menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Berzahda bir şair, Asaf Hâlet Çelebi: Sırtımızda hançer sesleri

31 26
23.02.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

23 Şubat 2025

Asaf Hâlet Çelebi

Âdemi bul, âdem ol, âlemde âdem gizlidir,
Etme tahkir âdemi, âdemde âlem gizlidir.”

Fennî

“Bahtiyar’ım, uyusun, uyansın,
Gül yastığa dayansın,
Bastığım duvarlar yıkılsın.”

“Ah Hâlet, halet-i ruhun ruhum mu yoksa benim?” dediğim, “Ah sefalet” Asaf Hâlet, 1958’de “bu kadar yeter” deyince kalbi, bir hastane odasında öldü. Bugünse, ne ölüm yıldönümü ne doğum günü… Bugün “yakasında daima bir çiçek, koltuğunda kitaplar taşıyan ve ahbaplarını yerden temennalarla selamlayan” şairin dirilme günü. Kemanı omzuma aldığımda, sanki kendisini de omuzlarıma almışım gibi bu göğsüm genişleyerek birden, sesini kâinatın biricik sesi gibi aklımdan geçirdiğim Asaf Hâlet Çelebi’nin kendi sesinden şiirlerini dinlediğinizde, ayrıca yok tahayyüle gerek, inceliğini ruhundan aldığını idrak edebilirsiniz. Fakat ne katmış kendinden ruhuna onun yaradan, o sese kulak vermeyince, “Şiir ne imiş, şair kime denirmiş” nereden bileceksiniz… “Mevlânâ’nın Rubâîleri”ni çevirdikten sonra bilhassa, çokça sınansa da ne bilip ne bilmediği konusunda, Farsça ve Fransızcaya çok hâkim bu şairin ölümü sonrası kendisini bir takım karikatürler ve yazılarla aşağılayan, alaya alanların dahi üzülüp çok mütevazı cenaze törenine tıknefes koşarak iştirak etmeleri, hemen ölümüyle birlikte hakkında kaleme aldıkları kısacık yazıların da muhakkak bir değeri vardı. Fakat artık onun için mi, onu sevenler için mi orası muğlâk tabii. Seneler seneler sonra bile başka bir surette Yunus gibi nasıl da haklı çıkarmıştır yine de kendini “Kunâla”da sesiyle arşa değdirdiği o satırlardaki gibi:

Vakit geldi Kunâla dünyayı göreli çok oldu
Tam kırk yılda seni buldum Kunâla
Bu can tenden geçmeden bu dünyadan göçmeden
Bir kerecik sevmek çok değil

Simsiyah saçların var Kunâla
Kemiklerine yapışık etlerin var
Bir gün dökülecek

Kunâla kuşu gibi gözlerin var
Bir gün sönecek Kunâla
Bu etlerin arkasında güzelliklerin var
Benden başka kimse bilmeyecek”

Tıpkı benim gibi yazanlar arasında en çok şairleri seven Freud dirilip gelse, şiirlerindeki derinliği bilhassa öne çıkarıp Asaf Hâlet’in hayranı olurdu bence ve boğaza baktığı halde ederiyle değeri asla denk gelmeyen, çok uzun yıllar yaz geceleri bahçesinde misafirler ağırladığı Küplüce’deki evinin bahçesinden arş ile deniz arasındaki dünyaya bakmayı o da isterdi. Çocukluğundan kopamayan musikişinas Asaf Hâlet’in şiirlerinde birçok kültürün yanı sıra kendi doğduğu coğrafyanın masallarını, efsanelerini, ezgilerini, tekerlemelerini görmek de mümkün. Zaten Freud, şairleri çocukluklarınca derinde bir yerde saplanıp kaldıkları için sever. Bir şiirinde alıntıladığı “zalim beni söyletme derunumda neler var” diyen şair “Girebilsen bu sinemde neler var / Gülüp oynadığım ele karşıdır” türküsüyle de hatırlanabilir, onu bugün de geçmişteki gibi unutturmak isteyenler olursa eğer, çünkü entelektüel kibri kadar zehirli bir başka zehir tatmadım ben de hiç. Fakat sonra yine bir gün ayakaltına alanlar bizi, birden omuzlayıp bir ulu kişi gibi göğertirse, işte “takdir-i ilahi” dedikleri de budur. Birçok şairin ölümünden sonra parıldadığı yer de orasıdır. Asaf Hâlet, âlemini değiştireli 67 yıl oldu. 67 yıl sonra bugün yine onun sesi birbirine karışan alkış ve kanat sesleri içinden sıyrılıp yükselmenin bir yolunu buldu. Demek ki ne imiş, yokluğun mührü ölüm, insanı ortadan kaldıran bir şey değilmiş. “Asaf Hâlet” deyince, birçokları başarısız intihar girişiminden sonra onu “Ah sefalet” diye ansalar da, ben hep Furuğ Ferruhzad’la birlikte anarım onu:

"Yoksul çocuklardan biri kara tahtaya
taş sözcüğünü yazar yazmaz
çevredeki bütün ağaçlardan
kuşlar uçuşur…”

Kâinatta insan için sonsuzluğun kalbinde bir yokluk yurdu vardır. Ölüm, diriyken tadılmamış sevgileri, itibarı, geldiğinde tattırandır. O yurdun içinde kalbi Asaf Hâlet Çelebi’nin sanki benim kendi kalbim gibi “Tık! Tık... Tık! Tık…” hâlâ atmaktadır… Onu zalimce eleştirenler arasında, evet, “aşkın tedavi edilemez bir hastalık” olduğunu iddia eden İzeddin Şadan da haklıdır, fakat yaşarken şairin ayağına atılmış her çelmeyi ben göğsümde bir yumruk gibi hissederim. Onu “Çelebi”, beni çevik kılan da sırtımızdaki bu hançer sesleridir. Her şeye karşı ve itirazlı çıkışlarıyla onu “gelenek” kafesinde çırpınır tarif edenlerin, onu bir türlü geleneğin devrimci şairi olarak ya da modern gelenekçi bir şair olarak kabullenemeyenlerin, o yıllarda sanırım Asaf Hâlet’in şiirlerindeki “geleneksel şiir” normlarına zaman zaman da karşı çıktığını görememelerinin tek sebebi de hafif bir muhafazakâr çizgide salınıyor olmasından ileri değildi. Oysa tek başına sadece “gelenek” nasıl kısır bir muamma idiyse, tek başına “modern” de o kadar kısır ve köhne bir şeydi, bugün de olduğu gibi. Belki de bu yüzden, taşa tutulanlarla taşlar arasında yaratılmış, o delinmez zırh baştan ayağa benim! Taşlarla, taşa tutulanlar arasında yahut iki ayrı dünya, “modern” ile “gelenek” arasında “berzah” yerde durmanın neden bir ödev olduğunu anlamayanların, incitmek için birbirlerini, sefere koşar gibi gard alanlar, bunu hatırlasınlar. Göz korkutacak kadar heybetli değiliz belki, ama can yakarız işledik mi tene, sadece bir tek kelime, varsın olsun bir “kıymık” kadarcık.........

© T24