TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç: Trump’ın maden gündemiyle Meclis’teki torba yasanın ilişkisi olabilir; orman yangınlarında yaşadığımızın beterini maden kazalarında yaşayacağız
Diğer
07 Temmuz 2025
Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu bu ağır siyasi süreçte akıl sağlığımızı korumak adına en doğru yöntemlerden birinin siyasal iktidarın bizlere dayattığı gündemin içinde kalmayı reddetmek olduğuna inanıyorum. Bu ülkeyi tutkuyla seven bir yurttaş olarak benim için geçen hafta öncelikli gündem Cumhuriyet Halk Partisi üzerine kurgulanan ‘kırılma senaryosu’ değildi açıkçası. Bu yaz biraz da erken başlayan orman yangınları ve yangın haberlerinin ortasında TBMM’den geçirilen İklim Kanunu’nun bu topraklarda yaşamaya devam etmesini umduğumuz nesiller üzerindeki etkisi bana kalırsa herkesin de ana meselelerinden biri olmalı.
‘Toprak Dede’ Hayrettin Karaca’nın kurucu onursal başkanlarından biri olarak ismini tüm Türkiye’ye öğrettiği TEMA Vakfı, benim kafaya çok taktığım, sizin de takıyor olmanızı umut ettiğim, çevre konularında en sistematik çalışmaları yürüten STK olma özelliğini koruyor. 2013’ten beri TEMA Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanı olarak bir krizden ötekine koşan ekibi yöneten Deniz Ataç, uzundur madenler Türkiye’nin zeytinliklerini yutmasın diye mücadele veriyor. Son dönemde ise metalik maden şirketlerinin Türkiye’yi oyun alanına çevirmeye dönük hamlelerinin artmasıyla birlikte Ataç ve ekibi alarm durumunda yaşıyor. Zira zeytinliklerin karşı karşıya olduğu riskler kadar büyük ve derin başka bir sorunu daha var artık Türkiye’nin; siyanürlenmekte olan topraklarımızı, akarsu ve nehirlerimizi nasıl kurtaracağımız…
Adı ‘İklim Kanunu’ olan ama adının insanda uyandırdığı ‘koruma’ misyonu adına pek az şey barındıran kanun TEMA’ya göre aslında sadece bir ‘emisyon ticareti sistemi kurma’ kanunu. Yani Türkiye’nin hala hakiki bir ‘iklim yasası’na ihtiyacı var. Ancak sorun sadece yasal düzenlemelerde değil. Deniz Ataç, ne Çevre ne de Tarım Orman bakanlıklarının Ankara’daki denklemde pek bir hükmü olmadığını anlatıyor. Zira çevreyi ilgilendiren asıl hayati kararların çerçevesi Berat Albayrak döneminden beri hep Enerji Bakanlığı’nda çiziliyor, TEMA’nın tanık olduğu deneyim bu. Çıkan yasa kadar bir de sonbaharda çıkması muhtemel olan ‘Torba Yasa’ var Deniz Ataç’ı dertlendiren. Çünkü o torba yasa da kanunlaştığında başta altıncılar olmak üzere bütün madenciler çok daha kolay ve hızlı ruhsat alabilecek. Ataç bu işin Türkiye’de hızlandırılmasıyla ABD Başkanı Donald Trump’ın ‘maden gündemi’ arasında bir ilişki olmasından şüpheleniyor.
“Acaba Trump kendine yakın gördüğü ülkelere ve liderlere bu şekilde bir talimat vermiş olabilir mi?”
Deniz Ataç’ınki kuşkusuz meşru bir şüphe…Ne de olsa Türkiye’yi yönetenlerin de “Dostum Donald”dan beklentisi büyük.
-Sizin TEMA Vakfı olarak yoğun mesai harcadığınız orman yangınları geçen haftadan beri ne yazık ki yine Türkiye’nin gündeminde. İzmir Çeşme, Buca, Ödemiş, Bursa Yenişehir, Eskişehir Seyitgazi, Balıkesir Savaştepe, Kahramanmaraş Andırın, Çanakkale Çan’da neredeyse eşzamanlı yangınlar çıktı. Henüz yangınlar devam ederken, Ankara’da ise TBMM’de 15 Nisan'da ara verilen İklim Kanunu Teklifi'nin kalan 12 maddesi hızlıca görüşüldü, 2 Temmuz’u 3 Temmuz’a bağlayan gece kabul edildi. Hükümet, bu kanunun Türkiye’nin de imza koyduğu ve 2053’e kadar “sıfır emisyon” hedefleyen Paris Anlaşması’nın gereği olduğunu savunuyor. Bu argümanın doğru olan kısmı nedir, doğru olmayan kısmı nedir?
Kısmen doğru. Zaten en zor şeyler de biliyorsun kısmen doğru olanlar. Türkiye'nin tabii ki bir takım yapması gerekenler ve zorunlulukları var. Ama bu meclisten ‘İklim Kanunu’ diye geçen alışma aslında gerçek bir iklim kanunu değil. Bu çalışmanın geldiği yer sadece emisyon ticareti sistemini kuran bir kanun. Bizim temel itirazımız da bu. Eğer kanunun ismini emisyon ticareti sisteminin kurulmasıyla ilgili koysalardı daha doğru olurdu ki bizim zaten bu “Emisyon vergisi neyse öderim”, yani “kirletirim öderim” felsefesiyle de sorunumuz var TEMA olarak.
-Ancak şunu da hatırlatmam gerekiyor ki ‘emisyon ticareti sistemi’ Türkiye’ye özgü bir şey değil. Avrupa Birliği’nde de var ve hatta Türkiye’nin bir aday ülke olarak bu sistemi kurması ev ödevlerinden biri.
Bu sistemin kurulmasının amacı bütün ülkelerdeki emisyonu düşürmek. Yani biz çevre örgütleri olarak isteriz ki herkes emisyon azaltma yoluna gitsin. Ama bu kanunda “Kirlettim ama parasını ödedim” gibi bir yola gidilmesinin önünü açan bir şey var. Avrupa Birliği bu sistemi ihracatta sıkıntı çektikleri için kurmak zorunda kaldı. Ama biz Türkiye olarak bu sistemi çıkartmak için kurduğumuz sisteme ‘İklim Kanunu’ adı verdiysek, içine küresel hedeflere uyum için ulusal hedeflerin doğru ve açık ortaya konulduğu ve işleyişi takip edecek düzgün bir yapı kurmalıydık. Birtakım sektörlerin zaman içerisinde evrilmesi gerekiyor. Zaten kimse tüm hedeflerin yarın tutturulmasını beklemiyor. Ama bir takvim de şart; “Biz hangi tesisleri kapatacağız, bunu nasıl yapacağız, ne zamana kadar yapacağız?” sorularının acilen yanıtlanması gerekiyor. Biz biliyoruz ki bunu da paldır küldür yaparsak, bir sürü insan işsiz kalacak, mağdur olacak ve hiç günahı olmayan insanlar bunun sıkıntısını çekecek.
-Daha fazla ilerlemeden söylediklerinizi bir toparlarsam… Birincisi, size göre bu çıkan metin hakiki bir iklim kanunu değil. İkincisi, siz çevreciler emisyon ticaret sisteminin felsefesine itiraz etseniz de bunun bir zorunluluk hale getirildiğini bildiğinizden bu sistemin ne şekilde işletileceğine dönük itirazı daha ziyade metodoloji boyutunda devam ettiriyorsunuz. Doğru mu?
Evet, dediğim gibi, biz buna bayılmıyoruz ama Türkiye de sistemin içindeyse bunu yapacak. Tamam peki, emisyon ticari sisteminin kurulması gerekiyor. Ama biz bu işin yönetilmesi konusunda bilimsel bir kurumun rol oynaması gerektiğini düşünüyoruz. Rollerin çok daha net tanımlanmasını istiyoruz. Ama şunu vurgulamaktan vazgeçmeyeceğiz; bize göre bu bir iklim kanunu değil.
-Aslında hükümet bunun adını ‘İklim Kanunu’ koyarak göz boyadı, bir yandan ticari emisyon sistemi kurma konusunu çözdü ama sadece belli bir alanı düzenlemiş oldu. Yani iklim krizini hafifletmek için alınması gereken diğer tüm tedbirler ötelenmiş mi oldu?
Artı, hedef konmuyor. Yani böyle çok muğlak laflarla geçiyoruz. Türkiye başından beri hedef koymaktan kaçındı. Biliyorsunuz, Türk milleti olarak biz hedef koymayı sevmeyiz. Burada hükümet de aynı şeyi yapıyor. Oysa yapması gereken hedef koymak ve kurumlara görev vermek. Bunu yapmadan muğlak ifadelerle bu olmaz. Ama zaten onların bunu yapmak istediğinden çok emin değiliz. Kaldı ki çok temel bir sorunumuz daha var. Çevre Bakanlığı dediğiniz şey böyle üç tane ayrı konunun aynı çatı altında toplandığı tek bakanlık olarak işlev gören bir yapı olamaz.
-O halde hemen ismini hatırlayalım ilgili bakanlığın; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı. Size göre bu üç konu için ayrı ayrı üç bakanlık mı olmalı? Yani apayrı bir İklim Değişikliği Bakanlığı mı kurulmalı mesela?
İklim Değişikliği ve Çevre Bakanlığı olabilir, yani iki konuyu birlikte ele alan bir kurum. Ama bunun üzerine bir de ‘şehircilik’ eklediğiniz zaman olay değişiyor. Bu tür bir denklemde ‘çevre’ konusu kendi hak ettiği ağırlığı bulamıyor.
-Tabii bizim Türkiye’de ‘şehircilik’ten anladığımız şehirlere beton bina dikmek olduğu için aslında ‘Çevre ve Şehircilik’ adı tam bir çelişkiyi temsil ediyor. İki karşıt kavramı birlikte tabela üzerine yazarak aslında çevre karşıtı faaliyetleri de karartmış oluyorlar belki de.
Evet, bu işlerin planlanmasında ağırlık hiçbir zaman çevrede olamıyor. Sıkıntı da imardan çok sanayide karşımıza çıkıyor aslında. Devlet yönetiminde değişik departmanlar var. Mesela Enerji Bakanlığı kendi alanında tam gaz çalışır. Özel sektör şirketlerinde de böyledir; enerji departmanı çalışır ama işte finans onu dengeler, bazen pazarlama departmanı çok gitmek ister ama üretim departmanı dengeler. Yani her bir yapının içinde değişik departmanların dengesi vardır ve bunlar birbirlerini dengelerler. Ama Ankara'da epeydir, Berat Bey'in bakanlığından bu yana, Enerji Bakanlığı daha diğer bütün bakanlıklardan yukarıda bir pozisyona konumlandı.
-Bu ne demek?
Yani onlar her yapmak istediklerini yapıyorlar. Diğer bakanlıklar da sanki onların yapmak istediklerinin tamamlayıcısıymış gibi kaldıkları için koruma görevini yapamıyorlar. Burada doğal kullanma koruma dengesi ortadan kalktı. E zaten Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kendi içindeki denge de şehircilikten yana. Şehircilik departmanındaki ekiplere bakıyorsun onların da çoğu şehirci değil, inşaatçı. E inşaatçı adamın zaten dünyası öyle kurulmamış. Çevre dediğin, doğa dediğin şeyi bilmen lazım, ‘ekosistem hizmetleri’ denen şeyi bilmen lazım. Ama bu nosyonlar yok. Bu dengeyi bakanlığın ‘orman’ kısmı korumaya çalışıyordu. ‘Orman’ı da iyice etkisizleştirdiler. Bu son kanun tasarısıyla resmen yani iki bakanlığı bir genel müdürlüğe bağladılar. Yani hem Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği hem de Tarım ve Orman Bakanlığı’nı Maden VE Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne (MAPEG) bağlamış gibi oldular yani. Öyle demiyorlar tabii ama bütün yetkiyi MAPEG'e verdiler.
-‘Orman’ meselesinin bu yapısal denklem içinde ağırlığını iyice kaybetmiş olması maalesef iklim krizinin doğal sonucu olan ve dünyanın her yerinde artan orman yangınlarının ülkemizde de ağır tahribata yol açtığı bir döneme denk geldi. Ve bu yaz bu yıkıcı faktörü erkenden hatırladık. Geçen hafta İzmir ve Çeşme’de başlayan yangınlar çok zor kontrol atına alındı malum. Bu tür yangınlarda elektrik hatlarının ormanlık alanlarından içinden geçirilmesinin nasıl bir kabusa neden olabildiğini sizler zaten hep anlattınız. Ama biz belki de ilk kez tam o anın görüntülerini izledik. Görüntülerin ortaya çıkmasının ötesinde daha da önemli bir şey oldu; İzmir Valisi Süleyman Elban çıkgtı ve yangınların elektrik hatlarından çıktığını açıkladı.
Sağ olsun ne diyeyim. Belki de Sayın Vali bunu söylemiş olmasının faturasını ödeyecek. Biliyorsunuz 2021'de çok büyük bir yangın geçirdik, feciydi. Türkiye'nin böyle felaket anlarında şöyle bir refleksi var; devlet ve halk bütün gücümüzü değişik illerden gelen araç, edevat, personel ile söndürmeye harcıyoruz. Devlet de bunu yapıyor ve bunlar hiç kolay işler değil. Hiç hafife almıyorum, kimse sakın yanlış anlamasın. İnsanlar canları pahasına söndürmeye çalışıyorlar. Ama işte 2021’de aynı anda sekiz dokuz yerde büyük yangın çıktı. Ve bizim Türkiye olarak bu kadar sayıda bu kadar büyük yangına aynı anda müdahale etme tecrübemiz yoktu. Ama yaşadık, bunu yaşarken de gördük ki Türklerin en önemli sıkıntılarından biri de planlama. İklim krizinin geldiğini ve nasıl ilerlediğini bu işin içindeki herkes biliyor. Böyle bir dönemde bizim artık her yazımızın bir öncekinden daha zor........
© T24
