Türkiye'nin son Şam Büyükelçisi Ömer Önhon: 'YPG eşittir PKK' söylemini bir kenara bıraktık; Türkiye El Şara ve Mazlum Abdi'ye meşruiyet verdi
Diğer
21 Mart 2025
Cansu Çamlıbel ve Ömer Önhon
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en önemli siyasi rakiplerinden biri olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte 106 kişiye yapılan şafak göz altısı ülke gündeminin orta yerini yangın yerine çevirdiği için bu mülakatı dört gündür bekletiyorduk. Türkiye’nin içine sürüklendiği siyasi evreye ilişkin kaygılarımız tavan yapmışken yeni Suriye’nin nasıl bir ülke olacağına dair bir fikir jimnastiği okumak istemezsiniz diye düşündüm. Ancak biraz daha soğukkanlı bir yerden bakmaya çalışınca insan, Türkiye ve Suriye içinde yaşananlar arasındaki paralelliğin Kürt meselesiyle sınırlı olmadığı duygusuna kapılıyor. Sanki iki ülkenin kaderleri aynı yerden ilmek ilmek örülüyor.
Bu arada Türkiye’de medya üzerindeki baskının şiddeti de arttırıldığı için çetrefilli konular çoğu kez hükümetin çizdiği sınırların dışında derinlemesine tartışılmıyor. Geçen hafta Suriye’nin geçici devlet başkanı konumundaki HTŞ lideri Ahmet El Şara ile YPG omurgası üzerine oturan Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Komutanı Mazlum Abdi Kobani arasında imzalanan o meşhur protokol de bu karambolde ‘normalize’ edildi. SDG silah bırakıp Suriye ordusuna entegre oluyordu, Türkiye daha ne istesindi!
Aynı metne bakınca tam olarak aynı sonuca varamayan kimseler arasında Türkiye’nin son Şam Büyükelçisi Ömer Önhon da var. Türkiye’nin Şam’da yeni bir büyükelçisi olduğunu hatırlatarak, Önhon için ‘son büyükelçi’ tanımlaması yapmama itiraz edecekler için izahatımı baştan yapayım. Erdoğan hükümeti Esad rejimi devrildikten sonra Türkiye’nin Suriye Büyükelçiliğini 12 yıl aradan sonra yeniden açtı ama Şam’a büyükelçi değil geçici maslahatgüzar atadı. Bu ara formülle Ankara şimdilik HTŞ’yi tanıma ya da tanımama tartışmasını derin dondurucuya atmış oldu. Dolayısıyla da Ömer Önhon hakiki manada son büyükelçidir, hem de sıfatının altını dolduran bir kariyer diplomatıdır.
Önhon, HTŞ-SDG mutabakatı ile Mazlum Abdi’nin El Şara’nın başında bulunduğu Şam yönetimi tarafından Suriye’deki tüm Kürtlerin temsilcisi olarak kabul edildiğini, SDG’nin meşruiyetinin tescil edildiğini söylüyor. Daha önemlisi, Ankara’nın da verdiği olumlu tepkilerle Mazlum Kobani’yi Suriye’de ‘meşru bir aktör’ olarak tescil ettiğine dikkat çekiyor. Önhon’un analizine göre, SDG yani YPG, bu mutabakata imza atarak ne özerk yönetim talebinden vazgeçti ne de tüm güçlerini Suriye ordusuna katma taahhüdünde bulundu. Bütün bu konuların akıbeti önümüzdeki süreçte yaşanacak sıkı pazarlıklarda belirlenecek.
Kürtlere Ortadoğu’da yeni bir rol biçilmeye çalışıldığını düşünen Önhon, hem Suriye’nin hem de Türkiye’nin yeni anayasa sürecine girmiş olmasının tesadüf olmadığını savunuyor.
Önhon’un aktif görevde olduğu dönemlere dair ‘devlet sırrı’ olarak nitelendirilebilecek konulara girmek istemediğini fark edeceksiniz. O her ne kadar detaylara girmek istememiş olsa da zaten neredeyse her şey gözümüzün önünde cereyan etti. Vardığımız noktada, o günü değil ama o günün deneyimiyle bugünü konuşmanın daha değerli olduğuna inanıyorum.
- Geçen hafta Suriye’nin geçici Devlet Başkanı Ahmet El Şara ile Suriye Demokratik Güçleri’nin Komutanı Mazlum Abdi Kobani arasında imzalanan mutabakata dair kuvvetli bir analiziniz Yetkin Report’ta yayınlandı. Aynı yazının İngilizcesini Arapça yayınlanan Londra merkezli El Mecelle’ye yazdınız. İlginçtir, Mazlum Abdi de sizin köşe yazdığınız bu gazeteye kapsamlı bir mülakat verdi. El Mecelle nasıl bir yayın organıdır, oradan başlayalım isterseniz.
Doğru, ben El Mecelle’ye yazıyorum. El Mecelle, Suudi Arabistan’ın Şarkul Avsat grubunun bir yayını. Arapça konuşulan dünyanın en çok okunan mecralarından biri.
- Mutabakatın sekiz maddesinden birinde şu söyleniyor: “Kürtlerin yoğun olduğu Kuzeydoğu Suriye'nin farklı koşulları bulunuyor ve bu unsurlar askeri kurumların entegrasyona ilişkin ayrıntılar görüşmelerde ele alınacak.” Siz bunu yorumlarken “Kürtlerin silahlı güçlerinin otomatik olarak Suriye ordusuna katılacağını düşünmeyin” diyorsunuz. Oysa hükümete yakın yorumcular bunu kamuoyuna sanki YPG hemen ve külliyen merkezi orduya katılacakmış gibi anlatıyor. Siz neden mutabakattaki taahhüdün otomatikman bu anlama gelmediğini düşünüyorsunuz?
Şimdi öncelikle… bu tür bir mutabakatın imzalanması ilk bakışta kesinlikle olumlu bir şey gibi gözüküyor. Çünkü Esad rejiminin yıkılmasından sonra en çok üzerinde durulan, kaygı yaratan hususlardan biri ülkedeki farklı kesimler arasında yeniden bir iç savaş çıkıp çıkmayacağı, yeni krizlerin patlayıp patlamayacağıydı.
- Tam burada hatırlatılması gereken şu; mutabakatın imzalandığı günlerde Lazkiye ve Tarsus’ta Esad yanlısı olmayı sürdüren bazı Nusayri ve Dürzi silahlıların bir ayaklanması olmuştu ki HTŞ onu son derece kanlı biçimde bastırdı.
Sahil şeridinde yaşanan olaylardan hemen bir gün sonra imzalandı bu anlaşma. Tam da “Yeni bir iç savaş olacak mı?” sorusunun sorulduğu günlerde yani. Bu kurulmaya çalışılan yeni Suriye'nin en önemli unsuru şu anda Kürtler. Ve Kürtler 2011'de krizin başlamasından itibaren kendi gündemleriyle, kendi yollarında ilerlediler. Her tarafa mavi boncuk dağıtarak yaptılar bunu. Mesela bir ara işte biliyorsunuz Türkiye ile de bir ilişki kuruldu.
- Biz o ilişkinin detaylarını çok da bilmiyoruz açıkçası ama siz işin içindeydiniz. Biraz anlatın artık hem siz devlette değilsiniz hem de köprünün altından çok sular aktı. Aynı Türkiye Cumhuriyeti devleti bugün bırakın Salih Müslim’i, Abdullah Öcalan ile açıktan bir süreç yürütüyor malum.
Detaya giremem ama evet Salih Müslüm'le bazı görüşmeler yapılmasından bahsediyorum.
- Siz hâlâ ketum davransanız da mesela siz Şam’da büyükelçi iken talimatları aldığınız kişi, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu daha açık anlatıyor o günleri. Hatta Esad’ın devrilmesinden sonra Aralık 2024’te kendisiyle yaptığım mülakatta Salih Müslim ile görüşme talimatını kendisinin verdiğini söyledi. Bildiğim kadarıyla o talimatı alan kişilerden biri sizdiniz.
Evet, ben de vardım doğru.
- Sizi belki biraz açabilirim umuduyla hatırlatayım; dönemin AKP hükümetinin bürokratlarına PYD lideri Salih Müslim ile görüşme izin ve talimatı verdiği o dönem 2013-2015 arasındaki ilk çözüm sürecine de denk geliyor. Yani siyasi iktidar sanki iki konuyu paralel ele alıyordu. Bu açıdan bakıldığında bu YPG/PYD meselesinin Ankara’da ele alınış şeklinin yakın bir zamanda başka bir hatta evrilebileceğini düşünerek yanılıyor muyum?
Ben o konuda yorum yapmayayım, sadece kendi uğraştığım ve sorumlu olduğum bölümlerle ilgili bir yorum yapabilirim. Ahmet Davutoğlu da size söylemiş, o zaman bize talimat verildi, hükümetin talimatıydı. Orada Salih Müslim'le görüşmeler yapıldı. Sonraki dönemlerde Türkiye'ye de geldi biliyorsunuz. Ama benim söylemek istediğim şu; Kürtler başından beri böyle herkesle bir şekilde bir pazarlık, bir temas arayışı içindeler. Şam’la da aynı şekilde bir ilişki kurdular. Mesela “Biz hep devrimin yanında olduk, Esad'a karşıydık” diyorlar ama aslında hiçbir zaman öyle olmadı. 2011'den Esad rejimi devrilene kadarki süreçte başta Kamışlı olmak üzere tüm YPG kontrolü altındaki yerlerde muhaberat binaları durdu, kapılarındaki muhaberat görevlileriyle birlikte. Bu arada da Amerikalıların yatırımıyla silahlandılar, eğitildiler ve bugünkü konumlarına geldiler. Şimdi YPG tabii bu konumundan geri adım atmak istemez. Büyük bir kazanım elde etti çünkü. Ve şu anda da Suriye'de yeni bir ülke kuruluyor. Bu kurulmakta olan yeni ülkede onlar da hak ettiklerini düşündükleri şekilde yer almak isteyecekler. Yani kendi nazarlarından elde ettikleri kazanımların gerisine düşmemek için her şeyi yapacaklar.
- Tabii bu süreçteki en büyük kazanımları kuzeydoğu Suriye’yi bir otonom bölge gibi yönetebilmiş olmaları. Rojava’daki kanton sistemi Türkiye’nin askeri harekatları nedeniyle akamete uğramış olsa da sonuçta Fırat’ın doğusunda bir idari yapıyı işletmeyi başardılar. Siz “Elde ettikleri kazanımların gerisine düşmemek için her şeyi yapacaklar” derken sanırım bu otonomiyi bir şekilde korumak isteyeceklerini de söylemiş oluyorsunuz, değil mi?
Şöyle bir hatırlatmayla başlayayım; HTŞ rejimi devirdikten sonra, bir anda Mazlum Abdi üç yıldızlı bayrağın önünde poz verdi, “Biz Suriye'nin bir parçasıyız, Suriye'yi bölmek gibi niyetlerimiz yoktur” falan filan dedi. Ama bu açıklamaları ne olacağının bilinmediği o günlerde yaptı çünkü o ilk günlerde YPG bir anda kendini sıkışmış hissetti. Hatırlayın tam o günlerde “Türkiye sahada bir zafer kazandı” diye her tarafta lanse ediliyor, değil mi?
- “Lanse ediliyordu” dediniz, yani size göre Türkiye aslında ‘zafer’ diye nitelendirilecek bir şey kazanmadı mı Esad rejiminin devrilmesiyle?
Ben o dönem ortaya konan manzarayı hatırlatmak istedim. Ama şöyle diyelim; Türkiye büyük bir avantaj elde etti. YPG ise o ilk günlerde yalnız hissetti çünkü Donald Trump’ın Suriye'de ne yapacağı belli değil. O nedenle de böyle bir ortalığı yumuşatma ihtiyacı hissettiler. Fakat zaman ilerledikçe o güvensizlikleri ve yalnızlık hisleri kaybolmaya başladı. Daha bir güvenleri geldi. Zaten açıklamalarından da bunu görüyorsunuz. Ve şimdi böyle ortaya çıkıverdiler tekrardan.
- Aslında birdenbire ortaya çıkmadılar. Esad düştüğünden beri HTŞ ile çeşitli temasları oldu ancak Ankara Jolani üzerindeki nüfuzunu kullanarak YPG heyetinin Şam’a giderek ulusal uzlaşı çalışmalarına katılmasını engelledi. Ama geçen hafta olan ulusal uzlaşı çalışmalarına katılmanın da ötesine geçen bir şey gibi duruyor. İşin buraya gelmesi için Amerikalıların bastırdığı çok net, çok tartışmaya gerek olan bir husus değil. Amerikalılar zaten en başından bunu savunuyordu. Türkiye rezervini mi çekti ki bu olabildi sizce?
Amerikalılar konusu zaten dediğiniz gibi o kadar açık ki… Zaten Mazlum Abdi de El Mecelle'ye verdiği söyleşide Amerikalıların bu süreçte oynadıkları rolü detaylarıyla anlattı. Arabuluculuk yaptıklarını, getirip götürdüklerini, hatta taktik verdiklerini anlattı. Diyorlarmış ki; “Aman baştan köprüleri atmayın, diyaloğu koparmayın. Ne kadar sıkıntı olursa olsun ilerlemeye devam edin.” Yani bu işi kotaran net olarak Amerikalılar. Türkiye’nin pozisyonuna gelirsek, baştan Türkiye “Birincisi, YPG'nin orada ayrı bir otonom bölge filan vücuda getirmesini kabul etmeyiz. İkincisi de YPG içindeki PKK’lılar tasfiye edilmeli” dedi. Şimdi gelinen noktada söylenen ise şu; “YPG içindeki Suriyeli olmayanlar çekilsin.” Bu nedenle de ben şu soruyu sormak istiyorum: “Şimdi biz Türkiye olarak YPG’yi PKK olarak kabul ediyor muyuz etmiyor muyuz?” Biz eskiden “YPG eşittir PKK, YPG PKK’nın Suriye koludur” demiyor muyduk? Hala öyleyse nasıl oluyor da YPG içindeki sadece Suriyeli olmayanların tasfiyesi bizim için kabul edilebilir oluyor? Ben bunu çözmekte güçlük çekiyorum doğrusu.
- Tam burada hükümete çok yakın bir köşe yazarının geçen gün yazdığı köşe yazısından bazı bilgiler aktarmak isterim. Bu köşe yazarına belli ki saraydan ya da MİT’ten denilmiş ki, “Suriye Demokratik Güçleri içerisinde Arap olmayan SDG’li sayısı yaklaşık 4 bin. Bunların arasında Suriyeli olmayanların sayısı ise çok az.” Yani özetle “SDG’nin içinde sadece 4 bin Kürt var” denmiş oluyor ki bu bana hiç gerçekçi görünmedi. En az 50 binlik bir güç diye biliyorum Suriye Demokratik Güçleri’ni. Bu söylemin kendilerine yakın bir gazeteci üzerinden dolaşıma sokulması tam sizin sorduğunuz soruya denk geliyor. Ankara SDG ile ilgili rezervini çekmenin yolunu mu yapıyor? Onu sormadan önce şunu da sorayım; sizdeki bilgiye göre SDG’de savaşan kişi sayısı kaçtır?
O rakamı hiçbirimizin tam bilmesi mümkün değil ama bugüne kadar söylenen hep Suriye Demokratik Güçleri’nin mevcudunun 70-80 bin civarında olduğuydu. Bunların........
© T24
