menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kapanışsız hikâyeler çağı: Sezon finali ve ertelenen tatmin

14 1
25.05.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

25 Mayıs 2025

Sezon finali, yalnızca bir durak değil; hayatın sonraki ihtimallerine atılmış bir kanca. Bizi şimdiki zamanın kesintisiz baskısından, bitmek bilmeyen tekrarından çekip çıkarabilecek bir boşluk. Her şeyin hızla aktığı, hiçbir şeyin tamamlanmadan değiştiği bir çağda, sezon finali bir tür bilinçli ara, ama umutsuzlukla değil, ertelenmiş bir olasılıkla dolu. Devam edip etmeyeceği belirsiz, ama tam da bu belirsizlik içinde özgürlüğe benzer bir şey var. Hikâyenin tamamlanmamış olması, onun bitmediğini değil, başka bir biçimde sürme ihtimalini hatırlatıyor. Modern hayatın bu sessiz kırılmalarında, belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey bu, nihai kapanışlar değil, hafifçe aralanmış bir sonraki perde. Bu sebeple, sezon finali terimi artık yalnızca bir televizyon terimi değil; bir çağın hissi. Bu duyguyu paylaştığımızı sanıyorum. Her bitişte bir sezon finali hissi, biraz da asla bitmeyecek olan o umut mu acaba? Bir yandan da akışın sonsuzluğuna yalandan bir ara. Bitmeyen ama bitirilmiş gibi yapılan şeylerin, yarıda kalan cümlelerin, duyguların askıya alındığı anların adı. Bir vedanın yaşanmadığı ayrılık gibi. Duygusal olarak ulaşılamamış sonların, tamamlanmamış ilişkilerin, yarım kalan arzuların adı.

“Sezon finali” modern hayatın, tam anlamıyla yarıda kalmanın, kavuşulamayanın, bitmemişliğinin metaforu.

Freud’a göre yaşam, iki ilke arasında salınır, haz ilkesi ve gerçeklik ilkesi. İlki, derhal doyuma ulaşmayı arzulayandır; diğeri ise ertelemeyi, bastırmayı, toplumsal düzenin kurallarına boyun eğmeyi gerektirir. Bu çatışma bireyin içinde süreklilik arz eden bir gerilim yaratır. Yani biz ne tam tatmin oluruz, ne tamamen vazgeçebiliriz. Dürtüyü bastırabilir ama asla tamamen ortadan kaldıramayız. Bir dönem “akış”, Raymond Williams için televizyonun anlam üreten yapısını tanımlıyordu; farklı içerikler bir düzende birbirine bağlanır, izleyici bir bütünlük duygusuyla yönlendirilirdi. Şimdi ise akış, yerini kesintisizliğe bıraktı. Jonathan Crary’nin tarif ettiği gibi, 7/24 işler hâlde olan ekranlar, neyi izlediğimizi değil, sadece izlemeye devam etmemizi talep ediyor. Zaman örgüsü bir anlatı yapısı sunmak yerine, hep açık kalan, asla durmayan bir devinim yaratıyor. Artık biten bir şey yok; çünkü hiçbir şey tam olarak başlamıyor. Bu yeni kesintisizlik rejiminde, ara kavramı bile bazen anlamını yitiriyor. Crary, geç kapitalizmin zamanla kurduğu ilişkiyi yalnızca hız değil, kesintisizlik üzerinden tarif eder, artık gece yoktur, ara yoktur, uyku bile verimsizlik sayılır. Tatil, ara, bekleyiş gibi formlar anlamını yitirirken, izleyici, kullanıcı, tüketici hep hazır olmak zorundadır. Böylece Freud’un bireysel düzeyde tarif ettiği haz/gerçeklik çatışması, Crary’nin dünyasında bir rejime dönüşür:

Ertelemenin değil, sürekli hazır oluşun rejimi.

Peki akan bir sonsuzluğun içinde bitmeye yeltenen hikâye, sezon finali, bir minik ara ne anlama gelir?

Diziler birer birer sezon finaline girerken, bende hep aynı his beliriyor, sanki yalnızca bir anlatı değil, bir dönem de ara veriyor. Belki yirmi yıl önceydi, sezon finalleri üzerine ilk yazımı kaleme aldığımda bendeki duygunun bu kadar kalıcı olacağını tahmin etmemiştim. O zamandan beri, sezon finali kavramına arsız bir ilgim var. Çünkü bence bu sadece dizilerin sonu değil; tamamlanmamışlığın, ertelenmiş hazzın, bekleyişin ve gerilimin estetik biçimi. Tıpkı Proust’un zamanla kurduğu ilişki gibi; tatmin hemen şimdi gelmiyor, onun anlamı ancak bekledikçe, oyalandıkça, unuttukça geri dönüyor. Hazzın ertelenmesi, belki de en derin anlam üretme biçimi. Freud’un bu içsel gerilimini toplumsal bir düzleme taşıyanlardan biri Herbert Marcuse. Eros ve Uygarlık’ta, geç kapitalizmin hazza dair çelişkili vaatlerini sorgular Marcuse; bireyden sabırlı olması beklenir, ama tüketim kültürü sürekli bir........

© T24