Nefret, sanat, edebiyat, toplumsal barış?
Diğer
19 Ocak 2025
Edebiyat, insanın iç dünyasının ve toplumsal yapının hem kurucusu hem de bir yansıması olarak, duyguların ve düşüncelerin en derin biçimde ifade bulduğu alanlardan biri. Bu alanda üretim yapan edebiyatçılar, çeşitli duygusal, varoluşsal ve entelektüel krizler yaşabilir ve üretimlerine de bunları yansıtırlar. Edebiyat eserlerinde karşımıza çıkan en güçlü duygulardan biri de nefret duygusudur bu yüzden. Ancak nefret, sadece bireysel bir his olarak kalmaz, bazen edebiyatçının kendi içine sızar, kendi olarak vücut bulur ve böylece bir kişilik olarak da karşımıza çıkar. “İşte benim de aynam o” dediğinizde sizi çarpar, kırar. Sigmund Freud, “nefretin kendini koruma” sorunuyla bağlantılı olduğunu vurgularken, “mutsuzluğun kaynağını yok etmek isteyen bir ego durumu” olarak da yorumlar. Donald Winnicott ise nefretle ilgili şöyle der, “Büyülü yıkımla karşılaştırıldığında, saldırgan fikirler ve davranışlar olumlu bir değer alır ve nefret, medeniyetin bir işareti haline gelir.”
Gerçekten de “medeniyetin bir işareti” olarak algılanan nefret, kişisel deneyimlerden, toplumsal ve kültürel koşullara da sıçrar ve burada hacmini genişletmeye de devam eder. Öte yandan, edebiyat sektörü de, tıpkı diğer profesyonel alanlar gibi kendi içinde nefret barındıran ve üreten, onu besleyen dinamiklere sahiptir. Rekabet, hiyerarşi, piyasa talepleri, eleştirmenlerin etkisi, sektördeki nefretin sürekliliğini sağlamaya devam ediyor. Şiirden romana birçok kurgu eserden gündemi dile getiren kitaplarda, köşe yazılarında dahi nefretin temel dinamiklerinin toplumsal barışla nasıl bir ilişkisi olduğunu da böylece görürüz. Varoluş ve entelektüel krizlerin kaynağı da olan rekabetin ahlaki değerleri nasıl alt üst ettiğini de… Hakeza bizim edebiyatımızda edebiyatçılar birbirlerinden nefret ederler. Bütün sanat camiası böyledir. Hele ki o şairler yok mu, o şairler! Ortak çıkarlar olmadıkça birbirlerinin yanında asla durmazlar. Bir müddet yan yana duranlar dahi çıkar ortaklıkları bittiği anda birbirlerinden tiksinen, birbirleri aleyhine kötü-kara propaganda yarışına girişirler.
Edebiyat dünyasında yazarlar bazen edebiyat sektöründeki ticari baskılara, yayıncıların çıkarcı tutumlarına veya edebi değerlerin ticari kaygılarla şekillendirilmesine karşı bir nefret duyabilirler. Özellikle edebiyatın "sanat" yönünü savunan yazarlar, sektördeki popüler kültürün ve ticaretin, sanatın özünü zedelediğini düşünebilirler. Bu, bazen eserlerde açık bir şekilde, bazen de dolaylı yollarla dile getirilir. Edebiyat dünyasında rekabet ve ideolojik farklılıklar, zaman zaman yazarlar arasında edebi akımlar bağlamında çatışmalar, fikirsel ya da estetiksel düzeydeki anlaşmazlıklar da nefretin kayganıdır. Bu durum, edebiyatın tarihsel süreçlerinde bazen güçlü polemiklere yol açmış ve bu da eserlerde nefretin bir tema olarak işlenmesine yol açmıştır. Edebiyat, toplumda var olan nefretin ve ötekileştirmenin de bir yansıması olabiliyor bu yüzden. Yazarlar, eserlerinde bu nefret duygusunu eleştirel bir şekilde işleyerek ırkçılık, cinsiyetçilik veya sınıf ayrımlarına karşı yazılan eserlerde, nefret bazen bir toplumsal hastalık olarak ele alınır ve edebiyatçılar bu nefretin kaynağını ve toplumsal etkilerini sorgulayarak toplumsal sorunlara dikkat çekebilirler, ama bunu yaparken de nefret duygusundan ne kadar uzak durabilirler? "Nefret" teması, edebiyat eserlerinde gerçekten de bir sadece tema olarak mı kalır? Hem karakterlerin içsel dünyalarındaki nefret, hem de edebiyatçının sektördeki duruşu veya toplumsal eleştirisi, bu temanın farklı biçimlerde karşımıza çıkmasına neden olurken, işaret ettiği hedefe kimi nasıl koyduğu da bu yüzden önemlidir. Edebiyat eserlerinde nefret, bazen karakterlerin duyduğu bir duygu olarak, bazen de yazarın toplum, kültür, insanlık ya da belirli bir ideolojiye karşı duyduğu bir duygu olarak karşımıza çıkar. Nefret, genellikle olumsuz bir duygu olarak, bir karakterin içsel çatışmalarını, toplumsal eleştirileri veya insanlık durumuna yönelik derin sorgulamaları ifade etmek için de kullanılabilir, fakat bu duygunun bir eserde ortaya çıkması onun sadece “duygusal bir tema” olduğu anlamına gelmez. Kaynağına yöneldiğimizde edebi kitapların, o metinleri kâğıda seren elin sahibiyle karşılaşırız.
Mesela Franz Kafka’nın eserlerinde görülen yabancılaşma ve toplumsal eleştirinin ardında........
© T24
