menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Prof. Dr. Adem Sözüer: Osman Kavala da Can Atalay da cezaevinden kaçsalar 'meşru savunma' olur; Ayşe Barım'a olan değil olmayan kanun uygulanıyor!

66 59
10.02.2025

Diğer

10 Şubat 2025

Son zamanlarda ne çok ‘hukuk’ konuşuyoruz değil mi? Konuştuğumuz şeyler hakikaten hukukla ilgili mi, değilse aslında neyi konuşuyoruz? Gözaltı ve tutuklamalara gerekçe gösterilerek iddinamalere yazılan kanunları sıradan yurttaş gözüyle okumak bile gündemdeki pek çok davada ‘bir tuhaflık’ olduğunu anlamamız için yeterli. Ancak meseleyi ömrünü hukukuka vermiş gerçek bilenlere sormak, sormaktan ve sorgulamaktan asla vazgeçmemek bu hassas dönemde yapılabilecek tek anlamlı şey heralde.

Prof. Dr. Adem Sözüer, Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Hukuku denince Türkiye’de on yıllardır ilk akla gelen isimlerden biri. Nitekim ilk dönemlerinde, ‘yargı reformu’ diye bir gündemleri hakikaten varken Adalet ve Kalkınma Partisi için de Adem Sözüer, kıymetli bir adresti. Ceza hukuku profesörü Sözüer, 2004’te hazırlanan yeni Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun beyin takımındaydı. TBMM Adalet Komisyonu ve Adalet Bakanlığındaki birçok komisyonda görev yaptı. O dönemde yapımına katkıda bulunduğu bazı diğer kritik yasaları da hatırlatayım;

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun, Kabahatler Kanunu, Çocuk Koruma Kanunu, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun Tasarısı.

Türkiye gündemini meşgul eden ne kadar sıkıntılı dava varsa Adem Sözüer’in ‘çok içerden söylenecek’ lafı var. Ancak o bu kadar çok konuşacak şeyi olmasından memnun değil, bir ülkede ceza hukukunun bu kadar çok konuşulmasının hayra alamet olmadığını savunuyor. Zaten ona göre konuştuğumuz şeyler ‘hukukla’ değil ‘hukukdışılıkla’ ilgili. İçinden siyasetçilerin, belediye başkanlarının, parti başkanlarının, gazetecilerin, sivil toplumcuların ve hatta oyuncuların geçtiği davaları değerlendirirken Sovyetler'de Stalin döneminin meşhur Moskova Mahkemeleri’ne gönderme yapıyor. ‘Tünel bakışlı’ dediği bu davaların hepsinde trenin sonuçta kimin üzerinden geçeceğinin en başından belli olduğunu söylüyor.

Yakın zamanda İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik ‘ahmak davası’nda savunma ekibine destek olarak bilimsel mütalaa sunan Sözüer, Erdoğan’a siyasi yasak getirildiği dönemde de benzer bir tavır almıştı. O süreci şöyle anlatıyor:

“Şimdiki Cumhurbaşkanı halkı kin düşmanlığa tahrik suçundan mahkûm edilmiş ve siyasi yasak getirilmişti. Daha sonra basın davaları ve ifade özgürlüğü ile ilgili bir af kanunu çıktı. Hasan Celal Güzel bu aftan yararlandırıldı partisine geri döndü. Ama Anayasa Mahkemesi Recep Tayyip Erdoğan'ı o aftan yararlandırmadı ve siyasi yasağı devam etti. Ben Anayasa Mahkemesi’nde bir sunum yaptım aftan Erdoğan’ın da yararlanması ve siyasi yasağın kalkması gerektiğine dair.”

Yine o dönemde Sözüer, Kanal 7 ekranlarında 28 Şubat uygulamalarına karşı görüşlerini sert bir biçimde dile getirebilen hukukçulardan biri oluyor. 28 Şubat’ın önemli figürlerinden Kemal Alemdaroğlu o sırada kendisinin henüz yardımcı doçent sıfatıyla görev yaptığı İstanbul Üniversitesi’nin rektörü. Ona rağmen konuşabiliyor, konuşuyor, kimse de akademik unvanlarını almasına engel olmuyor. Bugün ise pek çoğumuz gibi sosyal medyada bir mesaj paylaşırken dahi hepimiz gibi kırk kez düşünüyor!

-Son tutuklama ve gözaltı dalgalarına bakınca, adeta ‘hukuk’tan başka bir konuşmuyoruz memlekette. Siyasi parti başkanları, belediye başkanları, gazeteciler, bir oyuncu menajeri, oyuncular…saymaktan yoruluyoruz. Son birkaç ayda hızlanan bu ‘yargı eliyle muhalif sindirme’ kampanyasının hukukta bir karşılığı var mı yoksa biz aslında sadece siyaset mi konuşuyoruz?

Bu aslında Türkiye’de yeni bir şey değil. Ceza Hukuku'nun kötüye kullanılması, Türkiye'de siyasal iktidarı değiştirmenin, siyasi rakipleri tasfiye etmenin veya siyaseti dizayn etmenin bir yöntemidir. Çok daha eskiye gidebiliriz ama yakın dönemden örnekler verelim; Ergenekon davaları, askeri casusluk davaları, bir anlamda Fenerbahçe davası, 17-25 Aralık operasyonu, dönemin Genelkurmay Başkanı ve çok sayıda komutanın ‘terör örgütü kurucusu’ diye tutuklanması, MİT Müsteşarına operasyon gibi pek çok olayda ceza hukuku araçları amaç dışı kullanılmıştır. Bu davaların hiçbirinde hiçbir şey yoktu, bunu demiyorum. Ama o davalarda asıl amaç adaleti sağlamak gerçeği ortaya çıkarmak değildi. Ceza hukuku araçları kumpaslar yoluyla siyasette veya bürokraside tasfiye yapmak ya mevcut iktidarın yerine yeni bir iktidar getirmek için ya da mevcut iktidarın devamını sağlamak için kullanıldı.

-İki seçilmiş milletvekilinin -Enis Berberoğlu ve Can Atalay- davaları da ‘ceza hukukun kötüye kullanılması’ dediğiniz yöntemin şahikası oldu heralde. Can Atalay’ın derhal serbest bırakılması yönündeki AYM kararı siyasal iktidar tarafından kaale alınmadı.

Evet. Başka örnekler de verebiliriz. Gezi davası da yine siyasal amaçlı olarak Ceza Hukuku'nun kötüye kullanılmasının bir işaretidir.

-Bu davaların hepsinde ceza hukuku araçlarının kötüye kullanıldığına ilişkin tespitinizin dayanağı nedir?

Gayet basit. Çünkü ya Anayasa Mahkemesi ya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi demiş ki “Burada adil yargılama yapılmamıştır.”

-Şu aralar AİHM’in ‘umut hakkı’ndan falan bahsederek barış güvercinliğine soyunan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, daha bundan birkaç sene evvel Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını istiyordu, hem de mahkemenin HDP’nin kapatılmasına ilişkin davadaki tutumu nedeniyle. Tam cümlesi şuydu Bahçeli’nin: “HDP'nin kapatılması kadar Anayasa Mahkemesi'nin de kapanması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır.”

Hukuken kapatılmadı ama fiilen kapatıldı gibi.

-Ne demek istiyorsunuz?

Anayasa Mahkemesi’ni nasıl kapatırsınız? Çıkarırsınız anayasadan, ‘kapattık’ dersiniz. Diğer bir kapatma yolu da işlevsiz bırakmaktır. Şu anda Anayasa Mahkemesi büyük ölçüde işlevsiz bırakılmıştır. Kararları uygulanmadı, uygulanmıyor. Yanlış anlaşılmasın, sadece Can Atalay kararı değil, ondan önce de pek çok kararları uygulanmadı. Sadece bireysel başvuruyla ilgili kararları değil, kanunlarla ilgili iptal kararlarının gereği de yerine getirilmiyor. AYM bir kanunu iptal ediyor, ama iktidar iptal edilen kanunu yine kanunlaştırıyor.

-Can Atalay kararını hukuk teamüllerinin ihlali açısından özel bir yere koyan şey nedir?

Anayasa Mahkemesi iki kez ihlal kararı verdi, ikisi de uygulanmadı. Ama daha önce görülmemiş bir şey daha yapıldı. Anayasa Mahkemesi bu kararı verdiği için hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Kim bulundu? Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi’nin o zamanki üyeleri. Yani olay biraz önce verdiğiniz örnekte olduğu gibi sadece bir siyasetçinin açıklamasıyla kalmadı. Yargıtay'da bir daire resmen suç duyurusunda bulundu. Buna paralel olarak da hükümete yakın medya AYM üyelerini bir terör örgütünün üyeleri gibi gösterdi. Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurudaki ihlal kararlarını uygulamıyorsunuz. İptal ettiği kanunların gereğini yapmıyorsunuz. Bütün bunlar, Anayasa Mahkemesi’ni aslında fiilen işlevsiz hale getirme girişimidir. Üstüne üstlük bir de AYM üyeleri hakkında terörle bağlantılı suç duyurularında bulunuyorsunuz. O da yetmiyor, üzerine hem en tepe noktadaki siyasetçiler hem de medya bu insanları hedef gösteriyor. Bu AYM üyeleri de insandır değil mi yani!

-Bu kadar ayar vermenin kararlara olası etkisine getirmeye çalışıyorsunuz sanırım konuyu…

‘Ayar vermek’ lafı yapılanın yanında çok hafif kalır, yapılan ayar vermenin çok ötesinde. Şu anda Anayasa Mahkemesi köşeye sıkıştırılmış vaziyette. Üstelik de bu Anayasa Mahkemesi üyelerini bu şekilde hedefe koyanlar kendileri seçmiştir.

-Şimdi tabii zamanın ruhu da Türkiye’de anayasa ve yüksek mahkeme tanımayan bir iktidarın umursamazlığını arttıran bir faktör oluyor sanırım. Mesela ABD’de yeniden başkanlık koltuğuna oturan Donald Trump, ayağının tozuyla Amerikan Anayasası'nın 14. Maddesinin garanti altın aldığı ‘doğduğu yer ABD olana vatandaşlık’ uygulamasına son vermek için bir başkanlık kararnamesi imzaladı.

Ama federal bir hâkim o kararın yürütmesini durdurdu. Ayrıca Trump, Yüksek Mahkeme bir karar verdiği zaman ‘uygulamam’ diyemiyor. Amerika'daki garabetler Türkiye ile karşılaştırılmaz. Amerika'daki hukuk treni de bazen yanlış yöne gidiyor ama orada hala ‘kırmızı çizgiler’ var. Kimse Yüksek Mahkeme’nin kararını uygulamama gibi bir şeye teşebbüs edemedi henüz. Bizde ise ise hukuk treni tamamıyla raydan çıkıp devrilmiştir. AYM hakkında suç duyurusunda bulunulan bir ülke Türkiye. Dolayısıyla Türkiye'deki durum, herhangi bir olağan ülkedeki anormalliklerle karşılaştırılabilir değildir.

-Biraz önce AYM’nin Can Atalay kararından sonra yapılanlarla aslında fiilen kapatıldığını, işlevsiz hale getirildiğini anlattınız. Peki, şu an Türkiye’de anayasa askıda mıdır?

Eğer Anayasa'yı uygulamıyorsanız, bu durumu nasıl tanımlayacaksınız? Elbette ki askıdadır. Eğer anayasada yazıyorsa ki “Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme, herkesi bağlar” ama siyasi iktidar “beni bağlamaz” diyorsa, anayasa o bağlamda askıdadır. Eğer siz siyasi iktidar olarak HSK’daki gücünüzü kullanarak yargıyı, belli davalarda bir emir komuta zinciri içinde bir düzene getirmişseniz anayasadaki yargı bağımsızlığı askıdadır. Anayasanın askıda olmasının daha pek çok örneği var bugün; ifade ve basın özgürlüklerinin, RTÜK yaptırımlarıyla, haksız gözaltı ve tutuklamalarla açık ve ağır şekilde ihlali de anayasadaki hak ve özgürlüklerin askıda olduğunun diğer göstergeleri. Bugün Türkiye’de bireysel özgürlükleri garanti altına alan mekanizmaların hemen hiçbiri etkin değil. Anayasa Mahkemesi ve AİHM sistemleri gibi yargısal mekanizmalar veya parlamentoda hesap sorma ya da denetleme yolları işlemiyor. Oysa bunlar siyasi iktidarların “yoldan çıkması” durumunda onun gücünü sınırlayacak mekanizmalardır. Antik Yunan demokrasiyi niye icat etmiş? Çünkü insanoğlu, sınırlanmazsa iktidar hırsını da para hırsını da mutlaka kötüye kullanılır.

-Şu ana kadar anlattıklarınızla hukuken durumu şöyle özetlemiş oldunuz; Türkiye’de AYM fiilen kapatıldı, hükümet üzerindeki hiçbir denetim mekanizması etkin değil ve anayasa da askıda.

“Anayasa da askıda” demek şu anki durumu özetleyecek en hafif tabir olur. Ama hani belki bir gün askıdan iner umuduyla öyle diyelim.

-En başa dönelim…dediniz ki; “Ceza hukukunun kötüye kullanılması, Türkiye'de siyasal iktidarı değiştirmenin, siyasi rakipleri tasfiye etmenin veya siyaseti dizayn etmenin bir yöntemidir.” Yakın dönemden verdiğiniz örnekler de hep Fethullahçı yapının yargı eliyle yaptıklarının örnekleri. İki hafta önce bu köşe için Osman Kavala’nın eşi Ayşe Buğra ile söyleştik. Şöyle bir yorumu oldu; “Onlar yargılamaları hukuka uygunmuş gibi göstermek için sahte delil üretiyordu. Bugün delil uydurmaya bile gerek duymuyorlar. Bize yalan söylemeye bile tenezzül etmiyorlar.”

Türkiye'de darbe rejimleri de 1960'tan beri her zaman toplumu ve siyaseti dizayn etmeyi yargısal araçları kötüye kullanma yoluyla yapmıştır. Yargıyı amaç dışı kullanarak topluma ve siyasete yön vermek Türkiye'de bir yöntemdir. Bu yöntem 28 Şubat’ta da özel yetkili mahkemeler döneminde de kullanıldı, Ancak şunu söylemem gerekiyor ki, sıkıyönetim mahkemeleri bile birçok noktada daha öngörülebilir mahkemelerdi. Çeşitli baskıların olduğu 28 Şubat’ta değişik düşüncelerin ifade edildiği bir basın vardı. Toplumda farklı güç odakları da vardı. Ben kendi yaşadıklarımdan örnek vereyim. 28 Şubat'ta Kanal 7 vardı, mütevazı bir yerdi. Ahmet Hakan Coşkun da oradaydı. Ben o zamanlar daha yardımcı doçenttim. Kanal 7’nin programlarına katılıp, Recep Tayyip Erdoğan'a karşı haksız uygulamaları veya 28 Şubat'ın haksız uygulamalarını yüksek sesle eleştiriyordum. 28 Şubat'ın en önemli figürlerinden Kemal Alemdaroğlu rektördü ve ben de o üniversitede öğretim üyesiydim. Konuşabiliyordum. Konuştum. Sorunlar oldu ama akademik unvanlarımı aldım.

O dönemde şimdiki Cumhurbaşkanı halkı kin düşmanlığa tahrik suçundan mahkûm edilmiş ve siyasi yasak getirilmişti. Daha sonra basın davaları ve ifade özgürlüğü ile ilgili bir af kanunu çıktı. Hasan Celal Güzel bu aftan yararlandırıldı partisine geri döndü. Ama Anayasa Mahkemesi Recep Tayyip Erdoğan'ı o aftan yararlandırmadı ve siyasi yasağı devam etti. Ben Anayasa Mahkemesi’nde bir sunum yaptım aftan Erdoğan’ın da yararlanması ve siyasi yasağın kalkması gerektiğine dair. O zaman Recep Tayyip Erdoğan'la bir özel bir tanışıklığımız yoktu. Ama ben bir kişi hak ve özgürlükleri ve hukuk devleti ilkesini savunan bir hukukçu olarak bugün........

© T24