menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ayşe Barım: Sektör bana sahip çıkmadı, burada bunun yasını da tutuyorum ve bu sessizlik mağduriyetime yer açmış olabilir

55 15
22.09.2025

Diğer

22 Eylül 2025

Ayşe Barım

“Keşke bir gün başıma gelenleri tüm açıklığıyla anlatabilsem. Korkmadan… Ama imkânsız sanki.”

Bugün burada okuyacağınız ‘bir tutuklu’ söyleşisi. Avukatlarının cezaevine götürdüğü sorularıma verdiği yanıtlar ve bana göndermiş olduğu mektuplarla hazırladığımız bu metnin içindeki birçok cümle üzerine uzun uzun yutkundum. Ancak sanıyorum beni en çok çarpan cümle yukardaki oldu. İçinden geçtiğimiz dönemin yalın bir özetidir Ayşe Barım’ın kendi ruh halini tarif etmeye çalışırken kurduğu bu cümle. Tam da buradayız işte, kurduğu/kuracağı her cümlenin korkusuyla geleceğin düşünü dahi kuramayanların kalabalığı içindeyiz.

Oyuncu menajeri Ayşe Barım, tutuklanmadan önce Türkiye’de kamuoyunun tanımadığı, zaten tanımasına da lüzum olmayan bir isimdi. Onun yaptığı iş, kendisinin değil temsil ettiği oyuncuların ünlü, popüler ve başarılı olmasına dayalıdır çünkü. Ama bu süreçte bir kez daha gördük ki kuvvetli bir dezenformasyon kampanyası sayesinde insanlar rahatlıkla bambaşka bir kurgunun içine monte edilebiliyorlar.

Tam tarihini hatırlamıyorum ama Ayşe ile tanışıklığımızın 10-15 senesi vardır. Eski eşim de kendisiyle aynı sektörde olduğu için iş yapma biçimini uzaktan gözlemlemişimdir, o kadar. Zaten Türk dizilerini pek seyretmediğim gibi o dünyanın dinamiklerini hiç de anlamam. Dolayısıyla televizyon-dizi sektörünün kendi içinde yaşadığı ‘Ayşe Barım tartışmalarını’ da tam anlayamıyorum. Zira Ayşe’ye mahkeme sürecinde yöneltilen iddiaların hiçbiri sektör içindeki dedikodu kazanlarında kaynatılanlarla alakası yok. Barım ne tekelleşme iddiaları yüzünden ne kendi oyuncularını kayırdığı için ne bazı oyuncu adaylarına kötü davrandığı için yargılanıyor. Dışardan bir bakışla, kendi sektörünün büyük çoğunluğunun derin bir sığlık içinde kaybolduğunu gözlemliyorum. Bu sayede de maksat hasıl oluyor!

24 Ocak’ta gözaltına alınan ve 27 Ocak’ta tutuklanan Ayşe Barım’ın ikinci duruşması yaklaşık bir hafta sonra, 30 Eylül’de. Barım bu süreç içinde sadece bir kez kamuoyuna açık bir mektup yazdı ancak bu onun verdiği ilk söyleşi. Bana ilk gönderdiği mektupta “Çok cesur olmazsam kızma lütfen” demişti. Cezaevinde tutuklu bulunan -özellikle de siyasi kimliği olmayan- kimsenin cesaret seviyesi üzerine tek yorum dahi yapılmasını doğru bulmadığımı kayda geçireyim bir defa. Dahası, Ayşe Barım’ın kendi sektöründekilerin suskunluğu nedeniyle yaşadığı travmayı bu kadar açık dile getirmesini hiç beklemiyordum doğrusu. Yani yasını tuttuğu tek şey, kapsamını dahi bilmediği bir yasa maddesi üzerinden yargılanıyor olması değil. Daha yakın zamana kadar birlikte iş yaptığı insanlar tarafından kaderine terk edilmiş olmak belki de onu bu kadar dağıtan.

- Tutuklandığından beri en çok merak edilen şey sağlığın oldu. Zira İstanbul Tabipler Odası, 6 Ağustos'ta kamuoyuna yaptığı açıklamada, ‘ani ölüm riski’ taşıdığına dikkat çekti. Uzun zamandır hem kalp hem de beyin hastalıklarıyla mücadele ediyorsun. Anladığım kadarıyla gelinen noktada kalpteki sorun için bir cihaz takılması gerekiyor. Tıbbi terimler çoğumuzun kafasını karıştırdığı için daha basit bir dille karşı karşıya olduğun sağlık sorunlarını anlatmanı rica ediyorum.

Durumum son üç ay içerisinde gün geçtikçe kötüye gidiyor ne yazık ki. Tutuklanmamdan iki yıl önce ‘hipertrofik kardiyomiopati’ teşhisi konulmuştu ve aslında acilen ameliyat önerilmişti. Ben bazı kardiyologların görüşü doğrultusunda ameliyatı geciktirebilmek için ilaç ve sağlıklı yaşam koşulları ile hastalığı kontrol altına almaya çalışıyordum. Cezaevi sürecinde ne yazık ki kalp rahatsızlıklarım kontrolden çıktı. İlaçların dozajı arttırılsa da durum daha da kötüye gitti. Dört ay önce bayılmalarım başladı.

- Birkaç kez hücrende baygın halde bulunduğun söylendi. Kaç defa oldu bu? Bu ataklara neden olan şey nedir? Baygınlık öncesinde yaşadıklarını hatırlıyor musun? Aniden mi gelişiyor, yoksa semptomlarını önceden hissedebiliyor musun?

Dört ayda yedi kere bayıldım. Tıbbi adıyla bu durum ‘senkop’ olarak tanımlanıyor. Basitçe kalp kasımdaki bozulmaya bağlı olarak kanı pompalamaya çalıştığında kas daha da genişliyor ve kanın çıkış yerini daraltıyor. Bu ciddi darlıktan dolayı vücuda kan pompalanmıyor ve bayılma atakları gerçekleşiyor. Bu bahsettiğim yedi bayılmanın sonuncusunda yere düşerken kafamı çarpmışım ve revirde müşahede altına alındım.

- Doktorlar nasıl bir tedavi öneriyor ve bunların ne kadarı cezaevindeyken gerçekleştirilebilecek prosedürler?

Sağlık sorunlarım yalnızca kalp hastalığı ile sınırlı değil. Beynimde 10 yıl öncesinde oluşan anevrizmaya karşı takılmış iki stent var. Son hastane raporuna göre beynimde yeni bir anevrizma daha oluşmuş ve bu yeni anevrizma mevcut iki stente çok yakın bir noktadaymış. Yani kanarsa geri dönülmesi imkânsız. Tedavi riskli olduğu için de diğer stentleri uygulayan doktorumun tedaviyi gerçekleştirmesi gerekiyor. Hatta bu işlem yapılırken açık beyin ameliyatına bile dönülebilir. Çok tehlikeli olabilecek bu ameliyatları şu durumda olmama imkân yok. Çünkü sağlığım çok kötü durumda, nefes alamıyorum, uyku apnem zorluyor. Vücudum şu an çok güçsüz olduğu için bu iki ameliyata bu şartlarda dayanabileceğini düşünmüyorum. Ayrıca bu iki ameliyat sonrası nekahet dönemini cezaevi şartlarında geçirmem imkânsız.

- Var olan hastalıklarının neden cezaevine girdikten sonra ilerlediğine dair nasıl bir izahat veriyor doktorlar?

Kaygı bozukluğu ve oluşan panik ataklar her iki hastalığı da tetikliyormuş. Yani vücudumda bir nevi iki ayrı patlamaya hazır bomba var. Dolayısıyla da iki açıdan da yüksek ölüm riskiyle karşı karşıyayım. Bu hastalıkların sonucu olarak gelen bayılmalarımı hissetmiyorum. Sanki bir anda kalbimde elektrik kesiliyor gibi oluyor. Bunu 7 kez yaşadığım için de “Ya uyanamazsam ya geri dönemezsem” gibi bir kaygı içinde yaşıyorum sürekli. Bu kaygı içinde olmamın temel nedeni ise burada bu hastalıklara müdahale şansı yok. Kampüs hastanesinde ne nörolog ne de kardiyolog var. En yakın tam teşekkülü devlet hastanesi 1,5 saat uzaklıkta. Yani kurtulmam imkânsız. Tabi bu korku ile yaşamaya çalışmak da korkunç. Tek isteğim sağlıklı yaşam hakkımın verilmesi.

- Tutuklanma gerekçesi olarak önüne ‘Türkiye Cumhuriyeti hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüse yardım etme’ iddiası konulduğunda ne hissettin? “Ben hayatım boyunca politik biri olmadım” diyen biri için bu nasıl bir şok, tarif edebilir misin?

Büyük bir şok yaşadım, halen de yaşıyorum, atlatabilmiş değilim. İlk göz altına alındığımda ne olduğunu anlayamadım. Beni bir sabaha karşı saat 05.00’te almaya geldiler beni ve gözaltına alınma gerekçesi olarak ‘TCK 312. maddeyi söylediler. Ben o anda bu kanunun kapsamını dahi bilmiyordum. Bana isnat edilen suçun içeriğini ancak nezaretteki ilk avukat görüşünde öğrenebildim. Yine de tam ne olduğunu bilmek istemedim bir süre. Ben tek başına var olmuş, kendi halinde bir kadınım. Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ‘cebren ve şiddet ile ortadan kaldırmaya’ çalıştığım hangi gerekçeyle, hangi kanıtla iddia edilebilir? Bunu aklım almıyor gerçekten.

- Adım adım ilerlemeye çalışalım. Sana yönelik iddiaların kökeninde senin Gezi Parkı protestolarının planlayıcılarından biri olduğun savı var. Gerçi bunu tutuklanmadan önce emniyetteki ifadende de tutuklandıktan sonraki ilk duruşmada da anlattın ama yeniden sorayım, yeniden anlat. Mayıs ve haziran 2013 yılındaki protestolar sırasında Gezi Parkı’na kaç kez ve neden gittin?

Gezi’ye sadece bir kez, basın orada olduğu için o tarihte bizimle çalışan oyuncularımın yanında bulunmak üzere gitmiştim. 15 gün sonra diziler bitince de tatile çıkmıştım. Bunların hepsi kanıtlı. Ama bana isnat edilen suçların ne kanıtı var ne tanığı. Şirkettekiler dahil tüm bilgisayarlar ve hesap giriş çıkışları incelendi, hiçbir şey bulunamadı, bulunamaz. MASAK raporuyla da sabit, hiçbir suç unsuru tespit edilmedi.

- “Hiçbir kanıt bulunamadı, bulunamaz” kadar iddialı bir cümleyi nasıl kurabiliyorsun?

Çünkü iddiaların hiçbirisiyle bir ilgim yok. Ben kendi halinde yaşayan, çalışan, üreten ve ülkesini seven bir kadınım. Dokuz aydır bir itibarsızlaştırma kampanyasının ve türlü iftiranın hedefinde büyük bir mağduriyet yaşıyorum. Ben hâlâ neyle suçlandığımı anlamakta dahi zorlanırken tutuklanmaya sevk edildiğimde kendimi adeta bir sis bulutunun içinde hissettim. Sesler, insanlar, kelepçe… Anlamakta o kadar zorlandım ki… Dört gün boyunca bir bodrum katında zar zor nefes alabildiğim nezaret sürecinden sonra, Çağlayan Adliyesi’nde eksi yedinci katta buz gibi bir yerde, saatler süren bekleyişte başıma gelebilecekleri düşünüp korku içinde olan bitenleri anlamaya çalışıyordum. Ne yapmıştım bilmiyordum, ama tutuklanmıştım. Sabaha karşı Silivri’deydim. Odamda bir yatak, plastik bir sandalye, masa, duvardaki yazılar ve ben baş başa kaldık. Aşina olduğum hiçbir şey yoktu. Hazırlıklı olunabilecek bir his değil bu. Meğerse evimden alındığım o sabah bir daha geri dönmeyecekmişim. 240 gündür bu kâbusun içerisindeyim.

- Gerçekten kimse bilmiyor mu neden tutuklanmış olabileceğini? Zira henüz öne sürülen kanıtların hiçbiri ikna edici görünmediğine göre dışardan bakan biri doğal olarak “Herhâlde başka bir şey var ama biz bilmiyoruz” diye düşünebilir.

Ben ne yapmış olabilirim? İnan hiç kimse anlamıyor. O dönemde birlikte çalıştığım insanlar da anlayamıyorlar. Hatta o dönemde ofiste olanlar tanıklık yapmak istemişti. Ama ben onlara “Aman dikkat edin, bir şeye karışmayın, açıklamalarınıza dikkat edin” demekten yorgun düşmüştüm. Hep şunu soruyorum kendime: “Ben ne yaşıyorum?” Hayatı boyunca hiçbir suç işlememiş, adli sicil kaydı olmayan bir yurttaş olarak yaşamış olan ben, nasıl cezaevinde buldum kendimi? İsyan etmek için sormuyorum inanın, anlamaya çalışıyorum. Neden?

- Sektörünüzde dolaşan bir dedikodu var. Deniyor ki; senin şirketinin temsil ettiği oyuncuların TRT kanallarındaki yapımlarda yer almasına izin vermediğin için birilerinin canını sıkmışsın ve iş buraya kadar gelmiş. Karşı karşıya olduğun durumun birilerinin kişisel husumetinden kaynaklı olabileceğini hiç düşündün mü?

Tabii ki düşündüm ve hâlâ her gün neden ve kim, diye düşünüyorum. Ve açıkçası böyle bir duruma sebep olacak ne yapmış olabilirim, bulamıyorum. Söylediğin yorumlar bana da ulaştı. Bunun üzerine şirketteki ilgili birimden, oyuncularımızın son yıllarda TRT’de ve Tabii platformunda kaç projede rol aldıklarına bakmalarını rica ettim. Son yıllarda 28 oyuncumuz, aşağı yukarı 25 adet TRT ve Tabii projesinde rol almış. Yani bahsettiğin gibi bir algı yaratıldıysa da bizim ortaya koymuş olduğumuz rakam bunun gerçek dışı bir iddia olduğunu açıkça kanıtlıyor. TRT'nin en başarılı projelerinden Masumlar Apartmanı'nın baş rollerinden üç oyuncu bizimle çalışıyor. TRT'nin yine çok başarılı bir projesi olan Payitaht’ın başrol oyuncusu yine birlikte çalıştığımız oyuncularımızdan biri. Tabii'nin lansman projesi olan Mevlâna’nın başrol oyuncusu da yine bizimle çalışıyor. Gördüğünüz gibi iddialar doğru değil. Ayrıca şunu da eklemek isterim ki menajer sadece bir aracıdır.

- Bu vesileyle gördük ki Türkiye’de medya da kamuoyu da aslında bir menajerin iş tanımını tam olarak bilmiyormuş. Menajer ile yapımcı arasındaki fark nedir?........

© T24