menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yücel Kayıran: İdeolojilerin, insanı dile getirmek gibi bir gayesi yoktur; kendi siyasal gayelerine uygun insan tasarımlarını dile getirirler

16 2
11.04.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

11 Nisan 2025

Yücel Kayıran

Yücel Kayıran, şiirin ve felsefenin ayrı ayrı ve birlikteliğinin niteliği üzerine “Felsefi Şiir”in bir uzantısı olarak ortaya koyduğu “Tinsel Poetika”yı günümüzle geçmiş arasına gerilmiş, zaman zaman tehlikeli ve zaman zaman da neden sığınılacak bir cephe olduğunu anlatıyor. Kayıran, Türk şiirinin kadim bilgilerle kadim kalmasına çalışan son şairlerden biri…

- Ömrünüzce şiir yazdınız ki düz metinleriniz bile şiir üzerine oldular. Belki kaçırdığım farklı içerikte metinleriniz de olmuştur, ama şiir hayatınızda da sofranızda da özünü hiç kaybetmemiş bir şey olarak kaldı. Bu benim gözlemim tabii. Aksini düşünenler sizin sadece felsefeyi değerli kılmaya çalışan bir şair olduğunuzu da ileri sürebilir. Fakat erdemli olmanın felsefeden önce bir yuvası olmadı hiç. Bugün bütün erdemlerinin sorgulanması gereken bir toplum olmamızla da çok ilgili bir konu bu... Felsefenin yalnızca kitaplarda, mektep sıralarında, belli başlı ortamlardan daha geniş alanlara çıkamıyor olmasının nedenleri sizce ne?

-Bir şairin hayatı, şiirle geçen bir hayattır. Şiir için yaşanan yıkımların hayatıdır aynı zamanda. Ben, şiir hakkında düşünmeyi, şairliğin doğasıyla alakalı olduğunu düşünürüm. Yazıla gelen şiir üzerinde düşünmek şairliğin gereklerinden biridir. Kuşkusuz her şair, şiir üzerinde düşünmek ve düşündüğünü yazmak durumunda kalmayabilir. Ama şiir üzerinde düşünmek, şiire, yeni bir bakış tarzı, yeni bir tanım getiren şairliğin doğası gereğidir. Cumhuriyet dönemi şiirimiz, bu şairleri “seçik” olarak gösteren en güzel örneği oluşturur.

Yeri gelmişken, burada bir ayırımın da göz ardı edilmemesini isterim. Benim, şiir üzerine yazılarım, farklı farklı türdendir. Birincisi, bir şiir anlayışını dile getiren poetika yazılarım; Felsefi Şiir kitabım bu yazılardan oluşur. İkincisi, bu poetikadan hareketle, benden önceki kuşağın şiirlerini değerlendirdiğim yazılar; Şiirimin Çeyrek Yüzyılı kitabımdaki yazılar büyük ölçüde böyledir. Üçüncü olarak, benim şiir anlayışımdan bağımsız olarak konu edindiğim şairin şiirini, onların şiirlerindeki düşünsel temel üzerinden felsefi analizi dile getiren yazılar; Kritiğin Toprağında ile Poetik Varlık kitaplarımdaki yazılar da bu türdendir.

Felsefeyi de değerli görürüm ama şöyle: Felsefe ile şiir, tarihsel bakımdan, yani ortaya çıkışları bakımından kardeş türlerdir. Her ikisi de aynı zamanda ve aynı uzamda, yani Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır. Evet, kimliksiz biçimde şiirin başlangıcı daha önceki dönemlere götürülebilir, ama bir kimlik olarak şairin ortaya çıkması bakımından, şiirin doğuşunun gerçekleştiği uzam Antik Yunan’dır. Homeros, Hesiodos, Sappho, Sokrates, Platon, Aristoteles aynı zaman ve uzama ait medeniyetin tinini temsil ederler. “Erdem” kavramı, dostluk ve etik kavramı da Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla şiir ile felsefenin kendisini inşa ediş biçimi bu kavramlar zeminindedir. Şiirden de, felsefeden de erdem, dostluk ve etik kavramlarını çıkaramazsınız.

- Her şairin kendine has bir şiir anlayışı elbette var, ama bazı şairlerin bu konuda ne üzerine ısrar ettikleri hakkında sahip oldukları kesin bir inançları yok. Eksiğinizle fazlanızla bir muhasebesini yaptığınızda sizin şiir anlayınız sadece “felsefi” şiirle sınırlı bir şiir mi?

Benim tek eksiğim, baştan beri bir dergimin olmayışı oldu. Bir dergim olsaydı, çok farklı olacaktı, şimdiki imgemin belki on katı gibi bir şey. Yapacak bir şey yok, artık önemli de değil. Yani ötekinin zemininde inşa ettim ben kendimi.

Benim şiir anlayışımı felsefi şiir olarak adlandırmamın ya da böyle bir şiir anlayışına varmamın nedeni, üniversitede felsefe eğitimi görmüş olmamla da bir alakası yok aslında. Alakası yok derken, demek istediğim bunun bilimsel ve düşünsel bir temeli yok. Benim Emile Durkheim’dan öğrendiğim bir bakış tarzım vardır. Durkheim der ki, “Toplumsal bir olayın nedeni toplumsal bir olaydır.” Buradan hareketle derim ki, poetik bir olayın nedeni poetik bir olaydır, edebi bir olayın nedeni edebi bir olaydır. Bu mesele üzerinde düşündüm elbette, “bu şiir anlayışına ben nereden nasıl vardım?” diye… Sanırım Selim İleri’nin etkisinden dolayı. Selim İleri’nin 70’lerin sonu ile 80’lerin ilk yıllarında yazdığı romanları, ben o yıllarda okudum, lise birinci veya ikinci sınıfta iken. Yaşarken ve Ölürken, çok çarpmıştı beni. Roman, estetik ile sanat felsefesi ayrım yaparak başlar. Edebiyatta bir olay meydana gelmiş ise onun nedeni, o olaydan önce edebiyatta meydana gelenlerdir. Eğitiminiz, donanımla alakalı şeyleri etkiler, nedeni değil.

- Felsefenin ideolojilerden daha geniş ve çok katlı yapısı yanında hakikatli bir zemini vardır; sadece sorular halesi değil, sonuçlar da yaratabiliyor olmasının yanında kitapta dile getirdiğiniz “Cumhuriyet dönemi Türk şiiri temelde hümanist bir şiirdir. Ama bugün yazılan şiirin hümanizmle bağlantısı, insanın bugün içinde bulunduğu durumla pek ilgili görünmemektedir” cümleler, şiirin politik ve toplumsal işlevinin de felsefeden yoksun olduğu anlamına mı gelir? İdeolojilerle felsefe özellikle konu “şiir” olduğunda neden iç içe geçemeyen kavramlar?

-Oldukça karmaşık gibi görünen bir durum bu... Hümanizm hem geçtiğimiz yüzyılın hem de modern şiirin ayırıcı özelliğidir. Hümanist olmayan bir şiir, modern bir şiir olamaz. Ama modern şiirin bir diğer ayırıcı özelliği de dış dünyanın, gerçekliğin dile getirilişidir. Teolojik olandan realiteyi dile getirişe geçiş. Benim hümanizme yönelik eleştirel yaklaşımım, hümanizmin, alt kesimden insanların şiirinin yazılmasına engel oluşturmuş olmasıdır. Sözgelimi toplumcu şiirin başarısız olmasının nedeni hümanist olmasından kaynaklanır. Toplumcu şiir, işçilerim, emekçilerin, alt kesimlerin yoksul insanların şiirini yazmayı vaat ediyordu. 40’lı yılların toplumcu şairleri bunu büyük ölçüde başarmıştır, ama 70’lı yılların toplumcu şairleri için aynı şey söz konusu değil. Hümanizm temelde bir elit sınıfın ya da kesimin tinsel dünyasını dile getirir, ama alt kesimlerin, yoksulların emekçilerin tinsel dünyasını değil. Alt kesimlerin, emekçilerin tinsel dünyasını din ve mit oluşturur. Hümanizm mit ve dini devre dışı bırakır. Alt kesimlerin tinsel dünyasını dile getirmede sadece Refik Durbaş başarılı oldu. O, bu tinsel dünyayı arabesk müziğe bağlılıkla doldurdu. Çırak Aranıyor, bu bakımdan, 70’lerin en önemli kitabıdır. Buradaki temel sorun realitenin, gerçekliğin, hakikatin göz ardı edilmesidir.........

© T24