menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Zamanın ruhu: İçe dönme ve savaş

12 13
24.06.2025

Diğer

24 Haziran 2025

Görsel: Joel Ormsby/Flickr, CC BY 2.0

Geçenlerde annesi vefat eden bir tanıdığım “hiç kimseye muhtaç olmadan yaşadı ve öldü” dedi. Bunu söylemek adeta onu bir nebze teselli ediyordu çünkü hiç kimseye muhtaç olmamak onurlu yaşamaya dair olumlu bir ifadeydi. Kendi kendine yetmek insanlığın tarih boyunca vurguladığı bir yaklaşım ve buna Antik Yunanca’da “otarşi” deniyor. Kendi kendine yeterek yaşamak hem tarih boyunca hem de günümüzde onurlu bir yaşama işaret ediyor. Elbette gerçek tam olarak böyle değil. Gerçekte insan sosyal bir varlık ve insanlar birbirlerine ihtiyaç duyuyor. Yaşlılıkta -tıpkı bebeklikte olduğu gibi- bir başkasının yardımı olmadan yaşamını sürdüremeyenlerin sayısı oldukça fazla. Ancak kendi kendine yetmek gıpta edilen ve mümkünse tercih edilen bir durum olarak görülüyor. Elbette kendi kendine yeterek yaşamanın tam tersi de var. İnsanın varlığını otarşi yerine başkaları ile kurulan ilişkiler üzerinden tanımlaması da mümkün. Ancak kendi kendine yetmek günümüzde gerek bireysel gerekse de toplumsal düzeyde egemen düşünce haline gelmiş durumda. Küreselleşme sonrası dönemde, otarşi arzusu bireyleri olduğu kadar devletleri de etkiliyor.

Küreselleşme ile gelen “köprüler kurma” söyleminin artık çok uzağındayız. Egemen söylem olan otarşi yani kendi kendine yetmek, içe dönmeyi hatta etrafına hendek kazmayı veya duvar örmeyi öne çıkarıyor. Başkaları ile girilen ilişkiler ise köprü kurmaya yönelik olmak yerine kendi sınırlarını belirlemek, kendine benzeyenler ve/ya benzer düşünenler ile yakınlaşmak ve benzemeyenleri de silmek (İngilizce “cancel” ifadesi kullanılıyor) ya da görünmez kılmak şeklinde oluyor. Özetle, köprü kurmak “out” yani demode, hendek kazmak ise “in” yani genelde tercih edilen davranış olmuş durumda. İnsanlar artık daha ziyade kendilerine benzeyenler ile ilişki kurmayı tercih ediyorlar. Diğerleri için “ben almayayım,” “ben görmeyeyim,” “o varsa ben gelmem” türü yaklaşımlar giderek yaygınlaşıyor. Benim bildiğim demokratlar, kendine benzemeyenleri en azından merak eder, farklı kimliklerin duvarlar ile ayrılarak yaşaması yerine bir arada yaşaması için çabalamayı tercih ederlerdi. Bunu yitirmekte olduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Günümüzde bireysel otarşi göçmenlerle dolu kozmopolit kentleri terkedip kırsala yerleşmeyi de içeriyor. Gerek dünyada gerekse Türkiye’de bunu yapan çok fazla birey var. Hatta kendine yetmenin cazibesi öyle dayanılmaz ki bugün kendi kuyusundan su çekip, kendi domatesini yetiştirmek birçok insan için gurur kaynağı olmuş durumda. Bu tür bir kendine yetme ille de başkalarına düşmanca yaklaşmayı getirmiyor elbette, ancak yine de kozmopolitlikten uzak ve içe kapanmacı bir yanı olduğu da bir gerçek. Yani bireysel düzeyde kendine yetme çabası çoğu kez bir liman aramaya tekabül ediyor ve ille de çatışmacılığa yol açmıyor ancak iş devletler düzeyine geldiğinde durum değişiyor. Zamanın ruhu haline gelen otarşinin devletler düzeyindeki yansımaları günümüz siyasetine yön veriyor ve uluslararası ilişkilerde de egemen söylem haline gelmiş durumda.

Eskiden dünyanın bizim etrafımızda döndüğünü sanmıyorduk. Kendi kimliğimizden, içe dönük düşüncelerimizden ziyade etrafımızdaki farklılıkları tanımak ile ilgiliydik. İçe kapanmacı otarşik zihniyet kendine benzemeyenleri “insan” olarak görmekten uzaklaşıyor. Bu nedenle de ABD ve birçok Avrupa ülkesinin hükümetleri ve bazı vatandaşları Gazze’de yaşanmakta olan soykırım karşısında duyarsız ve sessiz kalabiliyor; hatta İsrail devletine koşulsuz destek verebiliyorlar. Yine de hala eğitimini riske atan öğrenciler, emek verdiği kariyerini, ailesini bırakıp Gazze’ye destek olmaya çalışan insanlar ve siyasi aktörler var. Onlar insanlık olarak hala ölmediğimizin abidesi gibiler…tarih onları insanlığın onuruna yaptıkları katkı ile kaydedecektir diye umuyor insan.

Otarşi yaygın bir devlet politikası artık. İçinde bulunduğumuz durumu “otarşi” kelimesi ile ifade etmeme vesile olan ve yeni yayınlanmış bir yazıda, günümüzde ABD’den Çin’e, Rusya’dan Hindistan’a otarşik olmayı hedefleyen rejimlerden söz edildiği gibi tarih boyu öne çıkan otarşi örneklerine yer veriliyor.[1] Örneğin Hitler, Almanya’nın mevcut sınırları içinde kendi kendine yetemeyeceği düşüncesiyle ülke etrafında Nazilerin Lebensraum diye ifade etiği bir “yaşam alanı” olması gerektiğini söylüyordu ve bu alanı yaratmanın yolu da komşu ülkelere saldırmaktan geçiyordu. Devletler düzeyinde yaygınlaşan otarşi ve savaş arasında bir ilişki var. İçine kapanan devletler savaşa da yatkın oluyorlar. Stalin de devrimin uluslararası boyutunu terkederek, kendi kendine yetmeyi ve sadece Sovyetler Birliği’nde hayata geçecek içe dönük bir sosyalizmi (socialism in one country) öne çıkarmıştı. Otarşik rejimlere tarihte verilecek en uzun süren örnek Japonya’daki Tokugawa ya da Edo dönemi. 17inci yüzyılın başından 19uncı yüzyılın ortasına kadar süren bu dönem içe kapanma dönemi olarak biliniyor. Sakoku (yani zincirlenmiş/kilitlenmiş ülke) adı verilen bu dönemde ülkeye giriş ve çıkışlar tamamen yasaklanmış ve tam anlamı ile kendine yetmeye yönelik bir politika izlenmişti. Bu dönem iç savaş ve ülkeyi Batı’ya açan Osmanlı’daki Tanzimat benzeri Meiji Restorasyonu ile sona ermişti. Japonya Covid sonrası benzer politikaları uzun süre devam ettirdiğinde, tarihteki bu içe dönük döneme atıf ile “neo-sakoku dönemi” benzetmesi yapılmıştı. Ülkeleri zincirlemek,........

© T24