menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Handan Acar Yıldız: Adaletin keskinliğini sembolize eden kılıç kendisi gibi düşünmeyeni kesmeye yeltenmektedir artık

16 1
17.05.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

17 Mayıs 2025

Handan Acar Yıldız

Handan Acar Yıldız’ın yeni kitabı “İpek ve Pusula”ya dair ilk sözleri… Kitapları bağlamında perdenin arkasından, mahalleler arasından ve modern dünyanın baş döndüren hızını konuştuk:

- Dünya zalim bir elekten geçiyor, görüyorsunuz. Her mahalle diğerine düşman yetiştiriyor, yetmezmiş gibi kendi içinde de aforoz ettikleri insanlar var ve bu çoğu zaman nezaketle yapılıyor. Oysa edebiyat evrenseldir. Siz benim bir parçamsınız, ben de sizin. Edep dairesinden çıkmayan herkes de bizimdir. Siyaseten iktidarlarını daim kılmak isteyenlerin ayrıştırıcı politikaları bizi birbirimizden uzağa fırlatıp atmakta... Parçalanıyoruz. Neye karar vermeliyiz tek başımıza ya da hep beraber, dost mu kalmalıyız yoksa düşman olalım isteyenlerin zafer ateşlerinde mi yanacağız? Türkiye’deki bu durumu yazan biri olarak siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dilimiz, düşünme şeklimizi belirler. Hatta bazı düşünürlere göre bize düşünme şeklini dayatır. Dilin iki ana unsuru olan anlamak ve anlatmak, tıpkı adaletin sembolü olan Themis/ Justitia heykelinin elinde tuttuğu terazinin iki kefesi gibi. Justitia’nın gözlerinin bağlı olması tarafsızlığı, elindeki kılıç ise adaletin keskinliğini temsil eder. Aslında bu sembol tamamen dil üzerinde de geçerliliğini korur. Anlatmak terazinin bir kefesiyken anlamak diğer kefesidir. Gelinen noktada dil/adalet terazisinin kefesi anlatmaktan yana ağırlaşmış anlamanın tarafı boş kalmıştır. Dünyaya dair bir anlama dili kurma o kadar önemli ki bu dili kuramayanın adil olması mümkün değil. Anlamak ve anlatmak arasındaki dengenin bu kadar sarsıldığı, geldiğimiz noktada tarafsız olmaya karşılık gelen gözleri bağlılık ölesiye bir tarafta yer almaya evrilmiştir. Adaletin keskinliğini sembolize eden kılıç kendisi gibi düşünmeyeni kesmeye yeltenmektedir artık. İnsan kendine bir taraf belirleyebilir, ama son zamanlarda taraf olmak bir şeyi ölesiye savunmak anlamına gelmeye başlamış, Justitia’nın gözlerine adeta mil çekilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, emperyalizmin sömürdüğü ya da sömürmeye yeltendiği bütün Doğu toplumları kendi içinde ikiye ayrıldı. Tarihsel açıdan eski olan her şeyi kötü olarak görenler ile yeni olan her şeyi kötü olarak görenler. Maalesef yenilmişlik, kaybetmişlik duygusunun neden olduğu travma toplumları analitik düşünmekten, ölesiye taraf tutmak yerine “Bazen sen, bazen de sen haklısın” demekten, senteze ulaşmaktan alıkoymaktadır. Her şeyin aşırısı zıddına tekabül eder. İnsanlar saplanıp kaldıkları o tarafgirliğin kendilerini eleştirdikleri “düşman” tarafa ne kadar benzetip dönüştürdüğünün farkına bile varmazlar çoğunlukla. Kanaatimce, ilk önce içselleştirilmesi gereken şu: insana değer vermeyen ve onu zelil eden hiçbir yapının tek başına kutsal olmayacağı. Her ne olursa olsun. İkincisi, hiçbir kutsalın kimsenin tekelinde olmadığı… Herkes birtakım kutsalları kendi tekelinde zannettiği sürece yol almak çok zor. Ama tarafgir olmadan, ölesiye bir tarafı savunmadan sadece doğrunun, haklının yanında yer alacak vicdanların en azından yeni gelen nesillerde geliştiğine inanmak istiyorum. Kendi tarafının yobazı olmayan, esnek nesillere, bilinçlere inanmak istiyorum. Tüm kalbimle...

Yazarı/düşünürü farklı kılan ise, “dil hapishanesi”nin parmaklıklarından çıkmak. Bunu sağlamak için kendine bir dil kurmak zorunda. Yazarın/edebiyatçının kuracağı dil anlatmakla sınırlı kalırsa o hapishaneden çıkamaz, kanaatimce. Ancak okur, hatta yazarın kendisi dahi anlatmaya yönelik dil kurmaya o kadar odaklanıyor ki anlamaya yönelik dil kurmak konusunda en ufak bir teşebbüsü olmuyor. Dünya yangın yerine dönse dahi vicdanı rahatsız olmuyor. Çünkü vicdan ancak, anlamaya yönelik bir dil kurulabildiği zaman sağır ve dilsiz olmaktan uzaklaşabilir. Anlamaya yönelik o dildir ki kişiyi kendi tarafının yobazı olmaktan korur. O zaman adaletin kefesi de dengesizleşmez.

- Son romanınız “İpek ve Pusula”da kadim dönemde bir seyyahın iç ve dış yolculuğunu anlatıyor, çağlar arası mukayese yapıyorsunuz. Yazan kişi bir nevi seyyahtır. Dünyayı adım adım fiziken dolaşamıyorsa da onun sayısız bakış açıları geliştirebileceği kadar dolaşacak âlemleri vardır. Bir mahalleye yerleşip yalnız oranın türküsünü şakıyan bence bizden değildir. Roland Barthes “Yazarın Ölümü”nde yazarın ömrünü yazının var olduğu süreyle eşdeğer tutar. Peki, sizce yazarın ömrünün bağlı olduğu şey yazarın mahallesi mi yoksa hangi kesimden olduğu fark etmeksizin okuru mu?

Ömür bir yolculuktur. Ama insanlığın yolculuğuna kıyasla çok kısa bir yolculuk. Kısa yolculuğunu, idrak yolarını açarak uzatabilir insanoğlu. Yazarların seyyahlara benzeyen yanı, kendi ömür ve insanlığın tarih yolculuğunda dikkatlerinin geride bıraktıkları yoldan çok ileride kat edecekleri yola odaklanmasıdır. İnsanlık üzerine düşüncelerinin merkezinde de bu var. Yazar konaklar ama devam etmesini de bilir. Tıpkı seyyah gibi… Edebiyatta ve sanatta ortaya konulan emeğin üründen öteye geçip eser olarak kabul görebilmesi için zamanının ötesine, ileriye odaklı olması elzem. Her klasiğin bulunduğu zamanın avangardı olduğu gerçeği, genel ve haklı bir kabul. Bulunduğu mahalle, yer, ideoloji, coğrafya veya her ne ise kendine dar bir alan belirleyip konfor alanından çıkmayan kişinin kendi tükettiği ömrünün ötesine geçmesi mümkün mü? Böyle bir kişi, konaklamak için durduğu kervansarayı çok rahat bulduğu için oradan kıpırdamayan yolcuya benzer. Maksadını gerçekleştiremez. Bir yazar zihinsel ve ruhsal açıdan seyyah olma şartını gerçekleştirse dahi yazdıklarının geleceğe kalabilmesiyle ilgili önüne başka zorluklar çıkmakta. Sürekli makineyle haşır neşir olan insanın da mekanikleşmemesi imkansız. Bu mekanik ortamda yazının ne kadar var olabileceğinden emin değilim. Dijital çağda insan bu kadar hızlı değişiyorken, yazı ne kadar direnebilir? Yazarın geleceğe kalması ile yazının geleceğe kalması da birbirine karıştırılıyor. Yazar kendindeki görünür olma tutkusunu nasıl kırabilir? Görünme ve bilinme endişesini aşarak yalnızca yazmak için nasıl yazar? Kimseye sitem etmeden… Hepsi aşılsa, ülkedeki yayın sektörünü etkisi altına almış mahalleciliği, şuculuğu buculuğu aşıp okura nasıl ulaşacak? Okurun sahiplendiği yazar hayatta kalır. Şüphesiz. Ancak bazı yazarların okura ulaşmasının önünde o kadar çok engel var ki...

Yazarın ömrünün bağlı olduğu şey, okurdur. Çok net. Ancak şöyle bir handikap var; yazar kendini dünyaya ait biri, mahallesini de insanlık olarak görse dahi okur kitlesi kendince belirlediği bazı kıstaslardan yola çıkarak zihninde yazara navigasyon belirleyebiliyor. Peşin fikirli okurun belirlediği navigasyon da bazen mahalle bile değil, sokak kadar daralabiliyor.

- Biz bir Mevlana bir Yunus değiliz tabii, onlar gibi olmak kolay mı ki? Fakat bu bir izlektir, yolumuzu onlarla yürürüz bir bakıma. Daha nicesi bu isimlerin bir notadır bize. Akort tutmaz sazı eline alan nota bilse ne olur, bilmese ne… Bütün ihtimalleri etkileyen bir başka ihtimal de vardır ama mutlaka. Adaletin, vicdanlı olmanın, hakkaniyetli olmanın örüntülerini bir araya getirmeye çabalarız bunun için. Bunlar sizin metinlerinizde de şüphesiz ki var. Ama sizin bunlara kendinizden katmak istediğiniz başka ne var?

Mevlana’yı Mevlana yapan Yunus’u Yunus’u yapan kimseye “eyvallah” etmemeleriydi. Günümüzde insanların vicdanları, merhametleri; sahip oldukları ideolojiler ya da maaşları kadar. Bu bireysel tutumlara ek, küresel sermaye iletişim kaynaklarına da sahip olduğundan aç kalma korkusu, bütün insanlığı dilsiz şeytana çevirdi. Mevlana’yı Mevlana yapan Yunus’u Yunus’u yapan, “Bir kuru canım var” diyebilmeleriydi. “İsteyene ver onları” diyebilecek kadar müdanasız olmalarıydı. Şanla şöhretle işlerinin olmamasıydı, adlarının ölümsüz olmasına dair bir hırs taşımamalarıydı. Asırlar sonra yâd ediyoruz, duruşlarıyla onları. Ebusuud Efendileri de hatırlıyoruz hâlâ ama Yunusları andığımız gibi değil. Mesele adların kalıcı olması da değil aslında. Nasıl kaldığı... Asırlarca anılmak........

© T24