menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çal keke, çal: “İşte bu bizim hikâyemiz” öyle kirli, öyle pis

31 4
10.08.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

10 Ağustos 2025

“Gökte bir öküz varmış, adı Pervin;

Bir öküz de altındaymış yerin.

Sen asıl iki öküz arasında

Tepişmesine bak şu eşeklerin!”

Antik çağlardan modern döneme -geliştikçe vahşileşen, ilkelleşen bu dönemi “modern” diye nitelemek artık ne kadar mümkünse!- “rüşvet” olgusu, insanlıkla neredeyse yaşıt ve hemen hemen tüm medeniyetlerde izlerine rastlanan evrensel yozlaşmanın bir çeşididir. Yazılı kaynakların ortaya çıkışından itibaren Tarih sahnesinde iktidarların en eski ve en kalıcı yoldaşı hiç şüphesiz yine rüşvet olmuştur. Arapça kökenli bu kelime “Divan-ül Lügati’t Türk”, “Mukaddimetü’l-Edep” ve “İbni Mühenna Lügati” gibi eserlerde de aynen bu biçimde zikredilmiştir. Ansiklopedik bilgilerden haz etmeyenler için de bu bilgiler aynen geçerlidir. Tarihi akış, tarihi geçtikten sonra değiştirilmesi pek mümkün olmayan bir akıştır. Ne gelir elden, olduğu gibi aktarıyoruz: İlk devletlerin doğuşundan günümüz dijital çağa kadar, nefes aldıkça kıpırdayan nefsi yüzünden insan, zaaflarla azıtan bu kanserli yapıyla mücadele ederken dahi bu olguyu canlı tutmanın yan yollarını da bulmuştur. “Kabiliyet” diye buna derim işte ben! Rüşvet almamak için bile rüşvet bir ön koşul olmuştur. Çünkü oldum olası aramızda kendini üç harfli sanan arkadaşlar olmuştur, “cin” değil! Hemen de kötüye yormayın, ben öyle bir şey demedim!

Antik Mezopotamya'da tapınak rahiplerinin "tanrı adına" aldıkları bağışlarla başlatabileceğimiz bu öykü, Sümer ve Babil tabletlerinde, yargıçların hediyeler karşılığında hukuki kararları manipüle ettiğine dair kayıtlar içerir. Tam da bu konuda Ömer Seyfettin’in kaleme aldığı tatlı hicivden yapılmış zehir gibi “Rüşvet” adlı hikâyesini de unutmadan hatırlatayım! Hammurabi Kanunları'nın 4. maddesinde, "bir yargıcın rüşvet alarak haksız kararlar vermesi" durumunda ağır cezalar öngörülmüştür. Pek önemli bir meseleymişki ta o günler bile rüşvet, Hammurabi Kanunları'nda ilk kez yasaklanan bir suça dönüşmüştür. Babil'in ünlü kralı, yargıçların rüşvet karşılığında adaleti çiğnemesini ölümle cezalandırılmasını buyurmuştur. Ne ironiktir ki, aynı dönemde Mısır'da Firavun'un vergi memurları, Nil'in bereketli topraklarında çiftçileri soymaya devam ediyordu. Vergi memurlarının halktan illegal taleplerde bulunduğu konusu “Papyrus Lansing” gibi belgelerde de yer alıyordu.

Klasik Antik Dönem Atina demokrasisinde, devlet görevlilerinin rüşvet alması (dorokopia) yaygın bir suçtu. Roma İmparatorluğu'nun çöküş nedenlerini araştıran tarihçiler, gözlerini hep yozlaşmış bürokrasiye çevirmiştir. Öyle ki MÖ 4. yüzyılda yolsuzlukla mücadele için "eisangelia" adlı özel bir dava mekanizması geliştirilmiştir. Roma'da ise özellikle eyalet yöneticilerinin (prokonsüller) halkı soyması (repetundae) o kadar sistemleşmiş ki, Cicero'nun Verres'e karşı açtığı dava edebiyat tarihine geçmiştir. Cicero'nun Verres'e karşı açtığı dava kayıtları, bir imparatorluğun nasıl içten içe çürüdüğünün hâlâ canlı bir tanığı gibidir. Aynı dönemde Çin'de Konfüçyüsçü bürokratlar, "li" adını verdikleri hediyelerin ahlaki sınırlarını tartışıyordu. Çin bugün de hâlâ bu yüzden Çin. Orta Çağ’ın feodal Avrupa’sında Kilise'nin endüljans satışından feodal beylerin "koruma parası" talebine kadar, rüşvetin dini ve siyasi otoritelerce meşrulaştırıldığını biraz tarih okumuş herkes bilir. İngiltere'de “Magna Carta”nın (1215) 40. maddesi, kraliyet memurlarının adaleti satmasını yasaklamıştır. Demek ki adalet o günlerde........

© T24