Burnumuzu kaybettik
Diğer
02 Mart 2025
Apple Cider Vinegar dizisini izledim. Bu dönemde kafanı suyun üzerine çıkarmanın, görünmenin, duyulmanın yolu “en” olmak. En iyi, en kötü, en cesur, en yaralı… Ama bazı en’ler diğerlerinden daha zor. Mesela en zengin olmak? Bunun için belirli bir geçmiş, belirli imkanlar gerekiyor. Ama en hasta olmak? Onun için yalnızca inandırıcı bir hikâye yetiyor olabilir mi? Bir arkadaşım vardı, yirmili yaşlarımdaydım. Bana kanser olduğunu söylemişti. Ama nasıl anlatsam, bir gariplik vardı. Konuşmalarında bir boşluk, bir eksiklik hissediyordum ama kelimelere dökemiyordum. Sonra bir arkadaş grubunda fark ettik ki herkese başka ağır hastalıklar söylermiş meğer. O gün şaşkınlıkla birbirimize bakmıştık. Aslında neye inanıyordu, gerçekten hasta olduğunu düşünüyor muydu? Doğruluk burada ne anlama geliyordu? Gerçek, kişisel bir inanç meselesi miydi yoksa herkesin üzerinde uzlaştığı bir şey mi?
O günler Baudrillard ile yeni tanıştığım yıllardı. Hakikat artık orada, ulaşılabilecek bir şey değildi. Onun yerine, birbirini yansıtan görüntülerden, taklit edilen anlamlardan, sahiciliği olmayan ama sahici gibi sunulan bir dünyadan söz ediyordu. Gerçek bir hastalık değil, ama hastalık olarak kabul edilen bir anlatı. O anlatı etrafında şekillenen sempati, ilgi, dikkat… Gerçek olup olmaması artık önemli değildi. Bunu düşündüğümde, o gün arkadaş grubunun içinde hissettiğim garipliği hatırlıyorum. Bazıları gerçekten hasta olup olmamasıyla ilgilenmiyordu, “sempatik ama” diyordu. Gerçeklik yerine sempati, hakikat yerine anlatı. Bugün sosyal medyada yaşananlarla ne kadar benziyor. Hikâyeler, anlatılar, imgeler... Hangisi gerçek? Hangisi yalnızca iyi anlatılmış bir kurgu? Kim bilir, o arkadaşım şimdi nerede, kimlerle nasıl bir hikâye anlatıyor? En’lerin dünyasında en inandırıcı hikâyeyi anlatan kazanıyor.
Geçmişte birbirinden ayrılan her şey artık her yerde birleşmiş durumda; mesafeler her alanda ortadan kalktı. Cinsiyetler arasındaki fark, zıt kutuplar arasındaki ayrım, sahne ve izleyici arasındaki sınır, eylemin özneleri arasındaki mesafe, özne ile nesne arasındaki ayrım, gerçek ile onun kopyası arasındaki fark. Ya sonra, sonra yine siyah beyaz bir biçimde geri geldiler.
Burnumuzu kaybettik hepimiz, farkında bile değiliz. Gogol’ün Burun hikayesinde, bir adam sabah uyandığında burnunun yüzünden silindiğini fark eder. Yalnızca bir organ değil, kimliği de gitmiştir. Toplum içinde yükselmek, saygınlık kazanmak, görünür olmak artık imkansızdır. Çünkü burnu yoktur. Aynaya baktığında boş bir yüz görür ve anlar: Görünmeyen, var değildir. Bugün hepimiz o aynanın karşısındayız. Burnumuz yok ve filtrelenmiş, düzenlenmiş, gerçekliği eğilip bükülmüş imgeler içinde kaybolduk. Sosyal medya, herkesin burnunu yeniden çizdiği bir mecra, daha belirgin, daha keskin, daha etkileyici… Gerçeklik, yüzeyin altında kayboluyor.
Paylaşılan mutluluklar, sergilenen acılar, vurgulanan başarılar… En’lerin dünyasında, en’siz olan var olabilir mi?
Gerçeklik artık yalnızca zihinsel ya da duygusal bir kavram değil; fiziksel olarak da yeniden şekillendiriliyor. Üst sınıfa ait olmak için “görünmek” gerekiyor. Görünmek, yalnızca var olmak değil; estetik kaygılar içinde biçimlenmek, sürekli optimize edilmek anlamına geliyor. Bir zamanlar sosyal statüyü belirleyen eğitim, meslek ya da kültürel birikimken, bugün beden ve yüz hatları da aynı derecede belirleyici. Parası olan gençleşiyor, inceliyor, değişiyor. Algoritmalar tarafından onaylanmamış bir beden, yetersiz kalıyor. Gerçekliğin bedeni bile artık kurgulanmış durumda. Burnumuz yok. Umurumuzda değil. Yüzeye odaklanmaktan, derine inmek imkansızlaştı. Ve bu gerçeği görmüyoruz çünkü gözlerimiz yalnızca en parlak, en net, en ideal imgeleri takip ediyor. Sosyal medyanın iki yüzlülüğüne dair en çok şikayet edenler bile, filtresiz bir fotoğraf paylaşmaya cesaret edemiyor. Herkes “görünmez” olmanın korkusunu taşıyor. Sosyal medyanın beğeni tuşu, bireyin toplumsal varlığını dijital alanda doğrulayan bir araç gibi işliyor. Bunun en temel nedeni, dijital onaylanmanın psikolojik bir ihtiyaç haline gelmesi. Sosyal psikolojide aşinalık ilkesi, bir şeyin tekrar tekrar görülmesinin onu daha anlamlı hale getirdiğini gösteriyor. Dijital dünyada, eğer ısrarlı biçimde, “en”ler içinde görünmüyorsak, adeta yok sayılıyoruz. Ama varsın sayılalım, çünkü yok sayılmanın zıddının var sayılmak olmadığını da anladığımız........
© T24
