanmıyor. Tam tersine, ona göre Kürtlerin bu ülkede mutlu yaşayacağı bir sistem kurmak ve yerel yönetimleri güçlendirmek Türkiye’yi güçlendirecektir. Hatta daha da ileri gidiyor, terörden arındırılmış bir YPG’yi Ankara’nın meşru muhatap olarak almasında bir sakınca olmayacağını da ekliyor. AKP-MHP iktidarının Türkiye’ye dayattığı siyasi yönetim tarzıyla sorunu olan bir ‘eski Türkiye’ büyükelçisinin, içinden geçtiğimiz çözüm sürecinin olası aşamalarıyla ilgili liberal tavrının kendi neslinden pek çok meslektaşının hoşuna gitmeyeceğini tahmin edebilirim.

Bazı siyasetçilerin elbette kulaklarını çınlattık. Volkan Vural’ın son bölümdeki Tayyip Erdoğan hatıralarını ilgiyle okuyacağınızı tahmin ediyorum. Türk Dışişleri’nin çok geç olmadan, Volkan Bey gibi ‘hayatın kendisinden büyük’, özgüvenli ve siyasi gelişmeler karşısında yalpalamayan büyükelçiler yetiştirme geleneğine geri dönebilmesi umuduyla…

- Kitabınıza isim olan ‘olağanüstü ve tam yetkili’ ifadesi cumhurbaşkanları tarafından yurtdışına atanan büyükelçilerin gittikleri ülkedeki muhataplarına sunduğu ‘Güven Mektubu’nda kullanılan ifadedir. Bunu hatırlatarak açıyorsunuz kitabı, sonrasında da günümüzde artık büyükelçilerin ‘olağanüstü ve tam yetkili’ kişiler olduğunu düşünmenin imkânsız hale geldiğini ekliyorsunuz. Çünkü diplomasi giderek daha çok liderlerin kendi işi haline geldi. Bu elbette sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil ama Türkiye bunu zirvede yaşayan ülkelerden biri gibi hissediyorum.Ben de öyle hissediyorum.

- Diplomatik meselelerde bazı hallerde dışişleri bakanlarının görüş ya da eylemlerinin dahi anlamsız kalabildiği bu noktaya Türkiye nasıl geldi?

Türkiye özelinde konuşursak bence burada diplomatlara duyulan güvensizlik önemli bir rol oynadı. Onlara sanki aynı ülkenin vatandaşı değilmiş gibi bir davranılarak küçümsemeleri rol oynadı. Zaman zaman da bir kıskanma oldu ama bu küçümseme gibi ifade edildi. Siyasette belirleyici olan tek şeyin tek bir şahıs olması da buraya gelinmesinde rol oynadı. Eskiden aynı hükümet içinde çeşitli bakanlarla konuşabiliyordunuz, bakanlarının neredeyse her birinin bir özgül ağırlığı vardı. Şu anda hiç kimsenin, Dışişleri Bakanı dahil, özgür ağırlığı yok. Bir dışişleri bakanının hükümet içinde, kendi bakanlığının teşkilatına dayanarak sahip olduğu bir özgül ağırlığı yoksa o zaman dış politikada durum vahim demektir. Çünkü kendi bakanlığının teknik kadrosu o bakana çok doyurucu bilgiler verirdi ve o bilgilerle hükümet içinde bakana belli bir saygınlık sağlardı. Şimdi böyle bir şey yok.

- Eskiden bu ‘özgül ağırlık’ kavramı sadece dışişleri bakanları için değil büyükelçiler için de adeta bir koruma kalkanı olurdu. Siz kendi yaşamınızdan örneklerle bazı kritik noktalarda nasıl kişisel insiyatif alabilmiş olduğunuzu anlatıyorsunuz. Çarpıcı örneklerden biri Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirildiği 1999 yılından. Siz o sırada Türkiye’nin BM Nezdindeki Daimî Temsilcisi olarak görev yapıyorsunuz. New York Times Öcalan’ın yakalanmasını manşetine taşıyınca Amerikan basını ABD’deki Türk temsilciliklerinin telefonlarını kilitliyor. Siz de Ankara’ya danışmadan CNN International yayınına katılıyorsunuz. Acaba bugün aynı konumdaki büyükelçi böyle bir aksiyon alsa başına neler gelebilir?

Çok şey gelir, merkeze alınır herhalde. O gün aslında CNN International’a çıkmak benim görevim değildi. O görev aslında Türkiye’nin Washington Büyükelçisine düşüyordu. Hatta o sırada Washington’daki Büyükelçilikte müsteşar olan Namık Tan’ı arayarak bu konuda uyardım. Ama Namık büyükelçinin yayına çıkacak durumda olmadığını söyledi.

- Büyükelçi kimdi ve neden çıkacak durumda değildi?

Baki İlkin idi büyükelçimiz. Çok heyecanlı, çok telaşlıdır. Çıkmak da istemiyordu. CNN de bana “Ya o çıkar yayına ya da siz. Gelmezseniz de gelmediğinizi açıklarız” diye hafif bir şantaj halindeydi. Öyle olunca ben hiç düşünmeden gittim. Sonucu ne olur hiç düşünmedim bile. Mülakattan sonra da arabaya bindiğim anda telefon çaldı. Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem aradı, tebrik etti.

- O yayında verdiğiniz mesajların bana kalırsa en önemli bölümü şu; Öcalan’ın yakalanması ve yargılanmasının Türkiye'nin demokrasi vasfının dünyaya gösterilmesi için büyük bir fırsat olacağını söylemeniz. Neden böyle düşünüyordunuz?

Çünkü Öcalan yakalandığında Türkiye, Kürt sorununun demokratik bir şekilde çözümü açısından da hakikaten büyük bir fırsat yakalamıştı. Sadece terörün bitirilmesi için değil, demokratik çözüm açısından da…İkisi aynı anda yapılabilirdi ama biz bu fırsatı maalesef kullanamadık. Türkiye'de şüphesiz kamuoyunda önyargılar var ama önemi olan siyasetin gerekli adımları atmasıdır. Bunun için de eşit vatandaşlık ve eşit kültürel haklar konusunda somut birtakım kararların alınması gerekiyordu. Biz bu fırsatı sonradan bir de Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde yakaladık. Yine sonunu getiremedik. Hep böyle başlattığımız ama sonunu getiremediğimiz bir konudur Kürt sorunu. Biz Tansu Çiller’e de başbakanken hep aynı şeyi söyledik; sadece askeri tedbirlerle bu sorunu bitirmek mümkün değil. Her devlet terörle mücadele eder, bu zaten devlet olmanın gereği. Ama meseleyi çözümleyebilmek için daha başka adımlar atılması lazım. Ben burada hep İspanya'yı, İngiltere'yi falan örnek gösterirdim Tansu Hanım’a. Bizim ülkemizdeki sorun bu ülkelerdekiyle birebir aynı olmayabilir ama nihayetinde bir siyasi anlayışa varılması gerekiyor.

- Siz Tansu Çiller’e İspanya ve ‘Bask Modeli’ni anlatıyorsunuz biraz genel çerçeve oluşturmak için. Ama Tansu Hanım henüz ‘Bask Modeli’ hakkında pek de bilgisi olmadan çıkıp basına demeç veriyor. Siz saçınızı başınızı yoluyorsunuz ama ne fayda çünkü Türkiye yıllarca ‘Bask Modeli’ tartışıyor!

İspanya aslında adı konmamış bir federasyondur, 17 tane özel bölge var ve her birinin yetkisi farklı. Ben bizdeki konunun İspanya'nın o modeli çerçevesinde değil, Avrupa Konseyi'nin Yerel Yönetimler Şartı çerçevesinde değerlendirilmesini uygun bulurum. Bu da nedir? Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, mali imkanlarının arttırılması ve bazı vergilerin toplanması ya da eğitim konusunda bazı yetkiler verilmesidir. Kürt sorunu, bu çerçevede çözülebileceğimiz konudur.

- Bu bahsettiğiniz Avrupa Konseyi’nin 1985 yılında kabul ettiği Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı. Türkiye 1988’de imzaladı, 1992’de bir bakanlar kurulu kararı ile yürürlüğe koydu. Ancak taraf olurken özerlikle ilgili en kritik maddelerine çekince koydu. Ve bu çekinceleri bugün de hala devam ediyor.

Evet, hala devam ediyor.

- Sizce bu maddelere yönelik çekincenin kaldırılması ‘Terörsüz Türkiye’ diye başlatılan sürecin sonraki aşamalarından biri olabilir mi? Bu yönde bir emare görüyor musunuz?

Şu anda görmüyorum ama olması lazım. Yerel Yönetimler Şartı’na uygun birtakım düzenlemelerin de yapılması lazım. Yerel yönetimlerin mutlaka güçlendirmesi, biraz ademi merkeziyetçiliğe gidilmesi lazım.

- Bunu sizin gibi 40 sene boyunca Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyada temsil etmiş birinin söylemesi çok mühim. Yani diyorsunuz ki; Türkiye’de yerel yönetimleri gerçek manada güçlendiren bir yasal düzenleme yapılması ülkemizin uluslararası statüsüne, toprak bütünlüğüne ve egemen devlet olma haklarına halel getirmez. Doğru anlıyorum, değil mi?

Hayır getirmez, doğru anlıyorsun. Benim samimi kanaatim bunun Türkiye Cumhuriyeti'ni daha da güçlendireceğidir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ülke bütünlüğü bakımdan bence bir tehdit değil. Yani tehdit olmayacak biçimde bir düzenleme yapılabilir. Ayrıca ben Türkiye'de gerçekten ayrılıkçı yapıların çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Bazı münferit grup ve kişiler olabilir ama bunların çoğunlukta olmadığını düşünüyorum.

- Bugün içinden geçtiğimiz duruma dönersek, Öcalan üzerinden yürüyen bu son sürecin itici gücü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli oldu. İttifak ortağını cesaretlendiriyor, yeri geldiğinde de bir biçimde itekliyor. Oysa bundan 23 sene önce Türkiye yine bir anayasa değişikliği paketini konuşurken koalisyonun küçük ortağı durumunda olan MHP, işi tıkayan aktör konumundaydı. Bunun en önemi sebebi de o anayasa değişikliği paketinde Öcalan’ın durumunu da etkileyecek olan ‘idam cezasının kaldırılması’ maddesi vardı.

MHP itiraz etti ama paket meclisten geçti. Devlet Bahçeli de seçime götürdü Türkiye’yi.

- Sizce MHP lideri Bahçeli o günkü konumundan bugünkü konumuna nasıl ve niye geldi? Öcalan’ın ‘idam yerine müebbet hapis’ alma ihtimali bile kendisi için konuşulamaz bir konuyken nasıl oldu da Öcalan için ‘terörist başı’ yerine ‘PKK’nın kurucu önderi’ gibi bir ifade kullanabilir oldu?

İyimser yorumum, Sayın Bahçeli'nin olgunlaşıp gerçekleri daha iyi görmeye başladığı yönünde. Biraz daha çekimser yorumum ise şu; AKP iktidarı ile MHP artık ayrılmaz bir bütünlük içine girdi ve bu iktidarın muhafazası için DEM Parti’nin oylarının da alınması zorunluluk, bu yaptığı da bu hedefle yapılan bir şey. Tabii bir de Bahçeli’nin motivasyonlarından bir diğerinin de Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmelere karşı bir ön alma, bir savunma hattı oluşturma çabası olduğunu görüyorum.

- Siz de Ortadoğu’daki gelişmelere bakınca Devlet Bahçeli gibi Türkiye açısından ciddi bir varoluşsal tehdit görüyor musunuz?

Varoluşsal mıdır bilmiyorum ama ben de Türkiye açısından ciddi bir tehlike görüyorum. İsrail'in Ortadoğu politikası yayılmacı bir hale geldi. Suriye'de artık İsrail'in de çok önemli söz sahibi olduğunu görüyoruz. Ve daha........

© T24