menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Almanya Kültür Bakanı Claudia Roth: Türkiye ile müzakerelerin yeniden başlaması gündemdeydi ama 19 Mart'tan sonra AB Erdoğan ile el sıkışamaz

33 27
14.04.2025

Diğer

14 Nisan 2025

Claudia Roth… Türkiye’de ismi en iyi bilinen yabancı siyasetçilerdn biridir, belki de en çok bilineni. 40 yıldır, şimdiki adıyla Almanya’daki Birlik 90/Yeşiller Partisi’nin liderliği de dahil olmak üzere pek çok kademesinde görev yaptı. Partisi şubat ayındaki seçimlerde hem ciddi oranda sandalye kaybetti hem de iktidarı. Dolayısıyla da Claudia Roth, Kültür ve Medya Bakanı olarak son haftalarını yaşıyor. Hıristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratların kurduğu yeni hükümet göreve başlamak için 5 Mayıs haftasında Meclis’te yapılacak oylamayı bekliyor. Claudia Roth işte böyle bir aralıkta hem tutuklanan Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarıyla hem de 19 Mart operasyonunu protesto edenlerle dayanışmak için İstanbul’a geldi.

1986’dan beri Türkiye konusundaki her olayda ses çıkardı, Türkiye içindeki pek çok uygulamayı eleştirdiği için Türk hükümetleri tarafından pek sevilmedi. Ancak belki de Avrupa’da ve kendi ülkesinde daha büyük nefret uyandırdı çünkü Türkiye’nin her şeye rağmen ve her koşulda Avrupalı olması gerektiğini savundu. Ülkesindeki Hıristiyan Demokratlar Türkiye için tam üyelik yerine ‘imtiyazlı ortaklık’tan bahsetmeye başladığında gürültülü bir biçimde bu muameleye itiraz edenlerin başında yine o vardı. Burada ise en çok da Kürt meselesinin çözümünü gündeme getirdiği için dayak yedi. Geçmiş manşetlere göz attığımda o satırları yazan meslektaşlarım adına ben utandım. Nitekim kendisine benim tekrar etmek istemediğim ifadelerle saldıranlardan biri de devlet bakanlığı da yapan DYP’li siyasetçi Ayvaz Gökdemir olmuştu ki; Roth, Gökdemir’e Türk mahkemelerinde açtığı davayı kazanarak tarihe geçti. Ancak kendisine karşı kullanılan dil geçmişte kalmadı. Geçen sene Kültür Bakanı olarak yaptığı ziyaretlerden birinde İBB Başkanı olarak Ekrem İmamoğlu ile görüştüğünde hükümet medyası tarafından ‘PKK sempatizanı’ olarak yine manşetlere taşınmıştı. Roth’un bu söyleşide PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan hakkında söyledikleri sadece bu yüzden bile not edilmeye değer.

Anlattıkları içinde en önemsediğim ise Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği konusundaki gidişatın 19 Mart’ta nasıl takla attığına ilişkin bölüm. Zira halen Almanya’nın Dışişleri Bakanlığını sürdüren ve bakanlığı boyunca Türk mevkidaşı Hakan Fidan ile yakın bir çalışma içinde olan Annalena Baerbock’tan aldığı geri bildirimle konuştu Roth. Meğer 19 Mart baskını öncesinde Alman hükümeti Türkiye ile donmuş durumda olan tam üyelik müzakerelerinin yeniden başlatılmasına neredeyse kesin gözüyle bakıyormuş. Peki ya bugün? Roth’a göre, bu koşullar altında Avrupa Birliği’nin hiçbir şey olmamış gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan ile el sıkışması imkânsızlaştı. Yani Roth diyor ki; “Bu kez sorumlu AB tarafı değil Türk hükümetinin kendisi.”

Claudia Roth’un öngörülerinin ne ölçüde isabetli olduğunu görmek için çok beklemeyeceğimizi tahmin ediyorum. Avrupa’daki liderlerin Türkiye’de 19 Mart’ta oluşan tablodan rahatsızlık duyduğu muhakkak ama yine de kritik konularda Türk hükümetini izole eden bir tavır almalarını kendi adıma pek olası görmüyorum.

Öte yandan Roth gibi eski tüfek Avrupalı solcuların 2000’lerin başında Erdoğan’dan ne kadar etkilendikleri mevzusu da atlanmaması gereken bir tarih sayfasıydı. Nitekim Roth da kendi özeleştirisini verdi, hem de ben sormadan. Gelinen noktada pek bir anlamı var mı emin değilim ama tarihe nottur işte!

-Hayatınız boyunca Türkiye'ye kaç kez gittiğinizi hatırlıyor musunuz?

Sayısını bilmem imkânsız. Ama size Türkiye'ye ilk geldiğim zamanı söyleyebilirim, 1986'daydı. Alman Bundestag heyetiyle buradaydım. Bundestag'da Yeşiller'in sözcüsüydüm. Ve Carreta Carretta kaplumbağalarını Alman otel patronlarından kurtarmak için Fethiye'ye gittik. Bazı Alman otelciler orada inşaat başlatmak istiyorlardı ve biz onları protesto ediyorduk. Bence başarılı da olduk çünkü sonunda hiçbir Alman o otelleri inşa edilmedi. Ama sonra Almanya’da gazeteci olarak çalışan bir Türk gazeteci dostumdan bir mektup aldım. "Claudia Roth Carretta Carrettalar için mücadele vermeniz harika. Peki ya Türkiye'deki diğer sorunlar? Gazetecilere, sanatçılara, solculara yapılanların farkında mısınız?” Sonrasında Türkiye’deki siyasi baskıların daha çok farkında olmaya ve bu konulara eğilmeye başladım. Sonraki dönemde Avrupa Parlamentosu'na seçildim ve 10 yıl boyunca AP-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu'nda görev yaptım. Yani 1990'lardan itibaren Türkiye siyasetinde önemli rol oynayan pek çok siyasetçiyle tanıştım. Son 12 yıldır, buraya her gelişimde bu otelde kalıyorum. Nedenini biliyor musunuz?

-Bilmiyorum. Neden?

Bunun Gezi Parkı protestolarıyla ilgisi var. Çünkü bu otelin hedef olduğu gün tesadüfen burada kalıyordum. Hiç unutmuyorum güneşli bir Cumartesi günüydü. Yakın bir arkadaşımla çıktık parkta dolaştık. Woodstock gibi bir festivalde olduğum hissine kapıldım...Piyano çalan biri vardı. Simit yedik, müzik dinledik. Ama fark ettim ki parktaki pek çok insan maske takıyordu. Neden olduğunu anlamadım. Hatta alanda doktorlar da vardı. Etrafımdakiler bana “Sen de maske takmalısın” dedi ama ben istemedim. Sonra akşam 9 sularında meydanı dağıtmaya başladılar gaz sıkarak. O zaman anladım insanların neden maske taktığını. Arkadaşım gaz kapsüllerine hedef olmamız için beni yere yatırdı. Gerçekten böyle bir şey yaşadığımıza inanamıyordum. Biz koşarak otelimize ulaştık. Divan Otel’in önünde Türk bayraklı, Kürt bayraklı, gökkuşağı bayraklı insanlar vardı ve hep birlikte milli marş söylüyorlardı. Sonra otele yaralılar gelmeye başladı. Otel yardım almak isteyenlere kapılarını açtı. Ben de odama çıkmak yerine lobide kaldım ve aşağı kattaki balo salonunda yaralananlara yardım etmeye çalışanları bizzat gördüm. Tekrar lobiye çıktığımda polisin sıktığı gaz artık oraya dolmuştu. Bu benim biber gazıyla ilk tanışmamdı ve açıkçası bu tahmin edemeyeceğim bir şiddet şekliymiş. Ama buna rağmen herkes birbirine yardım etti. Otel personeli de çok dostane ve yardımcı davrandı. İşte o gün yaşadıklarımın hatırasıyla hep burada kalıyorum o günden beri. Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak Türkiye’ye geldiğimde de yine burada kaldım, bakan olarak geldiğimde de. Belki hatırlarsınız 2023 depreminden sonra da gelmiştim.

-Bugün muhtemeldir ki Kültür ve Medya Bakanı olarak son ziyaretinizi yapıyorsunuz değil mi? Malum yeni hükümet için koalisyon anlaşması haftalar süren müzakereler sonunda nihayet yapıldı. Yeni hükümette sizin partiniz Yeşiller olmayacak. Almanya’yı Hristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratlar birlikte yönetecekler.

Evet, bakan olarak görev yapmaya devam edeceğim son üç hafta. Ve ben Alman hükümetinin bir bakanı olarak buraya resmi olarak gelip dayanışmamı göstermek istedim.

-Buraya gelmeniz kendi kişisel inisiyatifiniz mi yoksa Alman hükümetinin kararı mı?

Kendi kararımla geldim ama hükümetten kimse de bana ‘gitme’ demezdi zaten. Bence Türkiye’deki demokratların yanında olduğumuzu görünür kılmanın zamanı geldi. Ekrem İmamoğlu'nun yanındayız, öğrencilerin yanındayız, gazetecilerin yanındayız. Üç kez demokratik olarak seçilen İstanbul Belediye Başkanı'nın özgürlüğü için mücadele edenlerin yanındayız. Ben Türkiye'de demokrasi için savaşanların yanındayım. Bu kadar çok genç öğrencinin sokakta olması dokunaklıydı. Bugün konunun sadece İmamoğlu ile ilgili olmadığını ve demokratik bir ülkede yaşamak istiyorlarsa gelecekleri için savaşma zamanının geldiğini ilk anlayanlar gençler oldu. Bu yüzden onları gelecekleri için savaşan kişiler olarak görüyorum. Geleceklerini otoriter bir rejimde değil, demokratik bir ülkede görmek istiyorlar.

-Geçen hafta da partinizin eş başkanı Felix Banaszak İstanbul’daydı. Ekrem İmamoğlu'nu cezaevinde ziyaret etmek için izin istemiş ama o izni alamamış.

Ben on yıllardır ülkenizde cezaevindeki insanları ziyaret etmeye çalışıyorum. İlk kez 1994'te izin başvurusunda bulundum, sonrasında da sayısız kez farklı insanları ziyaret etmek için Adalet Bakanlığı’na başvuru yaptım. Leyla Zana ve Ahmet Türk'ü görmek için kaç kez izin almaya çalıştığımı bilmiyorum. Hiçbirinde izin alamadım.

-Selahattin Demirtaş'ı da cezaevinde de görmeyi denediniz mi?

Selahattin Demirtaş'ı serbestken çok kez gördüm ama cezaevinde değildi. Ama denedim evet. Cezaevinde görebildiğim tek kişi Osman Kavala'ydı. Ama tabii ki o bir ziyaret değildi, onu sadece mahkeme salonunda gördüm. Alabildiğim tek izin duruşmaya katılmak ve onu izlemekti. İlk sorunuza dönersek, evet, Felix Banaszak İmamoğlu'nu görmek için izin almak istiyordu ve ben de istiyordum. Ama cevap yok.

-Size Felix Banaszak’ın buradayken yaptığı açıklamayı hatırlatmak istiyorum; "Erdoğan demokratik olarak iktidara geldi, o trene bindi, şimdi o trenden iniyor. Başbakan Merz, muhafazakâr partinin lideri olarak AKP ile olan bağlantılarını kullanmalı çünkü top orada." Banaszak'ın bunu söylemesi ilginç çünkü bu, Avrupa liderlerinin uzun süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın otoriterliğe doğru sürüklenmesine yönelik sert eleştiriler dile getirmekten kaçındıkları yönündeki........

© T24