menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İsraf mı, ihtiyaç mı?

21 14
19.10.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

19 Ekim 2025

Bu hafta bir haber düştü önüme. İstanbul Üniversitesi’nde, tarihi ana kampüsün tam ortasında, uzun bir masanın etrafına dizilmiş kristal bardaklar, parlatılmış çatal bıçak takımları, özenle katlanmış beyaz keten peçeteler… Üniversitenin orta yerinde ihtişamlı bir protokol sofrası kurulmuş. Aynı gün, aynı kampüste, yalnızca birkaç yüz metre ötede, öğrenciler yemekhane zamlarını protesto ediyor, “Bir öğün yemek hakkımızdır” diye slogan atıyorlar. Görüntüler bakakaldım, uzun süre ekranı kapatamadım. İki farklı masa vardı o gün, biri iktidarın diliyle donatılmış, görünür; diğeri yoksulluğun sesiyle çevrilmiş, duyulmaz. Çok şey düşünülebilirdi bu iki durum üzerine ama ben nedense şunun düşündüm, israf nedir ve neyin israf olduğuna kim karar verir? Kimin sofrası ihtiyaç, kiminki israftır?

İsraf üzerine konuşmak için varacağım noktaya uzun bir yol seçiyorum. Tanımı belirsiz, ölçüsü kişiye göre değişen, tuhaf bir kelime bu israf. Kimin neyi “israf” olarak gördüğü konusu ilginç, birinin israf olarak gördüğünü başka biri için “hakkıdır, keyfidir, emeğinin karşılığıdır” diye meşrulaştırılabiliriz. Öyle ya, sofradaki artan yemeği bazen nimet sayıyoruz, bazen günah; gösterişli bir düğün “gelenektir” diye kutsanabiliyor, aynı ölçekli bir harcama başkası tarafından yapılınca “görgüsüzlük” diye damgalanabiliyor. Demek ki aslında ne kadar tüketildiğiyle değil; kimin tükettiğiyle ilgileniyoruz. O yüzden israf, sessiz sakin bir kavram gibi görünse de aslında son derece sınıfsal, ideolojik ve politik bir duruyor. Çünkü israf, herkes için aynı anlama gelmiyor, israfın dili sınıfsal; güçlü yaptığında adı itibar, güçsüz yaptığında israf deniyor.

İsrafı düşünürken aklıma ilk düşen şeylerden biri nedense televizyonlardaki yemek yarışmaları oluyor. Yemekteyiz programı mesela. Her gün yeni bir ev, yeni bir masa, yeni bir alışveriş listesi ve tekrar eden aynı cümleler: “Bu çorba içilmez”, “Eti pişirememişsin”, “Sunum zayıf”, “Tuzsuz olmuş.” O evlerin mutfaklarında harcanan emek, alışverişe dökülen para, sofralara çıkan malzemeler… sırf üç puan eksik vermek için yerden yere vuruluyor. Çünkü orada amaç yemek değil; yemek üzerinden kurulan küçük iktidar alanları. Sonunda parayı kim kapacak yarışı. Yoksa ağzınla kuş tutsan nafile. Ekmek kutsaldır denilen ülkede, milyonların gözü önünde her gün gıda ve emek israfı sahneleniyor. Üstelik bu, “eğlence” adı altında meşrulaştırılıyor. Kameranın görmediği yerde o tabakların yarısı çöpe gitmiyor mudur?

İsraf dediğimiz şey sadece savurganlık değil; değer duygusunun çürümesi. Bir şeyin değeri artık emeğiyle, zamanıyla, hikâyesiyle ölçülmüyor, gösterisiyle ölçülüyor. Emek küçümseniyor çünkü görünmüyor; gösteri ise kutsanıyor çünkü görünüyor. Biz fark etmeden ölçülerimiz değişti bile, “ihtiyaç” küçüldü, “gösteriş” büyüdü.

İsraf aslında değersizleştirmenin de sistematik hâli. Çöpe atılan hem yemek hem emek çünkü. Şişirilmiş prodüksiyonlarda harcanan sadece para değil ama anlamın kendisi de, protokol sofralarında tüketilen sadece pahalı menüler değil, adalet duygusu da. Ama konuya sadece “anlamın kaybı” diye de bakamayız, ülkede çıplak bir hayatta kalma mücadelesi var. Gerçek açlık, gerçek yoksulluk, bunlar anlamın değil, insanın sınırı. Biraz da bu yüzden ya, israf üzerine konuşurken, bu fikri estetik bir değere indirgeme lüksümüz yok.

Ekonomik israf en görünür olanı. Su kıtlığının yaşandığı, tarihî........

© T24