Cem Yiğit Üzümoğlu: Korkmuyorum, tarih bizi böyle yazmasın; söz söylemeyen sanatçıların işlerinin boykot edilmesi doğru
Diğer
01 Mayıs 2025
Cem Yiğit Üzümoğlu
19 Mart sürecinde en çok konuştuğumuz konulardan biri de sanatçıların sessizliğiydi. Cem Yiğit Üzümoğlu, bu sessizliği kıran, halkın kendini yalnız bırakılmıs hissettiği günlerde sesiyle, sözüyle güç veren isimlerden ilkiydi. Gözaltına alınıp serbest bırakıldıktan sonra paylaştığı “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” cümlesi verdiği umut ve cesaret hissiyle onu bambaşka bir lige taşıdı, bu döneme kadar belki de yeterince tanımadığımız oyuncudan, neredeyse bir halk kahramanı yarattı.
Üzümoğlu aslında uzun yıllardır, hem de en üst seviyede oyunculuk yapıyor. Bu sezon da kariyerinin en “önde” zamanlarından biriydi onun için. Şakir Paşa Ailesi dizisiyle ana akım bir dizinin başrolünde, Yeni Şafak Solarken filmiyle prestijli festivallerde, Yunanistan’da sahnelenen Köpekler oyunuyla uluslararası bir kariyerin orta yerindeydi. Kimilerine göre riske atacağı çok şey varken, o susmamayı ve adalet mücadelesinde var olmayı seçti. Halkın yükünü hafifletti.
Konuşunca anlıyorsunuz ki böyle olmak varoluşundan geliyor. Sormak, sorgulamak, hak aramak, sorumluluk almak, onun yapmazsam yaşayamamaları. Oyuncular Sendikası’nda yönetim kurulu üyesi olarak çalışması, TİP’e üye olması da bu puzzle’ın diğer parçaları. Yaptığı işin tarihi, politik bağlamı üstüne kafa yoran; yurttaş olma bilincini ciddiye alan, zor sorular sormaya korkmayan, kolay cevaplarla da kendini avutmayan birisi.
Cem’le epey uzun konuştuk. Onu ses çıkarmaya iten sebeplerden, gözaltı ve sonrasında yaşadıklarından, gördüğü destek ve ilgiden, sessiz kalan sanatçılara nasıl bir tepki verilmesi gerektiğinden, gelecek planlarından ve elindeki bu yeni gücü nasıl kullanmayı düşündüğünden… Şakir Paşa Ailesi setinde kaybettikleri çalışma arkadaşları hakkında yaptığı açıklamaları da bu röportajda okuyabilirsiniz. Ama bu sohbetten aklınızda bir cümle kalacaksa o da şu olsun isterim: “Sabırlı olun. Barışçıl olun. Kimsenin kalbini kırmadan ilerleyin. Bu bir hayat mücadelesi. En önemlisi de umudu kaybetmemek. Umut, varlık sebebimiz olmalı. Umut etmeyi asla bırakmamalıyız. Asla, asla…Çünkü biz vazgeçtiğimiz zaman, burada bizim için mücadele edecek kimse kalmayacak…”
- Aslında normal şartlarda şu anda Atina’da yeni oyununun galasında olacaktın. Yurt dışı çıkış yasağın olduğu için gidemedin. İki kere itiraz etmene rağmen yasağın kaldırılmadı. Ne hissettiriyor gidememek?
Epey üzgün hissediyorum. Çünkü çok güzel bir oyun olmuştu. İsmi Dogs/Köpekler. Atina Tiyatro Festivali'nde oynamıştık ve seyirci tarafından verilen En İyi Oyun ödülünü aldı. Aynı ekiple yaptığımız bir önceki oyun Republic of Baklava/Baklava Cumhuriyeti de aynı festivalde En İyi Oyun Ödülü’nü aldı ve Avrupa’da 3-4 yıldır oynadığımız bir oyun haline geldi. Türkiye'ye de getirdik. Beraber yaratmaktan acayip keyif aldığım bir ekip. Çok yakın arkadaşlarım, en yakın arkadaşlarım hatta. Onları görememek ve onlarla birlikte bir şeyler yapamamak açıkçası çok üzüyor beni.
- Nasıl devam ediyor oyun şu anda?
Oyunun dramaturgu ve yazarı oynuyor benim rolümü. O anlamda gözüm arkada kalmadı. Benden ötürü oyun oynanmayacak olsaydı daha da kötü hissederdim. Hiç değilse devam ediyor, ondan dolayı biraz gönlüm ferah.
- Çoğumuz senin Yunanistan’da bir oyunculuk kariyerin olduğunu bilmiyorduk. Seni de bu sürece kadar yeterince tanımıyorduk belki. Yunanistan hikâyesi nasıl başladı?
Konservatuarda okurken gittiğim atölyelerin birinde Yunan bir yönetmen ile (Alexandra Kazazou) tanışmıştım. Çok iyi anlaştık ve beni tek kişilik bir oyun oynamam için Polonya'da bir festivale davet etti. Polonya'daki politik karmaşalar yüzünden o oyunu yapamadık. Ama bir sonraki sene İstanbul'da bir oyun yaptık. Aradan 5 yıl geçti, Republic of Baklava’nın yönetmeni Türk bir aktöre ihtiyacı olduğunu söyleyip “Hem İngilizcesi hem aktörlük becerisi olan biri var mı?” diye sormuş, Alexandra da beni önermiş.
- Nasıl Yunanca oynayan bir noktaya gelebildin?
Yunanca epey zor bir dil. “O konuda çok iyiyim” diyemem. Melodisini ezberleyip oynayabiliyorum. Oyun yarı İngilizce yarı Yunanca. Bir de 4-5 yıldır orada oynadığım ve sosyalleştiğim için kulağım dile aşina. Ama mesela bana “Türkiye’deki durumu Yunanca anlat” desen anlatamam. Derdimi anlatacak, aç kalmayacak kadar biliyorum dili. Dile aşırı yatkınlığı olan bir insan değilim. Çok çalışmam gerekiyor öğrenmem için.
Bu hep düşündüğüm bir meseleydi. “Sanat sanat için midir, toplum için midir?” sorusundan başlayan bir konu. Bertolt Brecht okuyorsun, diyorsun ki “Politik bir tiyatro mu yapmalıyız, yoksa tiyatro hiç politik olmamalı mı?” Benim dünyayı görme biçimim beni hep politikaya çıkartıyor, beni politik ve varoluşsal meselelere götürüyor. Güdüsel bir şey. O yüzden ne yaparsam yapayım, bir söz söyleme ihtiyacım oluyor. Bu tarihsel bir mesele, politik bir mesele ya da cinsiyet üzerine bir mesele üstüne olabilir. Benim için ses çıkartmamak mümkün değil. Değil bir sanatçı olarak, bir vatandaş olarak ses çıkartmamam mümkün değil. Sanatçı tanımı Türkiye'de çok genel geçer. Türkiye'de sanat başlıbaşına tartışılması gereken bir mesele, “sanatçı kimdir?” tartışılması gereken bir mesele. Şu anki önceliğimiz o değil biliyorum ama…Eğer birilerine “sanatçı” diyorsak o zaman onlar da bir zahmet açsınlar ağızlarını demiyor değilim. Ama kimseden bir şey beklemeyi de kendime hak olarak görmüyorum. Tabii ki kızdığım epey insan var. Ama tutup da birine “neden bunu yapmıyor?” demem. Eğer bir problem varsa, o problemin olduğunu da görüyorsam, zaten o problemi çözmesi gereken kişi benimdir. Ortada kirli bir tabak varsa “ortada kirli bir tabak var, neden kimse bunu kaldırmıyor?” demek yerine, kalk ve kaldır ve temizle ortalığı. Benim hayat görüşüm bu. Şimdi bu en mikro düzeyde bile böyleyken makroda da zaten benzer bir bir reaksiyon olmalı gibi geliyor bana ve ben de reaksiyon gösteriyorum. Bu kadar basit.
- Hiç kimse sadece sanatçı olduğu için bir konuda konuşmaz. Zaten varoluşunda bu konuları dert ediyor olacaksın ki konuşacaksın. Seni ses çıkarmaya iten sebepler, rahatsız eden adaletsizlikler neydi?
O kadar çok şey var ki. Kadın cinayetleri, çocuk ölümleri, ekonomik sıkıntı, öğretmenlerin işsiz kalması, doktorların sınırsızca çalıştırılması, sanat yapmak isteyen insanların alan ve maddi imkan bulamaması…Kime dokunsan bir dert var. Yaşlısından çocuğuna, kedisinden köpeğine bu memlekette yaşayan herkesin o kadar çok derdi var ki. Daha yeni deprem yaşandı, nereye dokunsam bir ah işitiyorsun. Her alanda böyle büyük problemler varken ve bu sorunlar iyileşmek öte dursun sürekli kötüleşirken bir şey söylemek gerekiyor. Ben her zaman söyleyen birisiydim ama sosyal medyayı aktif kullanan birisi değildim. Bütün bu sebepler zaten beni itti. Adaletin bu kadar bir kişinin isteğine göre kullanılması zaten kabul edilebilir bir durum değil. Mesele devlet sistemi ise, mesele devlet otoriterlerinin arasındaki o düzensizlik ise buna benzer şeyleri hayatım boyunca devlet memurlarında da gördüm, askerinden polisine. Örneğin gözaltı sürecinde polisler de bizim gibi hiçbir şey yemediler. Yani sen açsan o da aç…Benim meselem sadece ben değilim. Benim meselem aynı zamanda o. Bir polis kötü muamele yapıyor diye ben polisi niye hakir göreyim? Bir doktor kötü muamele yapıyor diye ben niye başka bir doktoru kötü göreyim? İnsan hakkı ve onuru diye bir şey var. Bu meseleler bana öylesine çarpıyor ki ağzımı açmamak mümkün değil. O yüzden açıyorum. Bir de zaten muhalif bir yapım var. Çocukluğumdan beri muhalifim.
- Böyle yaşamayı, hayata böyle bakmayı nerden öğrendin? Ailenden mi, okullardan mı, kitaplardan mı, nerden?
Hepsi herhalde. Ama ailemin çok büyük etkisi var bu konuda. “Kendin gör, kendin oku, kendin yorumla” diyen bir ailede büyüdüm. Öğretmen çocuğuyum ben. Annem de babam da İngilizce öğretmeni. Çocukken eski kimliklerimizde “dini İslam” yazıyordu. “Benim dinim neden İslam?” diye çocukça bir soru sorup, Kur'an ı Kerim’i okumuştum. İlk okuduğum şey olabilir hayatta. İlk hatırladığım sorgulamam budur. Annem “Şurada su var, sakın basma” diyorsa, bir şekilde annemden kurtulup oraya basardım. Birisi “Bir şey yapma” diyorsa onu yapmam gerekiyor diye düşünürdüm. E şimdi hele bir de hak, hukuk, kanun falan bildikten sonra, birisi bana “yanlış” dedi diye onu kabul edecek halim yok.
- Annen, baban, ailen ne diyor bu sürece? Gurur duyuyorlar mı seninle?
Ailem yüzde 100 arkamda, yüzde 100 destekliyorlar. Gurur duyuyorlar tabii ki ama naif ve nazik bir gurur duyma bu. “Doğru olanı yapıyorsun. Seninle ilgili bir şüphemiz yok” diyorlar, o kadar.
- Bir yandan da endişeleniyorlardır.
“Dikkat et ne olur” diyorlar tabii. Aslında amaç da bu değil mi? Amaç ailene “Aman oğlum dikkat et” dedirtmek değil mi? Korku sana sirayet etmiyorsa senin çevrene ediyor. Annemle bir kahve içip bunu konuştuk. Annem “Evet anladım, istedikleri bu” dedi. Hepimiz böyle aşırı bir bilinçlenme yaşıyoruz. Politize olmamak mümkün değil. Norveç'te yaşasaydık, sanat yapalım, sanatı sanat için yapalım. Ama Türkiye’de politize olmamak mümkün değil.
- Bekliyor muydun göz altına alınmayı? Bir tweet vardı gördün mü: “Çok şık giyinmiş, ne yaptı evde mum ışığında gelmelerini mi bekledi” diye.
Bekliyordum. Öncesinde çok sevdiğim bir tiyatrocu abimle birlikteydim. Hedefler onu gösteriyordu. “Abi merak etme senden önce bana gelirler” dedim. Bir sonraki akşama zaten kapı çaldı. Polisler geldiğinde ilk söylediğim şey “Ben de sizi bekliyordum” oldu. Tabii ki evde kıyafetlerimle hazır beklemiyordum (gülüyor). Ama geldiklerini anladığımda “Muhtemelen mahkemeye çıkartırlar beni. O zaman şık giyineyim” dedim. Bir........
© T24
