Gazeteci İrfan Aktan: Kürtler arasında çok öfkeli bir kesim var, DEM Parti’ye de ‘halkların kardeşliği’ sloganına da öfke var
Diğer
17 Şubat 2025
Gazeteci İrfan Aktan ve Cansu Çamlıbel
Türkiye’nin Kürt sorununun çözümü açısından hakikaten yeni bir kavşakta olup olmadığımız sorusuna yanıt aradığımız şu aralıkta, Japonya’nın Kürt sorununu inceleyen çok enteresan bir kitap yayınlandı. Evet, Japonya’nın Kürt sorunu, yanlış okumuyorsunuz. Belki bazı dikkatli gündem takibi yapanlarınız, son yıllarda Japonya’da yaşayan Türk ve Kürt göçmenler arasındaki gerginliklere dair haberlere denk geldiniz ancak işin boyutlarını tahmin bile edemezmişiz. Kürt meslektaşım İrfan Aktan, 2022 yılında dört ayını Japonya’da geçirerek çok detaylı bir saha çalışması yapmış ve yaptığı söyleşileri kendi izlenimleriyle birlikte ‘Karihomen: Japonya’da Kürt Olmak’ kitabında toplamış. Adalet Kalkınma Partisi iktidarının 2015 sonrasındaki Kürt politikalarının 8500 kilometre ötedeki bir Uzak Asya ülkesindeki iki bin kişinin hayatını nasıl etkileyebildiğini hayretle okudum.
İrfan için ‘Kürt meslektaşım’ ifadesini kullanmamın sebebi bizatihi kendisinin her daim Kürt kimliğine vurgu yaparak yazan bir gazeteci olması. Senelerdir sahada Kürtlerin ve Kürt siyasi hareketi içindeki tartışmaların nabzını en yakından tutan gazetecilerden de biridir. O cenahtan gelen pek çok atlatma haberi kendisinden okumuşluğumuz çoktur. Japonya’daki ‘karihomenlileri’ konuşmak için sözleşmiş olsak da tarihin bu anında Türkiye’deki Kürtlerin ruh halini ıskalayamazdık.
İrfan Aktan, Japonya’daki Kürtlerin yasal statüsü olan ‘karihomen’ için ‘statüsüzlüğün statüsü’ diyor. İltica başvurusunda bulunanlar reddediliyor ama sınır dışı da edilmiyor, bir nevi ‘Japon askısı’. Aktan’ın bu durumu anlatırken kullandığı “Bir saat sonrasını bile göremeyeceğiniz bir belirsizlik içinde yaşamak” ifadesi ciğerime oturdu. Siz anladınız neden. Zaten bir süre sonra sadece bakışarak anlaşacağız bu gidişle.
Manşeti Japonya’daki Kürtlerden vermek isterdim ama malum “Öcalan konuşacak” diye özel mimlenen 15 Şubat tarihini pas geçtik. ‘Neler oluyor olabilir’i İrfan Aktan pek çoğumuzdan daha bilgili bir yerden yorumluyor diye düşünüyorum.
-‘Karihomen: Japonya’da Kürt Olmak’ kitabın bugün Japonya’da yaşayan yaklaşık 2000 kişilik Kürt topluluğun yolculuğunu ve dertlerini anlatıyor diye özetleyebiliriz. Bu cemaat aslında tek bir kişinin 90’larda Japonya’ya işçi olarak gitmeye karar vermesiyle başlıyor, o kişiye geleceğiz. Ama şuradan başlayalım; 90’lardan 2015’e kadar aslında Kürtler Japonya’daki diğer göçmenlerden çok daha farklı bir muamele görmeden yaşayıp gidiyor. Ancak 2015’te Ankara birden oradaki bu küçük Kürt cemaatine özel ilgi göstermeye başlıyor. Sen yaptığın araştırma sonucunda bunun Haziran 2015 seçimleriyle doğrudan bir ilgisi olduğu kanaatine ulaşmışsın. Neden?
7 Haziran 2015 seçimlerinde Japonya’daki Türkiyelilerin kullandıkları oyların yüzde 59’u -yani 381 oy- HDP’ye, yüzde 22’si ise AKP’ye -yani 156 oy- gitmiş. 1 Kasım 2015 seçimlerinde ise kullanılan oyların yüzde 462’sı -yani 553’ü- HDP’ye, yüzde 37’si ise -yani 447 oy- AKP’ye gitmiş.
-Bu arada, Japonya’daki Kürt olmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sayısı nedir?
Onlar da 2000 civarında. Çoğunluğu Fatsa’dan giden Türkler. Yani aslında Japonya’da yaşayan Türk ve Kürt topluluklarının sayıları birbirine çok yakın. Biraz önce verdiğim oy oranları, 1 Kasım 2015 seçimlerine iki tarafın da özel bir önem verdiğini gösteriyor. Zaten herkesin dikkatlerinin bu iki topluluğa çevrilmesinin miladı da iki tarafın 25 Ekim 2015’te oy vermek için Tokyo’daki Türk Büyükelçiliği’ne gittikleri sırada yaşanan çatışma oldu. Bu durum, II. Dünya Savaşı sonrasında güya şiddetten arındırılmış bir hayat yaşayan Japon toplumunda şok etkisi yarattı. Çatışmanın sebebi oy kullanmaya gelen milliyetçi Türk göçmenlerin, yine oy kullanmaya gelen bazı Kürt gençlerin arabalarının camında Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan YPG’nin bayrağını görmesi. Tabii böyle bir olayın 7 Haziran’da olmaması ama birkaç ay sonra olabilmesi, AKP hükümetinin o tarihteki politikasıyla doğrudan ilgili. Hatırla, 7 Haziran’a kadar AKP hükümeti PKK ile barış görüşmeleri sürdürüyordu. YPG daha o dönemde terörist de ilan edilmemişti. Henüz hükümet topyekûn bir anti-Kürt politikaya geçmemişti.
-Doğru. Ancak yine de bunun Japonya özelinde bu kadar yüksek bir tansiyona dönüşmesi tuhaf değil mi? Avrupa’da on binlerce Kürdün oluşturduğu bir diaspora var mesela. Japonya’daki iki bin Kürt neden bu kadar büyük bir mesele olsun Türkiye Cumhuriyeti için?
Bu tek taraflı bir mesele değil. Japonya’nın da kendine özgü gerekçeleri var. Ama öncelikle Türk hükümeti açısından motivasyonun ne olduğunu söyleyeyim; Japonya’da bir Kürt diasporası olsun istemiyorlar. Bak o 25 Ekim çatışmasından önce çok dikkat çekici bir diplomatik ziyaret trafiği var. Tayyip Erdoğan o çatışmadan sadece birkaç hafta önce 7 Ekim’de Japonya'ya gitti. Oradaki Türk toplulukla Tokyo Camii’nde bir araya geldi. 1 Kasım seçiminden sadece 13 gün sonra ise bu sefer Japonya Başbakanı Shinzo Abe Türkiye’ye geldi. Erdoğan’ın Tokyo’da Türk toplumuyla buluşmasına Kürtler davet edilmedi. Çünkü oradaki Kürtler hem HDP'ye oy verdikleri için hem de terörist olarak görüldükleri için Türkiye hükümeti tarafından sahiplenilmiyor. Zaten daha sonra 2019'da Türkiye Japonya’da bir konsolosluk açtı. Onu da Kürtlerin yaşadığı Warabi veya Kawaguci'de değil, Türklerin yaşadığı Nagoya'da açtılar. Japonya’daki durum aslında devletin kendi vatandaşı olan Kürtlerle münasebetini mikro ölçekte ortaya koyan bir örnek.
-Aynı türde bir yaklaşım dünyanın pek çok ülkesinde var aslında. Dediğim gibi özellikle kuzey Avrupa’da Kürtlerin yaşadığı pek çok ülkede. Mesela bu konu yakın geçmişte İsveç’in NATO üyeliğini engelleme potansiyeli olan bir diplomatik krize dönüşebildi. Ancak Türk hükümetinin diplomatik baskısı her yerde Japonya’daki kadar kuvvetli sonuç vermiyor. Japonya’nın motivasyonunu anlamaya çalışıyorum çünkü bahsettiğimiz çok da küçük bir topluluk, sadece iki bin kişi.
Bir kere, Türkiye-Japonya ilişkilerinin tarihine bakmak lazım. Osmanlı’nın Japonların Rusları yenmesinden itibaren bu ülkeye özel bir ilgisi oluyor, Japonya Türkler için adeta bir arzu nesnesine dönüşüyor. Japonlar muzaffer çıktığında bu durum Osmanlı'da büyük bir mutluluk, heyecan yarattı. Hatta Mehmet Akif Ersoy'un Japonları yücelten bir şiiri var, Japonları İslam'ın tebliğ edilmediği ama bir tür Müslüman gibi yaşayan bir halk olarak resmediyor. İmparator Meiji, Abdülhamid ile çok sıcak ilişkiler kurmaya çalışıyor. Ertuğrul Fırkateyni trajedisi yaşanıyor falan ama daha sonra Mustafa Kemal'in de henüz bir Osmanlı subayı iken Japonları övdüğü bir makalesi var. 1900’lerde Ziya Gökalp keza Japonları yere göğe sığdıramıyor. II. Dünya Savaşı ve Japon emperyalizmi döneminde de Japonya burada hep nadide bir örnek olarak görüldü. O günden bugüne gelindiğinde de Türk milliyetçileri böyle nadide bir örnek olarak görülen bir ülkeyle Kürtlerin sıcak bir ilişki kurmasını istemiyor.
Japonya'daki ırkçı ve milliyetçi gruplar da keza bugün, Türklerle ilişkilerinin Kürtler nedeniyle bozulabileceğini iddia ediyorlar. 1990’lardan beri, yani o eski Japon mucizesi sonlandığından beri Japonya'da sağ gruplar yahut emperyalizme geri dönülmesini arzulayan gruplar yeni bir düşman arayışına girdiler. Bu seçilmiş düşmanlar ilk etapta Koreliler oldu. 1990'lardan itibaren bunlar hedef alındı, nefret söyleminin muhatabı oldular. Çinliler hakeza öyle. Bu saldırılar zaman zaman Kore kökenlere karşı fizik saldırılara da dönüştü. Fakat işte 2015’ten sonra, bu sağcı Japon gruplar kendilerine yeni bir kurban buldular; Kürtler. Bu yeni kurban Kore ya da Çin kökenlilerden çok daha işlevseldi onlar için. Çünkü Kürtlerin kendi vatandaşı oldukları devlet tarafından sahiplenilmeyeceğini biliyorlardı. Oradaki anti-Kürt nefret söyleminin Türkiye'deki ırkçılar tarafından da sahiplenilip destekleneceğini biliyorlardı. Japonya’daki Kürtler 2015’ten beri bu sağcı grupların hedefinde. Şaşırmayacaksın, Kürtler aleyhine sürdürülen ‘bunların hepsi terörist’ şeklinde özetleyebileceğim operasyon sosyal medya üzerinden yürütülüyor. İlginçtir Kürtler 30 yıldır orada yaşıyor ama son yıllara kadar böyle bir nefret kampanyasıyla karşı karşıya kalmadılar. Bu kadar ciddi bir ırkçı kuşatmayla hiç karşılaşmadılar son döneme kadar.
-Eğer bu bizim Türkiye'de aşina olduğumuz türde trol saldırıları Japonya’daki Kürtleri hedef alacak bir aşamaya gittiyse o zaman aslında Türk istihbaratının Japonya’nın kodlarını iyi çözdüğü anlamına da gelmez mi? Zaten sen kitapta Japon devletiyle Türk istihbaratının yakın çalıştığına, Türk tarafının Japonlara o açıdan ‘lojistik destek’ sağladığına ilişkin tespitlere de yer veriyorsun.
Eski istihbarat personeli bir Japon kitap yazmış, diyor ki “Japonya’daki yabancı ajanlar içinde Türkiyeliler başarı sıralamasında altıncı sıradadır.”
-Türkiye’nin Japonya gibi bize çok uzak olarak görebileceğimiz bir ülkede kitaplara geçecek ölçüde bir istihbarat faaliyeti içinde olması oradaki Kürt topluluktan bağımsız da irdelenmesi gereken bir konu herhalde.
Ama şunu söylemem gerek; Kürtlere karşı bu nefret kampanyasını başlatan aslında Türkiye değil, Japonya'daki ırkçı gruplar. Türkiye bu dalganın üzerine atlıyor. Halbuki aslında bu muameleye maruz kalanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve devletin aslında kendi vatandaşlarına karşı ırkçılığa göz yuman bir yönetime bu konularda uyarı ve sitemde bulunması beklenirdi. Oysa hükümet tam tersini yapıyor, öyle olunca da Türkiye’nin Kürt sorunu Japonya’ya taşınmış oluyor.
-Japonya’daki Türklerin çoğunun Fatsa’dan giden Türk göçmenler olduğunu hatırlattın. Kürt göçmenlerin çoğu ise Maraş Pazarcık’tan. Ve aslında Pazarcıklıların orada ufak bir cemaat oluşturmasına neden olan tek bir kişi var; Kawaguchi Mehmet. Kitapta gerçek soyadını vermek yerine Mehmet B. olarak kodluyorsun. Elbette Türk devleti de kim olduğunu biliyor bu kişinin. Ve Kawaguchi Mehmet’in sanılacağı gibi politik nedenlerle göç etmediğine işaret ediyorsun.
Evet, kendisi o sırada iş bulmak için Avustralya'ya gitmeye çalışıyor ancak tanıştığı bir İranlı kendisine “Japonya'da iş gücü açığı var ve vize de istemiyor, doğrudan oraya git” diye tavsiye veriyor. Kawaguchi Mehmet herhangi bir Kürt köylüsü. Yani doğrudan politik bir figür değil. Mensup olduğu Mahkan aşireti eskiden Alevi iken -ki devletin kayıtlarına da Alevi-Kızılbaş olarak girmiş bir aşiret- Maraş katliamından sonra Sünni görünümüne geçmiş. Dolayısıyla Alevilik bir korku kaynağı ama esas onları topraklarından eden şey 1990'lardaki yayla yasakları.
Kawaguchi Mehmet'in hikayesi şu açıdan önemli. Şimdi hep deniliyor ya, “Tarım ve hayvancılık bitirildi”, bitirilen kimin hayvancılığıydı ta o dönemden. Mesela bu Mahkan aşiretinin yaşadığı köyler kayalık, toprak elverişsiz, sadece koyunculuk yapıyorlar. Yarı göçebe bir aşiret bunlar, yazın yaylalara çıkıp koyunlarını orada otlatıp geri dönüyorlar. Fakat yayla yasakları gelince bu sefer Kayseri'ye bağlı yaylalara gitmeye başlıyorlar. Oralara büyük paralar vermek zorunda kaldıklarında iş artık sürdürülemez hale geliyor. Koyunlarını satıyorlar ve yaşayabilecekleri bir coğrafya arayışına giriyorlar. Yoksa hani Hakkari'deki gibi sıcak çatışmanın içinde kalmış falan değiller. Bu insanların önemli bir kısmı eğitimden mesela yararlanamamış çünkü köylerinde okul yok. Lise okumak için köylerinden 45 kilometre ötedeki Pazarcık’a gitmeleri gerek. Şimdi Japonya’daki ırkçılar onlara diyor ki........
© T24
