CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisyona üye de vermeyiz
Diğer
18 Haziran 2025
Cumhuriyet Halk Partisi 2024’ün son aylarından bugüne devasa bir tazyikin altında siyaset yapma sınavı veriyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihine paralel ilerleyen tarihi zaten parti içi mücadeleler ve klik savaşlarıyla geçmiş olan CHP’nin bugün iktidar tarafından şevkle kabartılmaya çalışılan ‘dağınık’ görüntüden kendini kurtarıp kurtaramayacağının turnusolü ‘kurultay davası’ olacak belki de.
CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, akademik arka planı kuvvetli, çok şapkası olan ve sol yanını siyasi hesaplara kaptırmamış bir siyasetçi olarak son dönemde partinin en kritik kavşaklarından birinde duruyor. 19 Mart’tan beri Silivri’de tutuklu bulunan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun en güvendiği isimlerden, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de uzundur yol arkadaşı. Tüm tartışmalara çok içerden bir yerden hâkim olduğunu düşünmek için çok sebebimiz var. Tam da bu yüzden 30 Haziran’daki kurultay duruşmasına kısa bir süre kala nabzını tutmak istedim. Eski Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden yürüyen ‘mutlak butlan’ tartışmasına yukardan bir yerden bakmayı tercih etti. Zira ona göre zaten bu davaların hiçbiri hukuki olarak izah edilemeyecek motivasyonları olan ‘siyasi süreçler’. Ancak ne olursa olsun Cumhuriyet halk Partisi’nin olası tüm olumsuzlukları aşacak potansiyeli var. Yine de son kertede Kemal Bey’in partiye zarar verecek bir hamle içinde olacağına ihtimal vermek istemiyor.
Ekrem İmamoğlu’nu bekleyen mahkeme süreçleri konusunda ise gerçekçi. Davaların seyrinin Türkiye’nin seçim takvimine göre ilerleyeceğini düşünüyor. Ancak Günaydın’a göre İmamoğlu ile ilgili kararı verecek olan yargıçlar değil yurttaşlar olacak.
Gökhan Günaydın, AKP ile MHP’nin el ele kurgulamakta olduğunu anladığımız ‘anayasa değişikliği’ projesine ise yekten karşı. Bu konudaki söylemlerinin CHP Genel Başkanı Özgür Özel’inkilerden dahi keskin olduğunu söylemek mümkün. CHP’nin pozisyonunun önümüzdeki aylarda yumuşayıp yumuşamayacağını göreceğiz. Fakat şurası net; Gökhan Günaydın sokağın nabzını analizlerinin merkezine koyarak konuşuyor.
-Silivri'de tutuklu bulunan Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'e yönelik sözleri nedeniyle açılan davanın ikinci duruşması iki gün önce yapıldı. İmamoğlu’nun avukatlarının esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapmaları için süre istemesi nedeniyle duruşma 16 Temmuz’a ertelendi. Mahkemede yaşananları bir hukukçu gözüyle nasıl yorumlarsınız?
Tabii bir kere şunu ifade edelim; herhangi bir ülkede bir yargılama eğer cezaevi kampüsü içerisinde yapılıyor ise o, ülkenin demokrasi düzeyini gösterir. Çağlayan'da görülmesi gereken bir dava trajikomik bir şekilde insanların güvenliğini gerekçe göstererek Silivri’ye alınıyor. Aslında yaptıkları şu; yargılamayı 110 km öteye taşıyarak insanları mahkemeye gidemeyecek hale getiriyorlar. Bir kere duruşmanın aleniyeti açısından bir sorun, Türkiye'nin görüntüsü açısından da önemli bir konu. Bu davanın geçmişini herkes biliyor, oraya girecek değilim. İlk duruşması 11 Nisan'da yapılmıştı. 11 Nisan'da Ekrem Başkan çok iyi bir savunma yapmıştı. Ben de “Bu savunma mütalaaya acaba nasıl yansıyacak?” diye düşünmüştüm. Tabii yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz var ama belki de cübbenin cebinin, düğmesinin, rozetinin olmadığı zamanlara da denk gelme ihtimalimiz olabilir diye düşünüyorum zaman zaman. 11 Nisan’da 16 Haziran’a bırakılan duruşmanın mütalaası 13 Haziran günü UYAP’a yüklendi! Bu dava 20 Ocak soruşturması sonrasında açıldığına göre, iddianame yazılalı epey olduğuna göre, ilk duruşma 11 Nisan'da olduğuna göre neden mütalaa 16 Haziran'dan yalnızca 3 gün evvel yazılıyor? 2,5 sayfalık bir mütalaa aslında. Böyle bir davada siz mütalaayı üç gün önce verirseniz, doğal olarak sanık avukatları da bu mütalaaya karşı zaman isterler.
“Gürlek davasında kararı bir an önce çıkartıp istinaf ve temyiz aşamasını sürece göre ayarlayacaklar” -Normalde bir sanık avukatının ek süre talebi nasıl bir takvime bağlanır?
Normalde bir duruşma atar ve bu tip davalarda duruşma süresi iki buçuk, üç ay olur. Oysa Ekrem Bey’in avukatlarının talebi üzerine hâkim “cuma gününe kadar hazırlayabilir misiniz?” diye sordu. Arkadaşlar da doğal olarak cuma gününe kadar hazırlanamayacağını söylediler. Nihayetinde siz bu işin hukuki boyutunu, siyasi boyutunu, felsefi boyutunu anlatan bir savunma yapacaksınız. Bu basit bir dava değil ki, basit bir Akın Gürlek meselesi değil ki bu mesele. Nihayetinde 16 Temmuz’a kadar vakit verdiler. Yani bir ay. Ama bu bile yeterli süre değildir. En az iki buçuk, üç aydır o süre. Ama işte aceleleri var, aynı ‘ahmak’ davasında olduğu gibi. O karar hem hürriyeti bağlayıcı ceza hem de siyasi yasak içeriyordu. Ama bunun istinafa ve temyize açık tarafları var. Burada da ilk derece kararını bir an evvel çıkartacaklar. İstinaf ve temyiz aşamasını sürece göre ayarlayacaklar. Biz de bu meseleye hukuki bir dava süreci diyoruz.
-Davaya usul yönünden daha hayati bir itirazınız daha var, onu açar mısınız?
Mağdur İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek. Mütalaayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı hazırlıyor. Tesadüfen dava Akın Gürlek'in eski reisi olduğu 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne düşmüş. Ve yine tesadüfen o 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin şu andaki reisi de Akın Gürlek'in yıllarca heyetinde yargıç olarak görev almış bir kişi. Yani iddianameyi hazırlayan belli, mütalaayı veren belli, yargılayan belli. Mağdur ile sanık arasında bir maç oynanıyor gibi görünüyor. Ama gerçek maç Türkiye'nin demokrasi sahasında oynanıyor.
-Sizin deneyimli bir hukukçu olarak öngörünüz Ekrem İmamoğlu’nun Akın Gürlek’e hakaret ve tehdit davasında hızla ceza verileceği yönünde. Doğru mu anladım?
Evet, istinaf ve temyiz süreci Türkiye'nin seçim sürecine göre planlanacak. Söylediğim budur. Bu sözün doğrulanması ya da yanlışlanması için önümüzde iki buçuk yıllık bir zaman var. Umarım yaşarız ve hepimiz hep beraber görürüz. Bu arada tabii Ekrem Bey ile ilgili yolsuzluk, terör ve bilirkişi davaları da devam ediyor.
-Ekrem İmamoğlu’nun tutuklu yargılanmasına neden olan dosya yolsuzluk olduğu için aslında en çok merak edilen oradaki hukuki sürecin nasıl işleyeceği. Üç ay geçti ama iddianame ortada yok. Bu arada birtakım ifadeler belli başlı televizyon kanallarına servis ediliyor. Bir takım MASAK raporları bağlamından kopuk biçimde ortada dolaşıyor. Sonra bazı sanıkların etkin pişmanlıktan yararlanarak verdiği ifadeler yine aynı medyaya yansıyor. Ama mesela birkaç isim servis edilen ifadelerin kendilerine ait olmadığını açıkladılar avukatları aracılığıyla.
Evet, Fatih Keleş ve Murat Ongun.
-Sizin aynı durumda olduğunu bildiğiniz başka isimler de var mı?
Yok, bu ikisini biliyorum. Şimdi, ceza hukukunun iki yüzyıllık bir uygulaması vardır ve bu uygulama şunu söyler; kanıttan sanığa gidersiniz. Burada ise şöyle yapılıyor; birisi sanık yapılmaya karar veriliyor, evinden alınıyor, o ve arkadaşları tutuklanıyor, hepsi ayrı ayrı hücrelere konuluyor. Hücreler de yetmiyor ise başka cezaevlerine gönderiliyor, yedi buçuk saat elleri kelepçeleri olarak falan. Sonra operasyon genişletiliyor. İş adamları alınıyor. Sonra insanlar mal varlıklarıyla, aileleriyle tehdit ediliyor. SEGBİS odasına kadın tutuklular çağrılıyor, “Seni bugün savcılığa getiririz, ifadeni verirsin, akşam evine gidersin ya da beni bir 10 yıl daha göremezsin, tercih senin” deniliyor.
-“Beni bir 10 yıl daha göremezsin” ne demek?
Yani demek istiyor ki; “Sen uzunca bir süre yargılanır ve ağır bir ceza alırsın ve kimseyi göremezsin. Çoluğunu çocuğunu da göremezsin. Oysa şimdi ben SEGBİS’te karşındayım. Sen gelip etkin pişmanlıktan yararlanabilirsin, insanları suçlayan bir ifade verir, altına da imza atarsan bugün ben seni adli kontrolle serbest bırakırım.”
-Etkin pişmanlıktan yararlandığı söylenen bazı kişilerin yanında avukatlarının olmadığı sonradan ortaya çıktı. Savcılık avukatsız ifade almış mı oluyor bu durumda?
Tabii tabii. İfade verme değil ki bu, resmi bir iş değil. Avukat tabii ki yok. Bu insanları açıkça Ceza Muhakemeleri Kanunu’na aykırı olacak şekilde hukukun dışındaki bir gelişmeye ikna etme çabası.
-Ceza Muhakemeleri Kanunu’na göre savcılık makamı SEGBİS odasında ifade alamaz mı?
Sanık, SEGBİS odasında savcıya ifade verebilir ama böyle bir şey olacaksa avukata da tebligat gönderilir ve ifadenin günü belli olur. İfadeye çağrılır insanlar. Bırakın SEGBİS odasını, örneğin Fatih Keleş Kandıra Cezaevi'ne araç gönderilerek aldırılıyor, avukatı olmadan Çağlayan Adliyesi’ne getirtiliyor. Orada kendisine “ifade ver, imzala şuraları” deniyor. Fatih Keleş “Yanımda avukatım yok, benim böyle bir talebim yok. Ben zaten ifademi verdim. Bu suçlamalarınızın tarafı ben değilim” diyor. Onun üzerine onu geri gönderiyorlar. Şimdi ben bir kere daha soruyorum. Niye Fatih Keleş'in avukatı yanında değil? Niye avukatının yanında ifadesini almıyorsunuz? CMK'nin hangi maddesi size bir tutukluyu, avukatı olmadan araç gönderip savcılığa aldırıp sonra geri gönderme hakkı veriyor?
-Bu ‘avukatsız’ ifade alma durumuna ilişkin izleniminiz nedir? Sanıklar belli bir beyana ikna edilmek için mi yalnız getiriliyor savcılığın önüne sizce? Yani aslında imzalayacakları ifadeler hazır mı? Böyle bir duyumunuz oldu mu?
Ben “ifade hazır” demiyorum, görmedim bütün ifadeleri. Ama uzun yıllar ceza avukatlığı yaptım ve gördüğüm Ali İhsan Aktaş ifadesi üzerinden bir şey söylemek isterim. Emniyette ifade verirken bir polis memurunun yanında oturursun, o da bilgisayarda yazar, düzeltilir, bazı cümleler düşük olur falan filan. Savcılık ifadesi genel olarak emniyet ifadesine dayanır ama orada da bir iki paragraf yazılır. Suç ceza mahkemesi ifadesinde ise hâkim size “Savcılık ve emniyette verdiğin ifadeyi kabul ediyor musun?” diye sorar. Kabul ediyorsan, adeta başka bir şey söylemeden oraya geçirirler. Şimdi İhsan Aktaş ifadesine bakıyorum. Ben aynı zamanda akademisyenim. Maşallah bir doktora tezi gibi.
-Ne demek istiyorsunuz?
Yani paragraflar belli, olgular ayrı ayrı ele alınmış. O olguların altına banka hesaplarıyla ilgili özel bilgiler yazılmış. Beni hiç kimse o ifadenin savcılık odasında birkaç saat içerisinde yazıldığına ikna edemez. Dolayısıyla önden bir çalışmanın olduğu görülüyor ve o çalışma birilerini suçlama amaçlı. Tam da buradan devam edeyim… İhsan Aktaş bu ifadede işte Beşiktaş Belediyesi'ni, Esenyurt Belediyesi'ni, Avcılar Belediyesi'ni ve oradaki ilişkileri anlatıyor. E be birader, bir cümle Kahramanmaraş Belediyesi, bir cümle Trabzon Büyükşehir için niye kurmuyorsun? Mesela Isparta Belediye Başkanı senin hediye ettiğin 19 milyon liralık Audi A8 Long araca biniyor. Sen kazandığın hangi avantaj karşısında ona A8 Long armağan ettin? Bu armağanın en ufak bir ahlaki sorunu, hukuki sorunu yok mu? Niye Isparta Belediyesi'ne ilişkin, Bahçeşehir Belediyesi'ne ilişkin tek laf etmiyorsun? Bakın, savcı lehte olan ve aleyhte olan tüm delilleri toplamak zorundadır. CMK savcıya bu görevi veriyor. Savcı bir sanık etkin pişmanlıktan yararlanıyorsa, bütün ilişkilerini araştırmak zorundadır. Ali İhsan Aktaş anlatmadı mı tüm ilişkilerini, işlerini. Savcı soracak, “Güzel anlatıyorsun da Trabzon’a ilişkin hiçbir şey söylemiyorsun” diyecek.
-Beşiktaş ve Esenyurt belediyelerinde iş almak için rüşvet verdiği iddiasında bulunan Ali İhsan Aktaş, aynı dönemlerde diğer şehirlerin belediyelerine verdiği rüşveti sumen altı ediyor ve savcılık da göz yumuyor. Bunu diyorsunuz.
İstanbul'da işlerin öyle döndüğünü söylüyor. Ama dediğim gibi başka belediyeye ilişkin hiçbir şey söylemiyor. Elbette keyfi yerindedir şu anda. Mal varlığı yerinde, ailesiyle beraber. Muhtemelen yeni işler kovalamaya devam ediyordur. Ama bir sürü insan onun ifadeleri yüzünden tek kişilik hücrelerde kalıyorlar. Yani özetle söylemek istiyorum ki işleyiş tarzını incelediğinizde bu meselenin siyasi özü açıkça çıkıyor.
-Galiba şimdi atıfta bulunacağım ifadeyi bu kadar açık kullanan siyasetçilerden biri sizin partinizden oldu; Cemal Enginyurt “FETÖ borsası gibi bir itirafçı borsası kuruyorlar” dedi. Siz de benzer bir izlenimde misiniz?
Ben siyasette ağzımdan çıkan her şeyi gerekçelendiren bir insanım. “Cemal Bey böyle yapmıyor” demedim. Böyle bir algım olabilir ama benim ortaya koyabileceğim bir olgu yok. Ama şu lafları duyuyoruz; “Şundan şu alınmış, bundan bu talep edilmiş.” Bunlar, hani olabilir şeylerdir ama bana derseniz ki bunu kanıtlayabilir misiniz? Elimde böyle bir kanıtım yok.
-Ama soru işaretleriniz var.
Kuşkusuz öyle.
-İBB soruşturmasıyla ilgili daha önce bir yayında yaptığınız değerlendirme dikkatimi çekmişti. Akın Gürlek’in göreve gelmesi ile CHP’li belediyelere yönelik operasyonların takvimi arasında bir paralellik görüyorsunuz. Yani aslında Gürlek’in adeta Cumhuriyet Halk Partisi'ne yönelik olarak başlayan soruşturma ve davalar için ‘İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’ olarak görevlendirdiğini düşünüyorsunuz, öyle mi?
Bunu görmemek için kör olmak lazım. Ya da özellikle görmemeye çalışmak lazım. Takvim o kadar net ki. Bir kere şunu ifade edelim. Bakan yardımcılığı hukuki bir görev midir, siyasi bir görev midir? Açıkça siyasi bir görevdir ve Akın Gürlek siyasi bir görevden buraya atanmıştır. Peki bakan yardımcılığı mı daha üst bir görevdir, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı mı daha üst bir görevdir? Bakan yardımcılığı. Akın Gürlek tenzili rütbe mi yapıldı? Tenzili rütbe yapılmadı Akın Gürlek. Akın Gürlek bulunduğu siyasi makamdan siyasi işleri yürütmek üzere buraya atandı. Ben şimdi burada yargı görevini yapan kişilere hakaret ya da bir suçlama mı getirmeye çalışıyorum? Bilimsel olarak, siyaset bilimi açısından gördüğümü söylüyorum.
-Dokunulmazlığınız olmasaydı bu söylediklerinizin başka sonuçları olmaz mıydı?
Ben 2015 ila 2023 yılları arasında dokunulmazlığım olmadan siyaset yaptım. Sözlerimi bir kere daha ifade edeyim. Hakaret ederek, birilerini suçlayarak........
© T24
